AKP'de kardeşlik hukuku var...
AKP'de, özellikle 2011'den sonra su yüzüne vuran çatlaklara ilişkin her gözlemi "fitne" eşliğinde sıvamaya çalışan bir ezberdi bu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın kararıyla 27 Ağustos 2014'te toplanan 1. AKP Olağanüstü Kongresi'nde genel başkan seçilen ve Başbakan olarak atanan Ahmet Davutoğlu, yine Erdoğan'ın kararıyla toplanması kararlaştırılan 2. Olağanüstü Kongre'yle gönderiliyor. Abdullah Gül,Bülent Arınç, Ali Babacan, Nihat Ergün, Sadullah Ergin ve Hüseyin Çelik'ten sonra Davutoğlu'na da kıyan bir 'kardeş katli" yürürlükte. "AKP'de büyüyen çatlağı" "kardeşlik hukuku"yla telafi etmeye çalışanlar elbette "Nizam- âlem için kardeş katli vaciptir" hukukunu kastetmiyorlardı, ama "Nizam-ı Erdoğan" yolunda durum bu.
AKP, uzun süredir kuruluş hikâyesine veda etmiş bir parti. Neydi o hikâye, hatırlayalım...
Tüzüğündeki kısaltılmış adıyla AK Parti, 14 Ağustos 2001'de, Milli Görüş'ün müteveffa lideri Necmettin Erbakan'ın Fazilet Partisi'ndeki (FP) "tek adam sultası"na isyan eden Milli Görüş içindeki "yenilikçiler" tarafından kuruldu. Yenilikçiler önce, Erbakan'ın adayı Recai Kutan'a karşı Abdullah Gül'ü FP'nin genel başkanlığına aday gösterdiler. Gül seçilemedi, ancak 620 oy alan Kutan'a karşı 570 delegenin desteğini sağlayarak, "Erbakan'ın partisi"nin artık bölündüğünü de ortaya koyan önemli bir başarı kazandı.
Yenilikçiler, daha sonra Milli Görüş'ün o sıradaki örgütü olan FP'den ayrılarak AKP'yi kurmaya karar verdiler. Kurucuların başındaki çekirdek ekipte yer alan üç kişi de Erbakan'ın yanında yetişen, ancak Erbakan ve çevresindeki "ak saçlılar"ın vesayetine itiraz eden Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç'tı.
'Yeni yetme zıpır güruh'
15 yıllık tarihinin 13,5 yılını iktidarda geçiren AKP'de vazo çatladı ve kurucu çekirdekteki üç isimden ikisi, Arınç ile Gül'ün Erdoğan'la yollarını ayırmalarının üzerinden epey zamanı geçti.
Arınç, yol ayrımına ilişkin süreci "Biz'dik 'ben' olduk'" diyerek özetlemiş, CNN Türk'te bu sözlerini açmıştı:
"Bizim yola çıktığımızda şahsi meseleler bir kenarda kalmıştı ve önde kim varsa konuştuğumuz şuydu. Sen eşitler arasında birincisin, ben eşitler arasında birinciyim. Bu kadar, bir ekibiz, kadroyuz. Omuz omuza vereceğiz ve korkmadan yolumuza devam edeceğiz... Birlikte siyaset yaptığımız insanlarla aramıza buzdan duvarlar girdi, birilerine sevgimde azalma olabilir."
Arınç'ın, aynı söyleşide, Erdoğan'ın gözlerine bakarak yayın yapan AKP medyasına karşı esirgemediği sözler, "yandaş medya" nitelemesinin içerden ve en yüksek düzeyli kabulüydü. Bir dönem kendisine bağlı TRT ve Anadolu Ajansı'ndan da ambargo gördüğünü duyuran Arınç'ın sözlerini, hatırlayalım:
"Adımın üzerine soru işareti koymaya utanmıyor musunuz? Yeni yetme zıpır güruh! En yüksek reytingli kanallara ambargo koyarak kendimizi hapsediyoruz..."
