16 Eylül 2011
7 TİP'li delikanlı mezarda, evlat acısı çeken Ağar nikâhtaydı!
Mehmet Ağar, 30 Ekim 1951’de, emniyet müdürü olan babasının görev yaptığı Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde doğdu...
Mehmet Ağar, 30 Ekim 1951’de, emniyet müdürü olan babasının görev yaptığı Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde doğdu. 1957 yılında Şanlıurfa’da başladığı ilkokulu, polis babasının görev yerleri nedeniyle Gümüşhane, Bolu, Adana, Ankara ve Erzincan’da tamamladı. Ortaokul da Erzincan’da başlayacak, Kayseri, Diyarbakır ve Uşak’ta bitecekti. Lise o kadar maceralı olmadı, Ankara’da başladı, İstanbul’da Haydarpaşa Lisesi’ndesona erdi.
“Karakol bahçesinde büyüdü” sözü hakkındaki bir efsane değil, babasının tayinlerinin peşinde ilk gençlik yıllarına kadar kat ettiği Anadolu yılları nedeniyledir.
Liseden sonra emniyet bursuyla Mülkiye’nin (Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi) “Maliye” bölümünü bitirdi. Karakol bahçesinden genel müdürlüğe kadar emniyet ve idarenin bütün basamaklarında görev aldı.Kaymakamlık, Ankara ve İstanbul Emniyet müdürlükleri, Emniyet Genel Müdürlüğü, valilik ve nihayet İçişleri ve Adalet bakanlıkları görevlerinde bulundu.
“Polisin Genelkurmay Başkanı” olarak da anıldı. “Emniyet kariyeri”nden mi sayılır siz karar verin, Tansu Çiller’den sonra DYP Genel Başkanlığı da yaptı.
Emniyet yıllarında gazetecilerle iyi ilişkiler kurdu. Kendisiyle ne tanıştım, ne görüştüm, ancak Ankara ve İstanbul yıllarında, başı derde giren bazı gazetecilerden desteğini esirgemediğine tanık oldum.
Evlat acısından firari katil düğününe...
“Parlak” bürokratik ve siyasi kariyerinin ardından, bir insanın karşılaşabileceği en büyük acıyı da yaşadı Ağar. Kızı Yasemin’i, genç bedenine musallat olan tümör nedeniyle henüz 18 yaşındayken kaybetti.
Mehmet Ağar, 3 Kasım 1996’da, Susurluk’ta benzinlikten çıkan kamyona çarpan o meşhur Mercedes’in ortaya serdiği skandaldan tam 15 yıl sonra "suç işlemek için oluşturulan silahlı örgüt yöneticiliği"nden 5 yıl hapis cezasına çarptırılmış bulunuyor.
Susurluk’taki kazada sözüm ona polis tarafından aranan Abdullah Çatlı, polis şefi Hüseyin Kocadağ ve korucubaşı DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak’la aynı otomobilin içindeydi.
Ağar, bir ara aynı otomobilin içinde hayatını kaybeden bu ilginç ikili için, yani polisin güya aradığı Çatlı ile polis şefi Kocadağ’ın birlikteliği için “Çatlı yakalanmış emniyete götürülüyordu” der gibi oldu, ama bu mevzuyu daha sonra fazla uzatmadı.
Ağar’a verilen ceza ne anlama geliyor?
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Abdullah Çatlı’ya silah ruhsatı ve pasaport sağlamakla da suçlandığı davada, duruşmalara bir kez katılan ve sonra duruşmadan vareste tutulan Ağar’ın “iyi hali”ne hükmederek ceza indirimi de uygulamış. Şimdi Yargıtay, Ağar’ın itirazını inceleyecek, mahkemenin kararını yerinde görüp onaylamazsa cezanın az ya da çok olduğuna hükmederek yargılamanın yenilenmesine hükmedecek. Ağar’ın cezası ya da beraati bu sürecin sonunda kesinleşecek.
