Doğan Akın

06 Aralık 2010

25 SORUDA WİKİLEAKS, AKP VE GAZETECİLİKCİLİK!

Hayır. Wikileaks, 1971 yılında Avustralya'da doğan hacker Julian Assange öncülüğünde devletler, hükümetler...


1- Wikileaks bir gazeteci örgütü mü?

Hayır. Wikileaks, 1971 yılında Avustralya'da doğan hacker Julian Assange öncülüğünde devletler, hükümetler ve resmi kuruluşların suistimallerini ortaya çıkarmak amacıyla bir araya gelen gönüllüler tarafından kurulduğu belirtilen bir internet sitesi. 2006 yılında kurulan ve geleneksel anlamda “gazetecilik” iddiası olmayan site kendisini “halkın istihbarat servisi” olarak niteliyor.

2- Wikileaks ne demek?

Wiki, İngilizce "What I know is..." ifadesinin, sözcüklerin baş harfleriyle kısaltılmış hali. İfade Türkçeye çevrildiğinde “benim bildiğim”, “bildiğim kadarıyla” anlamına geliyor. Wikileaks, Wikipedia gibi  kullanıcıları sitedeki içeriği birlikte oluşturmaya, katkı vermeye çağırıyor. “Leaks” de Türkçede “sızdırma” anlamına geliyor. Kurucusu Julian Assange dünya medyasında “bay sızıntı” olarak adlandırılan Wikileaks, bugüne kadar sızdırma belgelerle yaptığı yayınlarla dünya gündemini etkiledi.

3-  Wikileaks medyayı nasıl değiştiriyor?

Wikileaks, internetle birlikte gazeteciliğin yeniden inşasında en önemli dönemeci ifade ediyor. Site yayımladığı ham bilgilerin yanı sıra köklü medya kuruluşlarıyla işbirliği de yapıyor. Wikileaks, Amerikan ordusunun Irak ve Afganistan'daki yazışmalarını da içeren türde belgelerin doğruluğunu teyit ettikten sonra ABD'de New York Times, İngiltere'de The Guardian gazeteleri ve Almanya'da Der Spiegel dergisi ile işbirliği yaptı. Uzman editör ve muhabirleri bulunmayan Wikileaks, işleyelemediği belgeleri bir ay önce bu kuruluşlara teslim etti. ABD'nin Afganistan belgelerini 10-15'er kişilik ekiplerle bir ay boyunca inceleyen The New York Times, The Guardian ve Der Spiegel hazırladıkları özel dosyaları, Wikileaks de ham belgeleri 26 Temmuz 2010'da eş zamanlı olarak yayımladı. Medya tarihinde bir ilk olan bu anlaşmanın kapsamı, Amerikan diplomatlarının dünyanın her yerinden Washington'a gönderdiği raporların yayınında genişledi. Yayıncı ekibe Fransa'dan Le Monde, İspanya'dan da  El Pais katıldı. Bu süreçte “ham bilgi sağlayıcı” olan internet ile onu değerlendiren “uzman gazeteciliğin” ilk işbirliği “gazeteciliğin yeniden inşası” olarak değerlendiriliyor.

4- Bu durumun geleneksel gazetecilikten farkı ne?

Geleneksel gazetecilik “daha tek taraflı” bir süreçte tamamlanıyordu. Habercilik tekelini elinde bulunduran gazeteciler bilgiye ulaşıyor, ulaştığı ya da kendisine ulaştırılan bilgileri değerlendiriyor ve yayımlıyordu. İnternet, gazeteciliği böyle “tek taraflı”bir süreç olmaktan çıkardı. Gazeteciliğin tek taraflı bir süreç olmaktan çıkması iki temel üzerinde gelişti. Birincisi; “yurttaş gazeteciliği” denilen, gazeteci olmayanların bulundukları bölgeden, tanık oldukları olaylardan haber siteleri ve televizyonlara içerik göndermesiydi. Gazeteciliği tek taraflı bir süreç olmaktan çıkaran ikinci gelişme, Wikileaks gibi “ham bilgi terminalleri” oldu. Ham bilgi ve belgenin bir şekilde ulaştırıldığı mecralar, gazetecilik sürecinde “bilgi toplama”yı kolektifleştirdi.

5- Son dalgada yayımlanan belgelerin özelliği ne?