"AKP'ye alternatif yeni parti" işareti de vermişti Arınç, onu da hatırlayalım:
"Yeni yetmeler, diye tabir ettiğim zıpır bir grup, bunlar Ali Babacan'ı, beni, Hüseyin Çelik'i, Abdullah Gül'ü güçsüz hâle getirmek için, trollerden de istifade ederek, sahip olduğu gazetelerden yaylım ateşe tutuyorlar. Çatapatlar göğsümüze geliyor bazen. Ama bunun ülkeye ve partiye hiçbir faydası yok.
(Abdullah Gül de) Benim gibi yapacak. Dua edecek AK Parti için. AK Parti'yi sahiplenecek. Yalnız şununla bizi imtihan etmesinler. 'Onlar zaten böyle bir şey yapmazlar' diye üstümüze geliyorlar. Ama şunu söylerlerse etkili olurlar, tavsiye etmem de. 'Zaten bunların toplumda bir karşılığı yok Bir araya gelseler ne olacak, parti kursalar ne olacaklar' demeye kalkarlarsa başka türlü bir tepki verebiliriz."
Erdoğan-Gül hattındaki kırılmalar
AKP'deki çatlağın, artık "yıllar"la tarif edeceğimiz bir mazisi var, sandığın tartışmasız en büyük partisi, bu yıllara dayanan birikimin basıncını da taşıyor. Madde madde o geçmişi de hatırlayalım:
- 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'den sonra kimin Çankaya'ya çıkacağı konusunda Erdoğan'ın ilk adayının, "eşinin başı açık olmasını" da gerekçe göstererek dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönülolduğunu biliyoruz. Abdullah Gül elbette Erdoğan'ın desteğiyle, ancak ondaki Vecdi Gönül eğilimine kesin bir tavırla direnerek 11. Cumhurbaşkanı seçildi. Kamuoyuna yansıyan ilk ciddi görüş/tavır farkı ayrılığı oldu bu.
- İzleyen süreçte Erdoğan uzun süre, Gül'ün Cumhurbaşkanlığı süresinin anayasa değişikliğine paralel olarak 5 yıl mı, yoksa seçildiği anayasa hükmü uyarınca 7 yıl mı olacağı konusunu sürüncemede bıraktı. Nihayet Gül, 7 yıllık görev süresinin dolacağı 2014'te tekrar aday olmayacağı yolunda AKP medyası ve Erdoğan'a yakın isimlerce kullanılan ifadelere karşı rahatsızlığını, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Ahmet Severaracığıyla duyurdu.
- Çekirdek ekip arasında doğan büyük soru işaretlerinin başında; Erdoğan'ın, başarısında büyük paya sahip olduğu AKP iktidarını şahsileştirmesi ve başkanlık sistemini parti içinde mutabakat aramadan, adeta tebliğ ederek gündeme getirmesi geliyor. Erdoğan'ın başkanlık sistemi arzusunu, ne Gül'ün, ne Arınç'ın, hatta 7 Haziran seçimlerini değerlendirirken "Denedik olmadı" diyerek ihtimal Erdoğan'ın tüylerini diken diken eden Davutoğlu'nun da coşkuyla istediği iddia edilebilir. Erdoğan'la çekirdek ekip arasında "ortak gelecek" endişesi doğuran olayların başında "iktidarın şahsileşmesi ve başkanlık sistemi" planının geldiğini söylemek yanlış olmaz.
- Erdoğan ile soğuk rüzgârlar Gül'ün Cumhurbaşkanlığı dönemi boyunca sürdü. Gül, özellikle Cumhurbaşkanı olarak son iki TBMM'yi açış konuşmasında, Erdoğan'ın hükümetine, başta ifade ve basın özgürlüğü, tutuklu milletvekilleri ile dış politika çizgisi olmak üzere çeşitli konularda göndermeler içeren eleştiriler yaptı.
