Doğan Akın

15 Nisan 2009

Demokrasi de cumhuriyet gibi kollanacak mı?

Başbuğ’un konuşmasını; 'askerdeki değişim', 'dil' ve 'paylaşılmak istenen mesajlar' çerçevesinde ele alalım

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un ilk kez basına açılan “Yıllık Değerlendirme” toplantısı için hazırladığı 8 bin 71 kelimelik konuşması ciddi bir metin analizi yapmayı gerektiriyor. Başbuğ’un konuşmasını; “askerdeki değişim”, “kullanılan dil”, “sergilenen üslup” ve “içerik ile paylaşılmak istenen mesajlar” çerçevesinde ele almaya çalışacağız.
Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında “demokrasi”nin de bulunduğunu vurgulayan Başbuğ’un yaklaşımı; ordunun “cumhuriyeti koruma ve kollama” görevi çerçevesinde “demokrasiyi de koruma” misyonuna yöneldiği anlamına gelir mi? Bu sorunun yanıtını da arayacağımız analize, Başbuğ’un konuşmasındaki sıraya uyarak başlayalım.
1- Başbuğ’un konuşma metni için yapacağımız ilk değerlendirme, metnin, verilmek istenen mesajları zaman zaman kaybedecek kadar “uzun” olduğudur. Toplam 67 bin 341 “boşluklu” vuruş oluşturan metin dolu dolu 5 gazete sayfasına tekabül ediyor.
2- Başbuğ toplantının başında önemli bir jest yaptı. Konuşmasına “Bu toplantıya katılan büyük saygı duyduğum sayın komutanlarım” cümlesiyle başlayan Başbuğ’un selamladığı sırada, adı Ergenekon haberlerinde sık geçmeye başlayan 28 Şubat döneminin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ile halefi Hüseyin Kıvrıkoğlu gibi isimler de yer alıyordu.
'Emir-komuta'nın meşru dayanağı astın güveni
3- “Güven” konusuna özel bir yer ayıran Başbuğ, “Silahlı kuvvetlerde üstler astlarının güven ve itimadına zarar verebilecek davranışlarda bulunmamaya özen göstermelidirler” görüşünü dile getirdi. Bu ifadeden hareketle, Başbuğ’un, “astın üste güvenini”, TSK’da hayati değer atfedilen “emir-komuta zinciri”nin meşruiyet dayanağı olarak gördüğünü söyleyebiliriz.
4- “Demokratlık kisvesi altında yıpratmak amacıyla TSK’ya sistematik muhalefet yapılması inanınız demokrasimizi geliştirmeyecektir” diyen Başbuğ’un, orduyu yıpratanların demokrasiyi de tehdit etmiş olacakları mesajı dikkat çekiciydi.
‘Sivil otorite katı değil sağduyulu olmalı’
5- Sivillerde olan karar gücü ve yetkisinin sorumluluk da gerektirdiğini vurgulayan Başbuğ, ideal ilişki yaklaşımını, “Sivil otoritenin askeri konulara müdahalesinde, katı prensiplerden ziyade sağduyulu davranışlar öne çıkmalıdır” ifadesiyle açıkladı.
6- Sivil-asker ilişkilerinin yürütüldüğü zeminlerden Milli Güvenlik Kurulu’na değinirken dağıtılan metnin dışına çıkan Başbuğ, “MGK’da her üye eşittir” ifadesiyle dikkat çekti.
7- Türk ordusunun din karşıtıymış gibi gösterilmek istenmesini eleştirdi ve “Türk milletinin ordusu halktır, halktandır, halk içindir” ifadesini kullandı. Konuşmasının son bölümünde de aynı konuya dönmesi dikkat çeken Başbuğ, ordunun halk arasında “Peygamber ocağı” olarak anıldığını vurguladı.
Politikadan uzak ve özerk bir ordu