Amerikalı diplomatların, başta Türkiye olmak üzere dünyanın her yerinden Washington'a gönderdikleri yazı ve raporlardan oluşan 251 bin 287 belgenin yayımlanacağı duyuruldu. Geçen hafta yayımlanan bölüm, bu sayının binde 1'i bile değil. Yayımlanan belgelerin sızdırılması konusunda adı öne çıkan isim, ABD ordusunda “Irak İstibarat uzmanı” olarak görev yapan ve halen tutuklu bulunan Bradley Manning oldu.

6- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve hükümetin belgelerin sızdırılıp yayımlanmasının arkasında İsrail'in bulunduğu iddiası nereden kaynaklanıyor?

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, bu iddialarının dayanağı olarak, İsrail Başbakanı Netanyahu'nun “belgelerin yayınından ülkesinin zarar görmediği” yolundaki sözlerini gösterdi. Netanyahu, bölgede İran'ı tehdit olarak gören tek ülkenin İsrail olmadığını gösteren belgelerin ülkesinin tezlerinin haklılığını ortaya koyduğunu söylemişti. Belgelere göre Suudi Arabistan Kralı Abdullah ABD'yi İran'a müdahale etmeye kışkırtarak “yılanın başının ezilmesini” istiyordu. Amerikalı diplomatların raporlarına göre, Katar Emiri de, İran'ın söylediği 100 şeyden sadece birisine inanmak gerektiğini vurguluyordu.

7- Hükümet sadece Netanyahu'nun sözleri nedeniyle mi belgelerin yayını konusunda İsrail'i suçluyor?

Hayır. Zira belgelerde hükümetin tepkisini çekecek çok sayıda İsrail değerlendirmesi bulunuyor. Örneğin görevini henüz devreden MOSSAD Başkanı Meir Dagan 17 Ağustos 2007'de ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Burns arasında ile yaptığı görüşmede, “Türkiye'de İslamcılığın yükselişe geçtiğini” iddia ederken, "Burada soru, kendini Türkiye'nin laik kimliğinin koruyucusu olan Türk ordusunun daha ne kadar sessiz kalacağı" ifadelerini kullanıyor. AKP'yi kızdıran değerlendirmeler arasında, Başbakan'ın “dini nedenlerle İsrail'den nefret ettiği” yolundaki iddialar da bulunuyor. Yazışmalara göre, İsrail'in Ankara Büyükelçisi Gaby Levi 26 Ekim 2010'da, ilişkilerin kötüleşmesinde “suçun çoğunlukla  Başbakan Tayyip Erdoğan'a ait olduğunu” söylüyor ve “Erdoğan'ın öfkeli açıklamalara” konu ettiği Gazze'yi “iç siyaset malzemesi yapmak”la suçluyor. ABD Ankara Büyükelçiliği'nin raporunda, “Levy (…) Erdoğan'ın sertliğini derinlerde olan bir duyguyla bağdaştırdı. 'Erdoğan köktenci, bizden dini açıdan nefdret ediyor' dedi” bilgisi aktarılıyor. Amerikan büyükelçiliği, bu bilgileri aktardıktan sonra belgeye eklediği “yorum”da “Hem Türk hükümeti içinden, hem de hükümet dışı bağlantılarla Türkiye'nin İsrail ile kötüleşen ilişkileri üzerine yaptığımız tartışmalar, Levy'nin Erdoğan'a karşı nefretini doğrular nitelikteydi” deniyor.

8- Erdoğan ve çevresi için belgelere yansıyan Amerikan algılaması nasıl?

Bu algı, 1 Mart 2003 tezkeresinin reddedildiği dönemden günümüze doğru belirgin bir şekilde değişiyor. Örneğin 30 Aralık 2004 tarihli Ankara Büyükelçiliği raporunda, Erdoğan ve çevresi için “Sünni kardeşlik” vurgusu yapılıyor ve “Erdoğan (ve Gül de dahil olmak üzere etrafındakiler), hem içeride, hem de dışarıda uyumlu ve uygulanabilir politikalar uygulamalarını engelleyen Sünni önyargılara  ve duygusal tepkilere sahip” ifadesi kullanılıyor. 11 Ağustos 2006 tarihli raporda, “Erdoğan hiçbir zaman İsrail'e karşı olumlu eğilim göstermeyen ve savunuculuğunu yapmak istediği Sünni destekçilerine oynuyor” deniyor. Erdoğan, bakanları ve danışmanları hakkında “gizli hesaplar” ve “yolsuzluk” gibi iddialara itibar edilmesi de, aynı dönemlere rastlıyor. Ancak ilerleyen dönemlerde, özellikle Eric Edelman'dan sonra Ankara Büyükelçiliği görevine gelen Ross Wilson ile James Jeffery döneminde ABD'nin AKP algısında bir onarım çabası dikkat çekiyor.