- Bugün Ergenekon davasını önemli ölçüde "milli orduya kumpas" olarak değerlendiren Erdoğan'ın, o davada tutuklu olan milletvekillerinin durumunu gündeme getiren Gül'e ne cevap verdiğini hatırlıyor musunuz? Gül, 1 Ekim 2012 tarihinde yaptığı Meclis'i açış konuşmasında "Seçimlere yasal olarak katılmış, halkın oyunu almış, milletvekili sıfatını taşımaya hak kazanmış herkesin, haklarında kesin yargı kararları ortaya çıkana kadar yasama faaliyetine katılması gerektiğini düşünüyorum" dedi. Gül'ün bu sözleri TBMM'de sorulunca Erdoğan'ın cevabı“Cumhurbaşkanı ile polemiğe girmek istemem. Bu düşünceyi paylaşmadığımız ortada” olmuştu. Ergenekon davaları sürecindeki tavrı ve Gülen cemaatiyle serüveni, Erdoğan'ın "Dün dündür, bugün de bugün" arşivinde önemli bir yer tutuyor.
- Erdoğan-Gül hattındaki kırılma noktalarından biri de, Gezi Parkı sürecindeki farklı tavır oldu. Gül, Gezi Parkı protestolarının "Türkiye demokrasisinin gelişmişliğini gösterdiğini" belirtirken, Erdoğan "darbeci komplolar, faiz lobileri, teröristler ve dini inanca hakaret edenler"den söz söz etti. Gül, Gezi Parkı'nın "mesajının alındığını" açıkladıktan hemen sonra Erdoğan o sırada bulunduğu Kuzey Afrika'dan "Ben mesaj almadım" cevabını verdi. Erdoğan'ın, Gül'ün genel başkan seçilmesi ihtimalini dikkate alarak Davutoğlu'nu seçtirdiği AKP kongresini, Cumhurbaşkanlığı'ndaki devir-teslim töreninden bir gün önceye aldırması iki isim arasındaki vedalaşmanın son durağıydı.
Arınç'tan Erdoğan'a
'silah bırakma mektubunu etkiledi' mesajı
- Erdoğan'ın yaklaşık 2,5 yıl önce, Kasım 2013'te kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kalamayacakları, karma evlerde "gayrimeşru hayat yaşandığı" sözleri AKP iktidarı sırasında "hayat tarzına müdahale" eğiliminin en somut göstergesi oldu. O sırada henüz kayyumun yönetmediği Zaman gazetesi, 4 Kasım 2013'te, partinin Kızılcahamam'daki toplantısının basına kapalı bölümünde "Erdoğan'ın kız ve erkek öğrencilerin aynı evlerde kalmasını önleyecek denetimler için talimat verdiğini" yazdı. Aynı akşam, Bakanlar Kurulu toplantısından sonra "Hükümet Sözcüsü" olarak soruları yanıtlayan Başbakan Yardımcısı Arınç, haberin "asparagas" olduğunu, toplantıda böyle bir konunun konuşulmadığını, zaten evleri denetlemek gibi bir "yetkilerinin de bulunmadığını" söyledi.
- Bu olay, Erdoğan'a karşı AKP ve kurucu ekip içinde kamuoyuna açık olarak çekilen ilk restin kaynağı oldu. Zira Erdoğan hem AKP grubunda, hem de Finlandiya, İsveç, Polonya gezisine çıkarken "konuştuğunu inkâr edecek biri olmadığını" söyledi ve "kız-erkek öğrencilerin aynı evde kalamayacağını, önlem alacaklarını, gerekirse yasal düzenleme yapacaklarını" söyledi. Erdoğan, gezisi sırasında da açıklamalarını sürdürdü, kız ve erkek öğrencilerin aynı evde yaşadıkları hayatı "gayrimeşru" ilan etti. Erdoğan'ın kendisini açıkça yalanlaması üzerine Avrupa Konseyi Medya ve Bilgi Toplumundan Sorumlu Bakanlar Toplantısı'na katılmak üzere gittiği Belgrad'da kendisine bağlı TRT'nin TRT Türk kanalına çıkan Arınç, "Erdoğan'a sesleniyorum" diyerek "aralarında doğan çelişkinin sorumlusu olarak bu çelişkiyi izah etmesini" istedi. Arınç, TRT ekranından Erdoğan'a, "Sorumlusu olarak aramızda doğan çelişkiyi izah et. Ben kum torbası değilim. Ben Başbakan'ı 24 saat izliyorum. Onun da görevi Hükümet Sözcüsü'nü izlemek olmalı" dedi.