Bu aşama için ne söyleyebiliriz?
Yargılama sonucu henüz kesinleşmedi. Ancak, yıllarca dokunulmazlık, yetkili mahkeme trafiği nedeniyle aksayan yargılamanın şu an için sonucu, davada “devlet içinde çete kurulduğunun” nihayet kabulüdür. Bu durum, bir yargılamanın sonunda değil, henüz başında olduğumuzu gösteriyor!
Tansu Çiller hükümeti döneminde, 1993-1994 yılında işlenen karanlık cinayetler için önemli itiraflarda bulunan Özel Harekât polisi Ayhan Çarkın “Her şeyden Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ve Özel harekât Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin’in de haberi olduğunu” öne sürdü.
Ankara’da bir gecede katledilen 7 delikanlı
Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Abdullah Çatlı ve diğerleri…
Ağar’ın ikinci hikâyesi burada başlıyor. Biraz gerilere giderek anlatalım.
Ankara’da bir grup Ülkücü, 9 Ekim 1978 akşamı önemli bir eylemin hazırlığını yapmaktadır. Planı, Ülkü Ocakları İkinci Başkanı ,Ülkücülerin “Reis”i Abdullah Çatlı yapmıştır. Hedef, Bahçelievler 15. Sokak’taki 56 numaralı binanın 2 numaralı dairesinde ikamet eden Türkiye İşçi Parti’li (TİP) gençlerdir.
Eylem, “İdi Amin” lakaplı Haluk Kırcı’nın keşif çalışmasıyla başlar. Kapıyı gizlice dinleyen Kırcı, evde 2-3 kişi olduğunu bildirince, o gece harekete geçilmesine karar verilir. Sokağa ve apartman girişine birer gözcü bırakılır. Çatlı, sokağın sonunda otomobil içinde bekler. Haluk Kırcı, yanındaki üç ülkücü, Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz ve Kürşat Poyraz’la kapıyı çalar ve kapı aralanınca yüklenerek içeri dalar.
İçerde, televizyon izleyen olan TİP üyesi 5 üniversite öğrencisi vardır. 23 yaşındaki Serdar Alten (Hacettepe Fen Fakültesi Matematik Bölümü), 26 yaşındaki Hürcan Gürses (Ankara Devlet Mühendislik Akademisi), 23 yaşındaki Efraim Ezgin(Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi Gazetecilik Bölümü) ve ikisi de 20 yaşında olan ve Hacettepe İstatistik bölümünde okuyan Latif Can ile Osman Nuri Uzunlar.
Saldırganlar, evde silah olmamasına şaşırır. Öğrencilerin ellerini arkadan bağlayarak yüzükoyun yere yatırırlar. Ancak, evde düşündüklerinden çok öğrenci çıkmıştır. Ne yapacaklarını Çatlı’ya sorarlar. Çatlı biraz sonra eter ve pamukla gelir. Öğrenciler önce eter koklatılarak bayıltılır.
Tam bu esnada kapı çalınır. Haluk Kırcı ve ekibi kapıyı açar. Evdekilerin arkadaşı iki TİP’li öğrenci daha ziyarete gelmiştir; Faruk Erzan ve Salih Gevence. Onlar da derdest edilir.
Saldırganlar, birkaç kişi hesap ettikleri öğrencilerin sayısı 7’ye çıkınca ne yapacaklarını bilemezler. Yine Çatlı’ya sorulur. Talimat, bayıltılanlardan sonra gelen 2 kişinin Çatlı’nın beklediği otomobile getirilmesi yönünde olur. Erzan ve Gevence getirilince, Haluk Kırcı’nın da bindiği otomobil Eskişehir yoluna doğru hareket eder. 10 dakika kadar sonra otomobil durur, iki öğrenci yolun bitişiğindeki tarlada birkaç yüz metre öteye götürülür ve kafalarına üçer kurşun sıkılarak katledilir.