9- Bu algının normalleşmesi yolunda yazışmalarda dikkat çeken ifadeler var mı?

Var. Erdoğan'ın çevresinde “işkolik, mükemmelliyetçi, adil, şefkatli” biri olarak değerlendirildiği belirtiliyor. Ankara'dan sonra ABD'nin Bağdat Büyükelçiliği görevini üstlenen James Jeffery döneminde Washington'a gönderilen büyükelçilik raporu önemli tespitler ve tavsiyeler içeriyor. Örneğin, AKP hakkında açılan kapatma davası “demokrasi ve istikrar için büyük handikap, seçilmeyen ve önem derecesi düşürülmüş bürokrasinin Erdoğan ve popüler demokrasiye karşı intikamı” ifadesiyle değerlendiriliyor. AKP döneminde yaşanan gelişmelerin “Türkiye'nin ABD için, tehlikeli bölgede oldukça önemli bir müttefik olduğu gerçeğini değiştirmediği”, “Türkiye'nin Müslüman ülkeler arasında en demokratik ve özgür ülke” olduğu vurgulanıyor.

10- Belgeler arasında, Amerikalı dipomatların, Wasphington'u Türkiye konusunda uyardıkları, tavsiyelerde bulundukları metinler de bulunuyor mu?

Bulunuyor. Örneğin 11 Nisan 2008 tarihli raporda Ankara Büyükelçiliği, “ABD'nin duruşu” konusunda Washington'a özetle şu tavsiyelerde bulunuyor:
“ABD'nin Türklerin kendi ülkelerinin geleceğine yönelik tartışmalara müdahale etmemesi gerekiyor. Müdahale, ABD'yi kendi çıkarına ters düşen bir şekilde etkisiz kılabilir ve ülkenin demokratik değerlerine zarar verebilir. (…) ABD'nin müttefiklik ve ortaklık tanımlamamıza uygun hareket ederek, demokratik kuruluşlarının, Türkiye'nin demokratik değerlere ve laiklik prensibine olan bağlılığının güçlü bir destekçisi olduğumuzu kanıtlamalıyız. Türk liderleri ve kuruluşları istikrarı güçlendirecek ve bölgede ve ülke içinde fikir birliği yaratacak pragmatik çözümler bulma konusunda teşvik etmeliyiz. Türkiye'nin AB üyesi olma hedefini ve yasal, siyasi ve ekonomik alanda gerçekleştirilecek reformları desteklemeliyiz. Irak, Afganistan, Kafkaslar ve Balkanlar konusunda ortak çıkarlar adına, terörizm, enerji güvenliği, Kıbrıs sorunu ve bölgedeki diğer sorunlar konusunda Türkiye ile çalışmaya hevesli olmalıyız.”

11- Belgelerde, AKP döneminde ABD'nin Türk dış politikası algısında neler öne çıkıyor?

Ahmet Davutoğlu, İsrail karşıtlığı, Hamas ve İran'la diyalog. Belgelerde Davutoğlu konusunda önemli güvensizlik kayıtları dikkat çekiyor. Davutoğlu'nun Erdoğan ve Gül'e yakınlığının Dışişleri ile hükümet çevresi arasında “bölünme”ye neden olduğu savunuluyor.  “Suç ortağı olsun olmasın (biz olduğuna inanıyoruz) Gül birtakım çabalarıyla adını kirletti. Dışişleri Bakanlığı'na ağırlık kazandırıp kazandırmamak konusunda karar vermeli” ifadesi kullanılıyor (11 Ağustos 2006). “Türkiye'nin, bütün motivasyonuna karşın İran'ı hiçbir zaman duruşunu değiştirmeye ikna edemediği” savunulan 4 Aralık 2009 tarihli yazıda “Davutoğlu Türk dış politikasını kontrol ettiği sürece, Ankara'nın İran'la iki taraflı ve çok taraflı ilişkiler kurma çabalarını sürdüreceği, ilişkileri maksimuma çıkarmak için bölgesel ve uluslararası kurumlarla işbirliği yapacağı” bir akademisyene atıfla aktarılıyor. 25 Mart 2005   tarihli belgede Davutoğlu'nun “yeni-Osmanlıcı fantezilerin içinde kaybolduğu” iddia ediliyor. “Bir muhafazakâr”a dayanarak Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün Davutoğlu için “aşırı tehlikeli” dediği öne sürülüyor. Gönül'ün bu iddiayı yalanladığını not edelim.