- Arınç'ın, henüz hükümet üyesiyken Erdoğan'a çektiği ikinci rest, Dolmabahçe Mutabakatı doğrultusunda bir "izleme heyeti oluşturulması" konusunda oldu. Erdoğan 20 Mart 2015'te, izleme heyeti konusunda, "Ben gazetelerde okuyorum. Böyle bir şeyden benim haberim yok. Bu olaya da ben olumlu bakmıyorum" açıklaması yapınca ertesi gün Hükümet Sözcüsü Arınç'tan cevap geldi. "Ülkeyi hükümetin yönettiğini, sorumluluğun hükümette olduğunu ve İzleme Heyeti'nde kararlı olduklarını" açıklayan Arınç, Erdoğan'ın, "Gazetelerden okuyorum" dediği İzleme Heyeti'nden haberdar olduğunu duyurdu. Arınç, Erdoğan'ın "sadece son olayda değil, daha önceki birkaç olayda da kamuoyu önünde hükümeti eleştirir noktaya gelmesinin, hissi konuşmalarının kendisini ve hükümeti yıprattığını" vurguladı ve "Ben bundan hoşlanmadım, bu hoşuma gitmedi, bunu soğuk karşıladım veya sıcak karşıladım' beyanları kendi hissi beyanlarıdır" dedi. Arınç, aynı çıkışında, "Bir gün önceki açıklama yapılmasaydı acaba Öcalan'ın mektubu nasıl olurdu" diyerek, Erdoğan'ın sözlerinin, İmralı'dan gelen ve silah bırakma için kongre çağrısı içermesi beklenen Newruz mektubunu da etkilediği mesajını verdi.
- Arınç'ın, hükümetten ayrıldıktan ve tekrar milletvekili adayı olmayarak parlamento faaliyetlerine son verdikten sonraki açıklamalarını biliyorsunuz. Fethullah Gülencemaatine yöneltilen "silahlı terör örgütü" suçlamalarına karşı "tekrar cübbesini giyip avukatlık yapmayı" arzu ettiğini duyurmaktan Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutuklanmasının "yargının içine düşürüldüğü durumu gösterdiğine" uzanan bir dizi sert açıklama yaptı Arınç. Arınç'ın o açıklamaları arasında Erdoğan'ın "Dolmabahçe mutabakatından haberi olmadığı" iddiasını yalanlamak da yer alıyor.
Cumhurbaşkanlığı ayarlı
başbakan modelinde süre
- Ahmet Davutoğlu'yla Türkiye bir kez daha Yıldırım Akbulut modelini tecrübe etmiş bulunuyor. Turgut Özal'ın Başbakanlık'tan 8. Cumhurbaşkanı olarak Köşk'e çıkmasının ardından ANAP Genel Başkanlığı ve Başbakanlığa getirdiği Yıldırım Akbulut'un da bu görevlerdeki süresi, Davutoğlu gibi iki yılı bulamamıştı. Akbulut 9 Kasım 1989-23 Haziran 1991 arasında yaklaşık 20 ay görevde kalabilmişti. 27 Ağustos 2014'te göreve gelen Davutoğlu da yaklaşık 21 ay sonra genel başkanlık ve başbakanlığa veda ediyor. İki tecrübe, Cumhurbaşkanlığı ayarlı hükümet başkanı modelinde istiap haddini şimdilik 20 ay civarında gösteriyor.