Tekrar otomobile binilir ve Bahçelievler’e dönülür. Plan, evde bayıltılanların da Eskişehir yoluna götürülmesidir. Ancak, öğrencilerden Serdar Altan’ın uyanmaya başlaması ve yoldan geçen polis otomobilinin yarattığı telaşla, infazın evde yapılmasına karar verilir.
Saldırganlar, öğrencileri nasıl öldüreceklerini tartışmaya başlar. Haluk Kırcı, öğrencilerden Osman Nuri Uzunlar’ı mutfağa götürerek tel askıyla boğmaya çalışır. Başarılı olamayınca yüzüne havluyla bastırarak boğar.
Bu vahşet sırasında zorlanan Kırcı, kalan 4 öğrenciyi zorlanmadan öldürmeye karar verir ve içeride bekleyen “silah arkadaşları”ndan dışarı çıkmalarını ister. Biraz önce Eskişehir yolunda kullandığı silahı alır. Yerde yüzükoyun elleri bağlı yatan gençlerin üzerine tabancasındaki mermileri boşaltır ve koşarak evden ayrılıp Çatlı’nın yanına gider.
Firari katilin sürpriz tanığı
7 TİP’li delikanlının birkaç saat içinde katledildikleri vahşetin baş tetikçisi Haluk Kırcı yakalandıktan sonra iki kez “yanlışlıkla” tahliye edilir. Af düzenlemesiyle cinayet suçunun cezası 10 yıla inmiştir. Kırcı’nın infazı da 7 değil, 1 cinayet üzerinden hesaplanır ve 1991 yılında tahliye edilir!
İtiraz üzerine skandal ortaya çıkar. Kırcı aranmaya başlanır, ama bulunamaz. Aslında pek saklanmamış, firari durumdayken memleketi Erzurum’da 1992 yılında düğün bile yaparak evlenmiştir. Ve firari katliam mahkûmu Haluk Kırcı’nın nikâh tanığı, o sırada Erzurum Valisi olan Mehmet Ağar’dır!
İpekçi’nin katiline uzanan devlet eli
Yolları on yıllar içinde çok önemli noktalarda buluşan devlet himayesindeki ilginç bir ekipten söz ediyoruz.
Türkiye basınında büyük bir dönüşüme imza atan Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979’da, Ülkücü Mehmet Ali Ağca tarafından katledildi. Katil, cinayetten yaklaşık 5 ay sonra, 25 Haziran 1979'da yakalandı.
Polisin sorgu için istediği ek süreyi Sıkıyönetim Komutanlığı vermedi ve Ağca yakalandıktan 128 gün sonra, 25 Kasım 1979'da, Türkiye'nin en iyi korunan yerlerinden olan Maltepe Askeri Cezaevi'nden askerlerin de yardımıyla kaçırıldı.
Hakkında yapılan yargılamadan sonra Ağca idam cezasına çarptırıldı. İdam cezası daha sonra ağırlaştırılmış müebbete çevrildi, gasp suçları da cinayet suçuyla içtima edilerek bu sürenin içine kondu. “Rahşan affı” diye bilinen afla “müebbet hapis” cezaları 10 yıla indirildi. Böylece Ağca'nın cinayet ve gaspları için yatacağı toplam süre 10 yıla düşürüldü.
Kırcı’dan sonra Ağca’ya da ‘yanlış’ tahliye
Ağca, Papa’ya suikast girişiminden dolayı İtalya'da 19 yıl 1 ay cezaevinde kaldıktan sonra 14 Haziran 2000'de Türkiye'ye iade edildi. Ancak Ağca'nın İtalya'da yattığı süre, Türkiye'de zaten 10 yıla indirilmiş bulunan cezasından düşüldü ve bütün dünyayı şaşırtan bir kararla, 12 Ocak 2006'da tahliye edildi.Yapılan itirazın ardından, aynı Haluk Kırcı gibi, Ağca’nın da “yanlışlık”la tahliye edildiği anlaşıldı. Skandalın ortaya çıkması üzerine 8 gün sonra döndüğü cezaevinde 18 Ocak 2010'a kadar kalmasına karar verildi.