12- ABD'li diplomatlar AKP hakkında Washington'a nasıl bir hava yansıtıyor?

Bu konuda homojen bir değerlendirme olmadığı dikkat çekiyor. Ancak “Abdullah Gül'ün Erdoğan'ın dış gezilerinde perde arkasından entrika çevirmeye devam ettiği, Erdoğan'ın altını oymaya ve partinin daha büyük bölümünü kendi kontrolüne almaya çalıştığı” yolunda AKP zirvelerini rahatsız edecek çok sayıda değerlendirme belgelerde yer alıyor. Erdoğan için “karizmatik, sokaktaki insanın izini taşıyan, inanılmaz bir hafızası olan, çok güçlü ve pragmatik yönleri bulunan” ifadeleri de kullanılıyor, “aşırı gururlu, Allah'ın kendisine Türkiye'yi yönetme görevi verdiğine inanmış, otoriter, çok okumayan” türünde ifadeler de. 8 Aralık 2005 tarihli belgedeki “AK Parti'nin İdeolojik Akımları” başlığı dikkat çekiyor. Bu başlık altında AKP içindeki akımlar “Dindarlar”, “Milliyetçiler”, “Pragmatistler”, “Kişisel sadakati olanlar”, “AK Parti'nin Kürt milletvekilleri” diye sıralanıyor. Belgelerde AKP konusunda yolsuzluk, usulsüzlük gibi iddialara itibar edildiği, ancak bunların temellendirilmediği dikkat çekiyor.

13- Yolsuzluk usulsüzlük iddialarında kimlerin adı nasıl geçiyor?

30 Aralık 2004 tarihli belgede, Başbakan Erdoğan'ın danışmalarından Cüneyd Zapsu, Egemen Bağış, Ömer Çelik, Mücahit Arslan ve özel kalem müdürü Hikmet Bulduk hakkında isim verilerek kuşku dile getiriliyor:
“Parti içinde ise Erdoğan'ın güce duyduğu iştah, sert bir otoriter tarz ve diğerlerine karşı derin bir güvensizlik olarak kendini gösteriyor. Erdoğan ve eşinin eski bir dini danışmanı, 'Tayyip Bey Allah'a inanır ama güvenmez' dedi. Kendisini dalkavuk (ama kibirli) danışmanlardan oluşan demir bir halkayla çeviren Erdoğan, kendisini izole ettiği için güvenilir bilgi alamıyor ve ABD'nin Tel Afer, Felluce ve diğer yerlerdeki operasyonlarının bağlamını ve hakikatlerini göremiyor. Erdoğan üzerinde İslamcı görüşün etkisini anlatmak için muhafazakâr Savunma Bakanı Gönül, kısa bir süre önce bize Gül'ün yakın çalışma arkadaşı Davutoğlu'nu 'aşırı tehlikeli' olarak tanımladı. Bakanlardan milletvekillerine ve partinin entellektüel isimlerine kadar AKP içindeki bütün kontaklarımız Erdoğan'ın diğer dış politika danışmanlarını (Cüneyd Zapsu, Egemen Bağış, Ömer Çelik, Mücahit Arslan ve özel kalem müdürü Hikmet Bulduk) yetersiz, bilgisiz ve yolsuzluğa karışmış olarak nitelendiriyor.”

14- Erdoğan'ın gizli hesapları ve servetinin kaynağı hakkındaki kuşku nasıl ifade ediliyor?