- Davutoğlu'yla Erdoğan'ın farklı dalga boyunda olduğunu gösteren pek çok işaret gördük. Her ne kadar "fitne, kardeşlik hukuku" gibi talimatlı yorumlarla sıvanmaya çalışılsa da, temel konularda beliren çatlaklar gecikmedi. Erdoğan ile Davutoğlu arasındaki ilk büyük çatlağın, 17-25 Aralık sürecinde yolsuzluk ve rüşvetle suçlanan bakanların Yüce Divan'da yargılanarak aklanmaları konusunda yaşandığını, ardından Davutoğlu'nun Erdoğan'dan gelen tepki üzerine "şeffaflık" paketinde geri adım attığını biliyoruz.
- Davutoğlu'nun, anayasa uyarınca yetkilerin belli olduğu, siyasi sorumluğun hükümette bulunduğu yolundaki açıklamaları da, her ne kadar Erdoğan'ı idare etmeye çalışan ifadelerle dile getirse de, elbette Erdoğan'ı rahatsız etti. Erdoğan; AKP'nin tek başına iktidarı kaybettiği 7 Haziran seçimlerinden sonra başkanlık sistemi için "Denedik olmadı" diyen Davutoğlu'na güvenini kaybetti.
- Listede; Erdoğan'ın "alçak, terör destekçisi, aydın müsveddesi" gibi ifadelerle hedef aldığı akademisyenlerin tutuklanmalarını yanlış bulması, Erdoğan'ın casuslukla suçlayarak davacı olduğu Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutuklu yargılanmalarına karşı görüş bildirmesi de var... Davutoğlu'nun Erdoğan medyasına karşı bir medya planlama yapması da.
Erdoğan MKYK'sı Genel Başkan'ı tırpanladı
- Nihayet, Davutoğlu'nun AKP teşkilatına ilişkin bazı tasarrufları Erdoğan'ı "Buraya kadar" noktasına getirdi ve 29 Nisan'da düğmeye basıldı. Erdoğan'ın 12 Eylül 2015'teki AKP Kongresi'nde dizayn ettiği 50 kişilik MKYK'da, birkaç kişi dışında kalan bir organizasyonla, teşkilata ilişkin yetkiler Davutoğlu'ndan alındı. Kongreden sonra partinin en yetkili organı olan MKYK'da "onur kırıcı" denilebilecek bir operasyona maruz kalan Davutoğlu'nun da "Erdoğan'la buraya kadar" noktasına gelmiş olduğu muhtemel. Nitekim, bu yolda yorum yapanlar da var.
- Erdoğan'ın dizayn ettiği MKYK, dedik. 12 Eylül 2015'te toplanan AKP Kongresi öncesinde Davutoğlu'nun kendi ekibini kurmaya yönelmesi üzerine, başdanışmanı Binali Yıldırım'ı genel başkan adayı olarak sahneye çıkarmak da dâhil, devreye giren Erdoğan MKYK listesine son biçimini verdi ve o MKYK 29 Nisan'da Davutoğlu'na "lider"in talimatını tebliğ etti.
- Nihayet, günlerdir istifayı düşünen Davutoğlu -Abdülkadir Selvi'nin Hürriyet'teki yazısına göre- istifa mektubuyla gitmemeye ikna edilerek Erdoğan'la buluştu ve olağanüstü kongre kararıyla vedalaştı. Erdoğan, buluşmadan iki gün önce Bakanlar Kurulu'nu başkanlığında toplamış, sekiz saat boyunca gerçek patronun kim olduğunu bir kez daha sıkı sıkıya göstermişti.