İtalya’da Papa’yı yaraladığı için 19 yıl 1 ay cezaevinde kalan Ağca’nın, Türkiye’de İpekçi’yi öldürdüğü ve işlediği gasp suçları için toplam 10 yıl yatması yeterli görülmüştü!
Evet, “ekip” demiştik.
Cezaevinden kaçırıldıktan sonra Ağca'nın evinde saklandığı isim, ülkücülerin “Reis”I, Bahçelievler katliamının yönetmeni ve 12 Eylül darbesinden sonra devletin operasyonlarda kullandığı elemanı Abdullah Çatlı'ydı.
İpekçi cinayetindeki ülkücü ekibin diğer isimleri suikasti yönlendirmekle suçlanan Oral Çelik, Ağca'nın bir ara “asıl suikastçı” olduğunu belirttiği Yalçın Özbey ve İpekçi'yi öldürmeye azmettirmekle suçlanan Mehmet Şener'di. Şener, Ağca'nın cinayetten sonra MHP Aksaray İl Başkanlığı'nda silahı teslim ettiğini söylediği kişiydi.
Mehmet Ali Ağca, Abdullah Çatlı, Oral Çelik, Yalçın Özbey ve Mehmet Şener'in adı, devlet-siyasetçi-mafya ilişkilerini ortaya çıkaran Susurluk skandalında da yan yana gelecekti.
Nevşehir kardeşliği
Ağca, askeri cezaevinden kaçırıldıktan bir süre sonra, Oral Çelik tarafından Abdullah Çatlı’nın memleketi Nevşehir'e götürüldü. 24 Ocak 1993’te katledilen gazeteci Uğur Mumcu ortaya çıkardı ki; Abdullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca, Mehmet Şener ve arkadaşları Ömer Ay Nevşehir Emniyet Müdürlüğü'nden aldıkları sahte pasaportlarla yurtdışına çıkmışlardı.
O sırada Nevşehir Emniyet Müdürlüğü’nde “ekip”ten önemli bir isim çalışıyordu; İbrahim Şahin! Ayhan Çarkın’ın, özellikle Kürt işadamı, avukat ve siyasetçileri hedef alan 1993-1994 cinayetlerinden sorumlu tuttuğu İbrahim Şahin...
Susurluk skandalı patladıktan sonra ortaya çıkan fotoğrafta, sözüm ona polisin aradığı Çatlı ile “Emniyet Özel Harekât Daire Başkan Vekili” olarak göbek atan İbrahim Şahin…
O yıllarda yurtdışına sahte pasaportla kaçak Ülkücü ihraç eden Nevşehir Emniyet Müdürlüğü’nün pasaport bölümünde daha sonra yangın çıkacak, bütün evrak yok olacaktı!
Kontrgerilla-asker-MHP ilişkilerini soruşturan Ankara Savcı Yardımcısı Doğan Öz, Kahramanmaraş katliamı davasının görüldüğü Adana’ya atanıp silahlı ülkücüleri etkisiz hale getirmeye başlayınca 37 yaşında katledilen Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul ve daha niceleri…
Türkiye’nin planlı olarak 12 Eylül darbesine sürüklendiği 1970’li yılların ekibinin 1990’lı, 2000’li yıllara uzanan inanılmaz öyküsüdür bu.
Mehmet Ağar hakkındaki mahkeme kararı, işte bu nedenle bir yargılamanın sonu değil, tam tersine, bugüne kadar yok edilmeye çalışılan bir defterin henüz açılan ilk sayfasıdır…
Bahçelievler katliamından sonra Erzurum’da yapılan o firari düğündeki gibi “iyi günde kötü günde” birlikte yazılmış bir defterin ilk sayfası…