20 Ocak 2004 tarihli belgede, “Erdoğan'ın servetini belediye başkanlığı döneminde rüşvetle elde ettiği iddialarının kanıtlanamadığının” altı çiziliyor. Ancak yaklaşık 11 ay sonra Washington'a gönderilen 30 Aralık 2004 tarihli belgede, “AKP liderliği ve yönetimi hakkındaki sorular” başlığı altında şu iddialara yer veriliyor:
“... Üçüncü konu ise yolsuzluk. AKP, yolsuzluğu ortadan kaldıracağını söyleyerek iktidara geldi. Ancak, AKP içinden giderek daha fazla sayıda kişi bize bakanların akrabaları arasında hem ulusal hem bölgesel hem de yerel düzeyde çıkar çatışmalarının ya da ciddi yolsuzlukların olduğunu söylüyor. İki kontağımızdan Erdoğan'ın İsviçre bankalarında sekiz hesabının olduğunu öğrendik. Erdoğan'ın zenginliğinin kaynağı için oğlunun düğününde takılan takılarını göstermesi ve bir Türk işadamının sadece fedakârlık amacıyla çocuklarının okul masraflarını karşıladığı yönündeki açıklamaları yavan kalıyor.”

15- Bakanların adları yolsuzluk iddialarıyla nasıl ilişkilendiriliyor?

Eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ve Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen hakkında ağır iddialar dile getiriliyor. Ancak belgelerde temellendirilmeyen bu iddialar “dedikodu” düzeyinde kalıyor. Örneğin 30 Aralık 2004 tarihli belgede “Bize verilen bilgilere göre yolsuzluğa bulaştıkları bilinen isimler arasında İçişleri Bakanı Abdullah Aksu, Dış Ticaret Bakanı Kürşad Tüzmen ve AKP İstanbul İl Başkanı Müezzinoğlu yer alıyor...” ifadesi yer alıyor. 

8 Haziran 2005 tarihli belgede de Aksu ve Tüzmen'le birlikte eski Bayındırlık Bakanı Zeki Ergezen’in de adı geçiyor. Belgedeki bölüm şöyle:

“… İkincisi ise Bayındırlık Bakanı Zeki Ergezer. İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu'ya yakınlığıyla bilinen ve Gül ile de sıkı bağları olduğu belirtilen Ergezer, 'gavurlar' sözüyle tepki çekmişti. Yolsuzluk iddialarıyla da suçlanan Ergezer, Erdoğan'ın sözünü verdiği 15 bin kilometre uzunluğunda bölünmüş yol sözünü de yerine getirememişti. Ergezer'in, Fethullah Gülen'in önemli takipçilerinden Galip Demirel'in kızı Güldal Akşit'le de yakınlığı bulunuyor…

… Aksu'nun Kürt'leri kayırması, eroin ticaretiyle ilişkisi olduğu iddiaları, genç kızlara olan bilinen ilgisi ve oğlunun mafya ile bağlantıları kabine içinde onu zayıf halka haline getiriyordu. Erdoğan, devlet kurumlarının bu zayıf noktaları her an kullanabileceğini biliyordu…

…Eski bir aşırı milliyetçi ve MHP'li olan Tüzmen, Irak'la gıda karşılığı, petrol işlerine karıştı ve birçok kaynak tarafından her türlü rüşvete açık bir insan olarak tanımlanıyor…”

16- Bilgi alınanlar arasında kimlerin adı verililiyor, adları “XXX” diye geçiştirilenler hakkında fikir veriliyor mu?

Belgelerde bilgi kaynakları konusunda genellikle isim verilmiyor, ancak mensubiyet belli ediliyor. Örneğin 25 Mart 2005 tarihli belgede Erdoğan'ın düşmanlığından korkanlar şöyle anlatılıyor:

“Başbakan Erdoğan yalnızlaştırılmış durumda. Kabinesi ve parlamentodaki grubuyla temasını yitirmiş durumda. Erdoğan'a yakın milletvekileri ve bakanlar bize, Başbakan'la artık kolay iletişim kuramadıklarını ve Erdoğan'ın gazabına maruz kalacakları korkusuyla elleri bağlı şekilde secde ettiklerini belirtiyor.”

8 Haziran 2005 tarihli belgede ise, Amerikalı diplomatlar AKP'deki “dolaylı” kaynaklarından birinin eski Enerji Bakanı AKP Ordu Milletvekili Hilmi Güler olduğunu telaffuz ediyorlar. Belgede, Erdoğan'ın kabineyi şekillendirirken artık Abdullah Gül'ün  tercihlerine boyun eğmediği belirtilerek şöyle deniyor:

“Enerji Bakanı Hilmi Güler'in 6 Haziran'da yakın kaynaklarımızdan birine söylediğine göre, Erdoğan bu kararı, Gül ve çevresindekilerin kendi politikalarına ne kadar zarar verdiğini anladıktan sonra verdi.”

