Doğan Akın

11 Ekim 2010

AKP'nin TÜSİAD öfkesini nasıl okumalı?

Hükümet temsilcilerinin Türk Sanayici ve İşadamları Derneği'ni (TÜSİAD) hedef alan çıkışları, referandum...

Hükümet temsilcilerinin Türk Sanayici ve İşadamları Derneği'ni (TÜSİAD) hedef alan çıkışları, referandum sürecinden itibaren “eleştiri” sınırını aşıp, en hafif deyimiyle “paylama” çizgisine oturmuş bulunuyor. AKP'nin, kimliğini güncelleyip seçmen nezdinde tahkim ederken ihtiyaç duyduğu ve seçtiği “düşman”lardan birinin TÜSİAD olduğu anlaşılıyor.

 

Ancak iktidar temsilcilerinin her fırsatta TÜSİAD'ı paylamasının, sadece, AKP'nin kimliğini “zengin düşman”la da tarif etme stratejisinden kaynaklandığını söyleyebilir miyiz?

 

Hayır!

 

Bir kitle partisinin “sermaye sınıfıyla kavga” görüntüsü kurgulayarak seçmen nezdinde geri dönüş beklemesi şaşırtıcı değil elbette. Ancak bugün Türkiye'de “yeni zengin” sınıfın ana akım partisinin AKP olması, TÜSİAD'la kavgada tayin edici faktörün “zenginler karşısında alınan tutum” olamayacağını da gösteriyor.

 

Diğer yandan AKP, “İstanbul” sermayesi olarak tavır aldığı TÜSİAD'a karşı, 20 yıl önce yine İstanbul'da kurulan Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği'nin (MÜSİAD) yanında açıkça siyasi tavır alıyor.

 

Başbakan'dan MÜSİAD'a övgü yağmuru

 

Şu sözler, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın geçen çarşamba günü katıldığı, MÜSİAD tarafından organize edilen 14. Uluslararası İş Forumu'nun açılışında yaptığı konuşmadan:

 

''Her türlü engele ve engellemeye rağmen, Anadolu sermayesinin kendi kaynaklarıyla, kendi imkânlarıyla büyümesinde MÜSİAD her zaman öncü oldu. Özellikle Türkiye'nin demokratikleşmesinde MÜSİAD'ın çabaları gerçekten müstesna bir yer tutuyor. Bir sivil toplum örgütü olarak MÜSİAD (…) demokratik haklar ve özgürlükler noktasında da gerçekten takdire şayan bir imtihan verdi. Bu vesileyle MÜSİAD'ın 12 Eylül halk oylamasına verdiği destekten dolayı şükranlarımı da burada iletmek istiyorum. MÜSİAD, cesaretle, kararlılıkla bu süreçte öne çıktı ve gür bir sesle 'evet' dedi... MÜSİAD'a, değerli başkanına, yöneticilerine ve tüm üyelerine, demokrasiye sahip çıktıkları, hukukun üstün olduğu bir Türkiye'ye inandıkları ve bunun gereğini cesurca yerine getirdikleri için de teşekkür ediyorum.''

 

Başbakan'ın MÜSİAD hakkındaki sözlerini, referandum sürecinde TÜSİAD'ı görüş açıklamaya zorlarken yaptığı “Taraf olmayan bertaraf olur” uyarısı ışığında okumak gerekiyor. Böyle bir okuma, iktidarın TÜSİAD'ı paylamasının nedenleri konusunda kuvvetli işaretleri veriyor. Demokrasinin temeli olan tahammül konusunda “kendi görüşleriyle uyum” gibi tuhaf bir çıtası olan AKP'nin TÜSİAD'la ana meselesi bu noktada ortaya çıkıyor.

 

 Doğan grubu AKP için 'iyi bir düşman'dı

 
TÜSİAD'ın başında Arzuhan Doğan Yalçındağ varken, Doğan medya grubunun bazı yayınlarına -haklı olarak- tepki gösteren AKP'nin Ümit Boyner döneminde işinin biraz daha zorlaştığını söyleyebiliriz. Aydın Doğan'ın ailesinden birinin yönettiği TÜSİAD, AKP için çok daha “işe yarar bir düşman”ken, “daha fazla demokrasi” talebi konusunda Türkiye sermaye sınıfının alnı en açık ailelerinden birinin TÜSİAD'ın başında bulunması, kavganın “değişime direnen iş dünyası”ndan kaynaklandığı yorumlarını zayıflatıyor.

 

Büyük medya sindirilmişken, AKP ile Doğan grubuna atfedildiği türden bir meselesi olmayan Ümit Boyner'in, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç ile mutabakat içinde, kitabın ortasından konuşan tutumu iktidarı öfkelendiriyor. AKP; TÜSİAD yönetiminin “kuvvetler ayrılığının ihlal edildiğine” ilişkin kaygılarını kamuoyuyla paylaşmasına, “yürütmenin yargı üzerinde artırılan yetkilerine” tepki göstermesine, “Kürt sorunu konusunda somut adım” çağrısı yapmasına, nihayet “türban takanların yanı sıra Alevilerin de inançlarını özgürce yaşamalarının önündeki Sünni engellerin kaldırılmasını” istemesine tahammül etmekte zorlanıyor.