8- Başbuğ, Huntington’a atıf yaparak ele aldığı “ordunun objektif kontrolü” ve “askerlerin politikadan uzaklaştırılması” konusunda önemli bir noktaya işaret etti. Genelkurmay Başkanı; “silahlı kuvvetlere, bu sürecin doğal sonucu olarak kendisini organize etmede ve görevlerini yürütmede önemli boyutta otonomi (özerklik D.A) verilmesi gerektiğini” vurguladı. Bu karşılıklılığın tartışma yaratabileceği noktasından mı hareket ederek söyledi emin değiliz, ancak Başbuğ “ordunun gizlilik ihtiyacının saydamlığı engellememesi gerektiğini” de vurguladı.
Kürt ve Zazalara daha çok fırsat eşitliği
9- Türkiye’nin Genelkurmay başkanlarının ağzından etnik kimlik telaffuz edilmesine çok alışık olduğu söylenemez. Başbuğ’un, terörle mücadelede şehitlik ve gazilik mertebesine ulaşan çok sayıda “Kürt ve Zaza kökenli vatan evladı” bulunduğunu vurgulaması… Devletin “Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan Kürt ve Zazalara daha müreffeh bir yaşam, fırsat eşitliğinden daha fazla yararlanabilme imkânı sağlamak zorunda olduğunu” söylemesi… Kürtler ile Zazaların “mağduriyete uğradıkları şeklindeki algılarının değiştirilmesi ve düzeltilmesinin” devletin “asli görevi” olduğunu eklemesi… Doğu ve Güneydoğu isyanlarının nedenleri arasında “devletin bazı memurlarının bölge halkına zaman zaman kötü muamelede bulunması”nı da sayması Başbuğ’un çok alışıldık olmayan bir dil kullandığını gösteriyor.
10- Başbuğ, Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” sözünü aktardığı bölümde konuşma metni dışına çıktı. Bu noktada kullandığı ifadenin “Türkiye lafını çekin, oraya Türk koyun, etnik bir tanım olur” olması, Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olarak açılım peşinde bir dil kullanmaktan sakınmadığı izlenimi verdi.
11- Başbuğ’un, “üst kimlik” konusunda Başbakan Tayyip Erdoğan ile paralel bir dil kullandığını söyleyebiliriz. “Üst ortak Türk kimliği” dışındaki ikincil kimliklerin bireysel olarak yaşanması, geliştirilmesi ve korunması gerektiğini vurgulayan Başbuğ, “yeni azınlıklar ve üst kimlikler yaratılmasına izin verilemeyeceğini, ikincil kimliklerin anayasal-yasal düzeyde tanınamayacağını” anlattı. Başbuğ’un bu sözlerle net bir karşı tavır koyduğu “Kürt kimliğinin Anayasa’da ifade edilmesi” düşüncesinin, genellikle DTP tarafından gündeme getirilen bir proje olduğunu hatırlatalım.
‘Eve dönüş’te değişiklik önerisi
12- “Terörist de insan” diyen Başbuğ, çocuklarını terör örgütüne kaptıran anne-babaların duygularını anlamak gerektiğine işaret etti. Ancak daha önemli nokta, Başbuğ’un “Devlet, dağ kadrosunun örgütten ayrılmasını sağlayacak şekilde, mevcut yasal düzenlemelerin daha iyi bir şekilde uygulanabilmesini sağlamak için bazı değişiklikler yapmalıdır” demesi oldu. “Mevcut” pişmanlık “düzenlemesinin daha iyi işlemesi” ile sınırlı görünen bu yaklaşım, fiilen bir af sonucu yaratabilecek ve zirvedeki lider kadro dışında herkesi kapsayacak yeni bir yasaya giden yolu açabilir mi, zaman gösterecek. Kuzey Irak’taki yerel hükümet ile ABD’nin “PKK’nın silahsızlandırılması” planının Ankara’ya “af” telkini yapılmasını içerdiğini hatırlatalım.
Yeni misyon demokrasi mi?
13- Başbuğ’un “Yıllık Değerlendirmesi”nde en önemle altını çizdiğimiz nokta, üst kimlik-ikincil kimlik konusunun yanı sıra “demokrasinin de cumhuriyetin temel niteliklerinden birisi olduğunu” vurgulaması oldu. Ordunun, TSK İç Hizmet Kanunu’yla üstlendiği “cumhuriyeti koruma ve kollama” görevine “demokrasiyi koruma” misyonu da ekleyebilecek bu yaklaşım büyük bir önem taşıyor. Cumhuriyeti demokrasi ile birlikte koruma, TSK’da yeni bir kurumsal kültür açılımı yaratabilir. “TSK cumhuriyetin temel niteliklerinden birini oluşturan demokrasi rejimine bağlıdır ve saygılıdır… Modern cumhuriyet ancak demokrasi ile gerçekleştirilebilir” diyen Başbuğ, bu yaklaşımıyla, siyasete müdahale eğilimi taşıdığına tanık olduğu bazı generallere karşı, kamuoyu önünde çok net bir tavır da ortaya koymuş bulunuyor. “Laiklik ilkesi Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır” diyen Başbuğ’un “laikliği, demokrasinin en önemli koşullarından biri” olarak vurguladığını da ekleyelim.