İlgisiz olabilir, ancak Hilmi Güler'in 2009'da yapılan revizyonda kabine dışında bırakıldığını not edelim.

Belgelerde gazeteci olarak adı geçen kişi, Akşam gazetesinin eski Ankara Temsilcisi Nuray Başaran. Başaran'la ilgili aktarılan bölüm bir gazeteci-diplomat görüşmesi sınırları içinde görünüyor.

17- Belgeler, ABD'li diplomatların temas kurdukları askerlere telkinlerini de içeriyor mu?

23 Mayıs 2007 tarihini taşıyan “Türk ordusu ve demokrasi” konulu belgede, daha sonra Ergenekon savcılarınca ifadesi alınan dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Ergin Saygun ile ABD'nin Türkiye Maslahatgüzarı Nancy Mc Eldownay arasındaki görüşme aktarılıyor. “E-muhtıra” olarak anılan 27 Nisan bildirisi için Saygun'un “ordunun sadece laikliği korumak için sesini yükselttiğini” belirten Saygun'a maslahatgüzarın “Türkiye'nin en değerli özelliğinin laik ve demokratik bir ülke olduğu ve bu iki özelliğin korunması gerektiği” yanıtını verdiği vurgulanıyor. Amerikalı diplomatın “demokrasi telkini” Saygun'un “istidikleri takdirde sokaklara tankları gönderebileceklerini” söylemesinin ardından da devam ediyor.

18- Wikileaks'in ilk partide yayımladığı belgeler Türkiye dışından Türkiye'ye ilişkin önemli kayıtlar da içeriyor mu?

İçeriyor. Bunlardan birisi, Rusya'nın PKK'ya silah sağladığı iddiasının Amerikan diplomatlarının yazışmalarına yansıması. Belgelere göre, bu iddiayı Rus mafyasının Avrupa’daki faaliyetlerini soruşturan İspanyol savcı Jose Grinda Gonzales dile getirdi. Belgelere göre savcı Gonzales 13 Ocak 2010 tarihinde Amerika’nın Madrid Büyükelçiliği görevlilerine, Rus mafyası ile Kremlin ve Rus istihbaratı arasındaki bağlantı üzerine brifing verdi. Madrid Büyükelçiliği’nden ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen telgraflara göre, Rusya’nın “gerçek bir mafya devleti” haline geldiğini ileri süren Gonzales, Rus gangsterlerin Kremlin ve Rus istihbaratından yakın destek ve koruma gördüğünü söyledi. Moskova’nın “üstlenmek istemediği” ya da “suçüstü yakalanma riskinden kaçınmak istediği” kirli işlerde organize suç gruplarını kullanma stratejisi izlediğini söyleyen İspanyol savcı, bu ülkenin “Türkiye’yi destabilize etmek için” Rus mafyası aracılığıyla PKK’ya silah yardımı yaptığını öne sürdü. Belgede PKK’ya silah satışını halen İspanya’da tutuklu olan Rus mafya lideri Zahary Kalaşov’un yaptığı belirtildi. Wikilaeks’in sızdırdığı belgeyi yorumlayan İsveçli güvenlik uzmanı Svante Cornell de, Rusya’nın, Türkiye’nin Çeçen militanlara yardım etmesini engellemek için PKK’yı kullandığını belirterek, Sovyet döneminde de PKK’ya destek verildiğini vurguladı.

19 - Wikileaks'e sızdırılan Amerikan belgeleri Türkiye'de nükleer silah bulundurulduğunu teyit ediyor mu?