Genel başkanı da,
Bakanlar Kurulu'nu da Erdoğan seçecek
- Peki şimdi ne olacak? AKP kongresi ihtimal mayıs sonunda veya en geç haziran başında yapılacak. Erdoğan; kulislerde konuşulan Binali Yıldırım, Bekir Bozdağ, Mustafa Şentop, Berat Albayrak, Numan Kurtulmuş, Mehmet Müezzinoğlu, Mehmet Ali Şahin veya Yıldırım Akbulut örneğinde olduğu gibi sürpriz bir başka ismi işaret ederek yeni AKP Genel Başkanı ve Başbakan'ı belirleyecek. Başbakan'ın, parlamentoda çoğunluğu elinde bulunduran partinin genel başkanı olacağı yolunda -bu konuda üniversite mezunu milletvekili dışında bir koşul aramayan- anayasada bir hüküm yok. Erdoğan ayrı genel başkan ve başbakan formülünü dener mi bilinmez, ancak teamül çoğunluk partisinin genel başkanının başbakanlığa atanması yolunda.
- Yeni AKP Genel Başkanı ve başbakanın kim olacağının tayin edici bir önemi yok. Zira yeni Bakanlar Kurulu'nu da, AKP teşkilatını da, devletteki önemli atamaları da, milletvekili aday listelerini de Erdoğan belirleyecek. Nihayet, "gözlerini kapayıp Erdoğan'a karşı vazifesini yapacak" bir figür aranıyor. 7 Haziran seçiminden önce MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın Erdoğan'a rağmen Davutoğlu ile anlaşarak AKP'den milletvekili adayı olduğunu, ancak Erdoğan'ın tepkisi üzerine adaylıktan çekilmek zorunda kaldığını not edelim.
MHP'deki gelişmelere göre
baskın seçim olasılığı
- Ancak Türkiye için tayin edici gelişmeler MHP'de yaşanabilir. Tüzüğünde, 1241 delegesinin beşte birinin başvurusuyla olağanüstü kurultaya gidileceği yazan bir partinin 543 delegenin imzasına rağmen mahkemelerden aksi yöne kararlar çıkarabildiği bir ülkede yaşıyoruz. Genel Başkan Devlet Bahçeli bir yandan koltuğunu kaybedebileceği olağanüstü kurultayı engellemeye çalışırken, diğer yandan "terörle mücadele" söylemi üzerinden düzenli olarak AKP hükümetine destek mesajı veriyor.
- Bahçeli partiyi "cemaate", muhalifleri de "AKP'ye" teslim etmeyeceklerini söylüyor. Mahkemenin atadığı çağrı heyetinin olağanüstü kurultay tarihi olarak 15 Mayıs'ı belirlediği, genel merkez yanlısı delegelerin ise bu karara karşı Gemerek'lere uzanarak alternatif mahkeme kararları çıkardığı MHP'de vaziyet bu. Erdoğan ve medyası, Bahçeli'nin yönettiği bir MHP istiyor.
- Peki olağanüstü kurultay yapılmamasının veya her şeye rağmen yapılsa da Bahçeli'nin MHP'nin başında kalmasının AKP ve Erdoğan'ın planları açısından ne önemi var? Mevcut durumda AKP ve başbakanlık için Davutoğlu tercihi Erdoğan açısından bir "siyasi hata" olarak görünüyor. Erdoğan yıllarca danışmanlığını yapan Davutoğlu ve bu anayasayla kafasındaki modeli işletemeyeceğini öngöremedi. Erdoğan, AKP ve başbakanlığa istediği ismi getirse de, bu anayasayla kafasındaki modeli işletmekte zorlanacak. Bir yanda "ülkenin yönetimini, dolayısıyla siyasi sorumluluğu" parlamenter sistemin temeline uygun olarak hükümete verirken Cumhurbaşkanı'na "partiler üstü ve tarafsız bir konum" emreden bir anayasa var. Diğer yanda bu anayasayı her adımda çiğneyen, "partili ve taraflı" bir Cumhurbaşkanı var. Erdoğan, hem bu anayasaya göre hukuki olmayan durumunu düzeltmek, hem de kafasındaki modeli hukuki temellere dayanarak işletmek için anayasayı bir an önce değiştirip başkanlık sistemini getirmek istiyor. Tam bu noktada, AKP'ye oy kaybedecek Bahçeli'nin başında olduğu bir MHP ve baraj altında bırakılacak bir HDP ile baskın seçime gidip, anayasayı tek başına değiştirecek bir parlamento çoğunluğuna ulaşmak Erdoğan'ın en yakın yol haritası olarak görünüyor. Erdoğan'ın bu durumda, HDP'lilerin dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklanmaları ve bu partinin baraj altında kalma ihtimalini yüksek gösteren anketler eşliğinde sonbahara kadar bir baskın seçim kararı alması sürpriz olmaz. Öyle bir seçimde, Davutoğlu ve ekibinin de tasfiye edildiği bir AKP grubu görebiliriz.