Gülen cemaati ve Anayasa'nın 24. maddesi

14- “İrtica” sözcüğünü hiç kullanmayan Başbuğ, “laiklik karşıtı akımları” ve “önemli bir pozisyona geldiklerini düşünerek yanılan ekonomik güç sahibi cemaatleri” eleştirdi. Burada öncelikle Fethullah Gülen ceamaatinin kastedildiğini söyleyebiliriz. Toplantıya cemaatin yayın organlarından temsilci çağrılmadığını ekleyelim.
Genelkurmay Başkanı, bazı dini cemaat faaliyetlerini, “devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini, kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağını” düzenleyen Anayasa’nın 24. maddesine aykırı bulduğunu belli etti. Başbuğ’un “herkes uysa hiçbir sorun kalmaz” dediği 24. maddenin, rafa kalkan anayasa çalışmaları sırasında değiştirilmesinin düşünüldüğünü hatırlatalım.
Partiler azınlıkları neden aday göstermiyor?
15- Başbuğ, metin dışına çıktığı bir bölümde, azınlık mensubu vatandaşların neden siyasi partiler tarafından aday gösterilerek milletvekili seçilmedikleri sorusunun haklı olduğunu vurguladı. Bu sorunun siyasi partilere sorulması gerektiğini de ekledi
16- Başbuğ’un konuşmasında dikkatimizi çeken bir nokta da, Osmanlı dönemi ile daha “ılımlı” bir ilişki kurması oldu. Genelkurmay Başkanı, Türkiye’deki demokrasi kültürünü “100 yılı aşan” bir mazide görürken de, “Türkiye Cumhuriyeti gibi Osmanlı’nın da hiçbir zaman etnik ayrımcılık yapmadığını, asimilasyona yönelmediğini” söylerken de geçmişle daha barışık görünüyordu.
‘Onurumuzla oynanamaz, yetkili ve sorumlular duyarlı olsun’
17- Ergenekon süreci konusundaki görüşlerini gelecek hafta yapılacak basın toplantısına bıraktığı anlaşılan Başbuğ, TSK mensuplarının da suçlandığı dava, haber ve yorumlar konusuna girmedi. Ancak, “Türk Silahlı Kuvvetleri; vatanına ve milletine hizmet etmekten başka hiçbir amaçları olmayan ve bölücü terör örgütüne karşı kahramanca mücadele edenlerin şerefi, onuru ve morali ile oynanmasına duyarsız kalmaz ve bu konuda yetkili ve sorumlu olan herkesin de aynı duyarlılığı göstermesini bekler” demesi, soruşturma makamlarına ve hükümete bir gönderme olarak nitelendirildi. Ancak Başbuğ’un, konuşmasının hiçbir bölümünde siyasi otorite ile gerginlik yaratacak bir ifade kullanmadığını belirtelim.
Konuşmayı yapan ‘Binbaşı İlker Başbuğ’ olsaydı
18- Başbuğ’un Kürtler, Zazalar ve “Türkiyelilik” konusundaki sözleri, Türkiye’nin ve askerin kat ettiği mesafe açısından düşündürücüydü. Genelkurmay Başkanı; “Kürt” demenin, “Kürtçe konuşmanın”, “Kürtçe şarkı söylemenin” suç sayıldığı yıllarda, örneğin 12 Eylül 1980’den hemen sonra “Binbaşı İlker Başbuğ” olarak yukarıdaki görüşleri dile getirse kim bilir neler gelirdi başına!