ABD'nin Berlin Büyükelçiliği'nce hazırlanan 12 Kasım 2009 tarihli belgeye göre, evet. Belgede, ABD'nin Berlin Büyükelçisi Philip D. Murphy, ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Philip Gordon ile Almanya’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Christoph Heusgen’in görüşme kaydı yer alıyor. Belgede, hükümet anlaşması uyarınca Almanya’daki tüm nükleer silahların kaldırılması planıyla ilgili konuşmalar bulunuyor. Heusgen, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in plana sıcak bakmadığını, ancak Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle’nin bu konuda ısrarcı olduğunu söylüyor. Heusgen, “Rusya’da hâlâ binlercesi varken Almanya’dan 20 taktik nükleer silahı tek taraflı olarak çekmenin anlamlı olmadığını”, iki tarafın da aynı şeyi yapması gerektiğini belirtiyor. Gordon da Almanya’nın bu silahları kaldırmadan önce olası sonuçlarını göz önünde bulundurmasının önemli olduğunu söylüyor ve “Almanya ile birlikte Belçika ve Hollanda’dan da bu silahların geri çekilmesi halinde Türkiye'de bu silahlı tutmaya devam etmenin politik olarak çok zor olacağını” ekliyor. 
Bu dört ülkede ABD’nin nükleer silahları bulunduğu yönündeki bilgilerinin doğrulanması anlamına gelen belgeye NATO'dan sert bir tepki geldi. NATO Sözcüsü Oana Lungescu, bu belgenin sızdırılmasının “yasadışı ve tehlikeli” olduğunu söyledi. 

20 - Wikileaks'in yayımladığı belgeleri çerçevesinde bundan sonra neler olabilir?

İçerik ve adı belgelerde geçen haber kaynakları konusunda önemli gelişmelere tanık olabiliriz. ABD'nin PKK'ya yardım ettiği, El Kaide'nin Türkiye'den destek bulduğu yolunda “vaat edilen” belgelerin yayını bekleniyor. Enerji anlaşmaları üzerinde etik olmayan müdahalelerin hükümetlerin başını artırabileceği yolunda tahminler yapılıyor. Diğer yandan, Amerikalı diplomatlara bilgi veren medya ve siyaset dünyasından isimlerin yeni belgelerde ifşa edilebileceği belirtiliyor. Cumhuriyet yazarı Ali Sirmen'in ifadesiyle “yazdıklarından fazlasını” diplomatlarla paylaşan gazeteciler ile belgelerde adı verilecek siyasetçilerin durumu tartışma yaratabilir.

21- Doğan medya grubunun batırılmak istendiği Amerikalı diplomatların raporlarına nasıl yansıdı?

ABD'li diplomatların yazılarında, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in, Londra'daki  yatırımcılara Doğan grubunun batacağını söylediği iddia ediliyordu. 15 Eylül 2008 tarihli bu belgede, o sırada Hazine'den sorumlu Devlet Bakanı olan Şimşek'in görevinin "Ticaret Bakanı" olarak yanlış kayda geçirildiği dikkat çekti. Belgede, siyasete atılmadan önce Şimşek'in yıllarca çalıştığı Londra'da yatırımcılara "Doğan grubu hisselerini satmalarını, çünkü Doğan grubunun varlığını sürdüremeyeceğini söylediği" iddia edildi. Şimşek bu iddiayı "alçaklık" diyerek yalanladı. Şimşek, aynı iddia daha önce Türk basınına yansıdığında  anında müdahale ettiğini de vurguladı.

22- Türkiye'de medya-iktidar ilişkileri ABD'li diplomatların raporlarına nasıl yansıdı?

Her iki taraf için de iftihar edilebilecek ifadelerle yansıtılmadı.  Türkiye'de medyanın yapısını ve hükümetle ilişkilerini irdeleyen 9 Aralık 2008 tarihli belgede, Aydın Doğan "Türkiye'nin Murdoch'u" olarak nitelendi. Belgede medya için “Türk medyası yapı itibariyle medya patronları, kendi işlerini gördürmek amacıyla, gazete ve televizyonları sayesinde hükümete yardaklanır. Bu sayede medya patronları hükümetlerin cömertliklerinden yararlanır, işlerine gelmeyen durumlarda hükümeti cezalandırır ” ifadesi kullanıldı. Doğan grubunun, Petrol Ofisi'ne ilişkin "kaçakçılık" iddialarının ardından hükümetle çatışmaya girdiği belirtilen belgede, bu süreçte Hürriyet'in yayın çizgisinin değiştiği kaydedildi. Almanya'daki Deniz Feneri yolsuzluğuna ilişkin soruşturmanın Doğan grubu gazetelerinde manşetten verilmesi üzerine hükümetle yaşanan çatışmaya da işaret edilen belgede, Doğan grubunun İstanbul Hilton arazisinde yeni inşaat izni talebinin Başbakan tarafından deşifre edildiğinin de altı çizildi. Belgede, daha sonra Doğan grubu gazetelerinden Radikal'de yazmaya başlayan dönemin Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki'nin, hükümetle kavga sırasında ABD'li diplomatlara Doğan grubunu suçlayıcı değerlendirmeler yaptığı da anlatıldı. Belgede Beki'nin, yaşanan çatışmanın "bir medya alışkanlığı"ndan kaynaklandığını savunduğu ve "Onlar birtakım şeyler istiyor, elde edemediklerinde de sırf bu yüzden saldırıyorlar" dediği öne sürüldü. Beki, bu belge üzerine Radikal'de kaleme aldığı yazıda, sözlerinin bağlamından koparıldığını, önünde ve arkasında ne olduğunun belirtilmediğini belirterek, Amerikan kayıtlarını kısmen yalanladı.