- Olağanüstü MHP kurultayı ile Bahçeli'nin gönderilmesi Erdoğan'ın başkanlık sistemi planları önünde ciddi bir engel. Davutoğlu ve ekibinin de tasfiye edildiği bu AKP grubuyla, oylamaları gizli yapılan anayasa değişikliğinin biraz daha zora girdiği söylenebilir. Bir başka deyişle Erdoğan'a başka ve daha büyük bir AKP grubu lazım.
Erdoğan, Davutoğlu ve MHP açısından sonuç
- Peki sonuç? Birkaç sonuç var. Erdoğan açısından sonuç; sandıktan bu kadar güçlü çıkan bir liderin, kendisini başkanlık sistemi dışında var olamayacak bir alana hapsetmesi. Ve "sistem fiilen değişti" diyerek kendisinin de itiraf ettiği anayasayı ihlal pozisyonunda sürekli el yükseltmesi. Nihayet, 7 Haziran seçimlerden sonra olası bir koalisyonu 'siyasi istikrar' iddiasıyla alabildğine engellemeye çalışan Erdoğan, bu iddiasına da ters bir sonuç yaratmış bulunuyor. Yüzde 50'ye yakın oyla sandıktan zaferle çıkan bir partinin hükümeti, 1 Kasım seçimlerinin üzerinden yedi ay bile geçmeden Başbakan'ın istifasıyla çekilmiş olacak. "Yüzde 50'ye yakın bir oy ve parlamentoda mutlak bir çoğunluğa rağmen bu kadar karışan ve çatışan bir ülke için nasıl bir sebep olabilir" derseniz; cevap, AKP'nin Erdoğan'da şahsileşen 'tek adam' iktidarıyla başlıyor. Sonuçta, daha yedi ay önce seçmene "başbakan adayımız Davutoğlu" diyerek yüzde 49,5 oy ve 317 milletvekilliği kazanan bir parti, anayasa uyarınca 'partiler üstü olması gereken Cumhurbaşkanı'nın müdahalesiyle genel başkan ve Başbakan değiştiriyor.
- Davutoğlu açısından sonuç; her ne kadar Erdoğan'la farklı dalga boyunda olsa da, Başbakan olarak yönettiği Türkiye, "haberciliğin casuslukla suçlandığı, gazetecilerin bu nedenle tutuklandığı, anayasaya rağmen gazete ve televizyonlara devletin el koyduğu, muhalif kanalların uydulardan/kablolardan/dijital platformlardan atılarak karartıldığı, akademisyenlerin hedef gösterildiği, işlerinden atıldığı, hapsedildiği; yolsuzlukla suçlanan bakanların yargıdan kaçırıldığı" bir ülke olarak da anılacak.
- MHP açısından sonuca gelince... Erdoğan'ın planları doğrultusunda AKP'nin kazandığı bir denklemde MHP'nin kaybetmesi gerekiyor. Olağanüstü kurultayı engelleyerek MHP'de "kazanan" bir Bahçeli, ilk seçimde artakalan partisiyle birlikte parlamentoya veda eder mi dersiniz?