 

Arınç'ın tüylerini neden diken diken oluyor?

 

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın, ilkokul seviyesindeki bir teşbih eşliğinde yaptığı açıklama da bu çerçevede anlam kazanıyor. Arınç'ın sözlerini hatırlayalım:

 

“İsmi Ümit hanımefendi, ama bütün ümitlerimizi boşa çıkaran, özgürlükçü görünen, ama arkadan korkularla, endişelerle bu tür şeyler... Bendeki kredisini tamamen tüketmiş durumda. Yani şu Anayasa referandumunun öncesi ve sonrasıyla, dünkü mülakatını okuyunca tüylerim diken diken oldu. Yanlış düşünceler, bunlara katılmıyorum.”

 

Arınç'ın “tüylerini diken diken eden” Ümit Boyner'in görüşleri, Cumhuriyet Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer'e yaptığı açıklamalarda yer alıyordu. O açıklamalarında Boyner, üniversitelerdeki türban yasağına karşı çıkarken başörtüsünün kamu çalışanları için de gündeme geleceğini, Türkiye'nin bunu yaşamaya alışmak zorunda olduğunu” söylemişti.

 

Nitekim Başbakan da, cuma günü Almanya'ya giderken yöneltilen “kamu çalışanlarının başörtülü çalışma talepleri” konusunda yöneltilen bir soru üzerine Boyner'in tahminini teyit etmiş, “Bunların hepsiyle ilgili yetkili bütün birimler çalışmalarını yapar, o çalışmadan sonra bunun kararı verilir” demişti.

 

Başbakan'ın yeni anayasa hazırlığıyla görevlendirdiği TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Burhan Kuzu da, Vatan gazetesine, isteyen kamu çalışanının başını örtmesi konusunda bir çalışma olmadığını belirtirken “Onu o gün düşünürsün” demeyi ihmal etmemişti.

 

Boyner'in, Erdoğan ve Kuzu'nun da teyit ettiği sözleri “tüylerini diken diken” edemeyeceğine göre Arınç neye öfkelendi?

 

Yanıtın bir bölümü kendi açıklamasında var, Arınç, “referandumun öncesi” diyerek TÜSİAD'a AKP'nin koyduğu mimin altını bir kez daha çizdi.

 

Yanıtın kalan bölümü, Ümit Boyner'in Cumhuriyet'te yayımlanan açıklamasında var ki, ihtimal Arınç'ı çileden çıkaran sözler arasında onlar da bulunuyor. O söyleşide Boyner, “Türkiye'de laiklik olmadığını, örneğin ateistler ve Aleviler de olmasına karşın devletin sadece Sünnilere hizmet verdiğini” söylüyor.

 

Ümit Boyner tehlikeli sularda dolaşıyor!

 

Başbakan'ın referandum kampanyasında dile getirdiği “Benim cezamı Alevi yargıçlar onayladı. Yargıda dede atamalarına son vereceğiz” sözleri ışığında bakıldığında, Boyner, AKP'yi çok öfkelendirecek sularda dolaşıyor! Nihayet başörtüsü yasağı konusunda inanç özgürlüğünü savunurken, ki öyle olmalı, cemevlerinin ibadethane sayılması talebi karşısında 8 yıldır kılını kıpırdatmayan bir iktidar karşısında bulunduğumuzu unutmamalıyız.

 

Gelelim, Başbakan'dan feyz alan diğer hükümet üyesine. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Ekonomi Gazetecileri Derneği'nin KOBİ'ler ve bilişim konusunda düzenlediği panelde bakın neler söylemiş:

 

“Bu sektör, yalnız bir sektör. Bilgisayarın tabiatı icabı herkes kendi başına bir şey yapıyor, hiç kimsenin birbiriyle teması yok. Bakarsanız bir böyle anlı şanlı sivil toplum kuruluşları var, sesi gür çıkan, çok çıkan, TOBB'du, TÜSİAD'dı, bilmem neydi. Bunların sesi kuvvetli çıkıyor, ama arkasında bir şey yok...”

 

AKP'lilerin ticarete atılan çocuklarının arkasında ne var?

 

Türk sanayi ve ticaret dünyasının en büyük kuruluşları olan TOBB ve TÜSİAD'ın “arkasında bir şey olmadığını” söyleyen Binali Yıldırım; kendisinin yönettiği Ulaştırma Bakanlığı ile iş yapan şirketlerden borç sağlayarak 20'li yaşlarının başında feribot satın alabilen oğlunun... Başbakan'ın denizcilik sektöründe ticaret yapan oğlu ile medya ve enerjide büyük oynayan Çalık Holding'i yöneten damadının ve patronunun... Unakıtan kardeşlerin trilyonluk işlerinin ve diğer AKP'li politikacı çocuklarının arkasında neler olduğunu, misal o mahfillerde ne kadar vergi ödendiğini söyleyebilir mi acaba?

 

Maliye, mutad olduğu üzere, çatlak ses veren TÜSİAD üyeleri ile meşgul olduğu için, belki Ulaştırma Bakanı kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama yapabilir!

 

İktidarın yeni sermaye düzeni tasarımı ile medya kurgusunu, geleneksel takıntıların şablonlarıyla değil, gerçeklikle ilişkimizi koparmadan değerlendirmemiz gereken bir dönemden geçiyoruz...