23- Türkiye medyası Wikileaks belgelerinde nasıl bir süzgeç kullandı ve ayıklama yaptı?

“En ziyade muhafazaya mazhar” görünen cephe Başbakan ve iktidar partisi oldu. Basın; Başbakan'ın İsviçre'deki 8 bankada hesabı bulunduğu, servetinin kaynağı konusundaki açıklamalarının “yavan” olduğu, bakanları ve danışmanları ile ilgili olarak öne sürülen yolsuzluk iddialarının yayını konusunda tutuk davrandı. Belgelerdeki iddiaların ortaya çıktığı gün olan 29 Kasım Pazartesi günü Libya'ya giderken basın toplantısı düzenleyen Başbakan Erdoğan'a kendisi ve bakanları ile danışmanları hakkında öne sürülen iddialar konusunda tek soru sorulmadı. 30 Kasım'da yayımlanan 35 gazetenin, toplam tirajın yüzde 93'ünü elinde bulunduran 30'unun birinci sayfasına Başbakan ve AKP'yi hedef alan iddialar tek satırla bile giremedi. Vatan, Milliyet ve Akşam gibi birkaç gazete dışında söz konusu iddialar iç sayfalarda da verilmedi. Ancak aynı gazetelerde, Başbakan hakkında belgelerde övgü içeren ifadeler büyük boyutlarda kullanıldı. Gazetelerdeki bu tavır, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın “Başbakan'ın övüldüğü Amerikan belgeleri için Türkiye'den özür dilediği” gibi tuhaf bir görüntü de doğurdu.

24- Erdoğan neden hemen yalanlama yapmadı?

Erdoğan'ın 29 Kasım'da Libya'ya giderken düzenlediği basın toplantısındaki tavrı, “Hele eteklerindeki taşları bir döksünler, sonra açıklama yaparız” şeklinde oldu. Erdoğan, 30 Kasım Salı günü AKP grubunda, bir gün önce sakin bir şekilde karşıladığı iddialar konusunda planladığı öfkeyi sergiledi ve yalanlama için beklediği sürede açıklama yapmasını isteyen CHP ve medya için ağır sözler söyledi. Gazetelerden sadece Taraf, Sözcü ve Evrensel'in manşetten, Cumhuriyet ve Birgün'ün de ana sayfadan verdiği iddiaların toplam tirajın yüzde 93'üne hakim olan gazetelerde saklanması da Başbakan'a yetmedi. Medyanın ezici bir bölümü hakkındaki iddiaları geçiştirmesine karşın, sadece birkaç gazete ile sınırlı kalan yayın için “alçaklık, onursuzluk, şerefsizlik” gibi ifadeler kullandı. İlk gün “Benim İsviçre bankalarında hesabım yok” açıklamasıyla yalanlayabileceği iddialar için önce sessiz kalmasına karşın ertesi gün dünyada hiçbir liderin tercih etmediği bir üslupla “alçaklık, onursuzluk” gibi aşırı ifadeler kullanması, Erdoğan'ın “nişan alacak bir hedef beklediği” gibi bir görüntü doğurdu.

25- Erdoğan hakkındaki iddialar haber değeri taşıyor muydu?

Yayımlananlar içinde Türkiye medyası için en ciddi haber değeri taşıyan belgeler, Erdoğan'ı, bakanlarını ve danışmanlarını hedef alan iddiaları içerenlerdi. Gazeteciler için o andaki “gerçek” Başbakan'ın İsviçre'de gizli hesapları olduğu ya da ekibinin temellendirilmeyen iddialarla suçlanmasına inanmak ya da inanmamak değil, Amerikan diplomatlarının belgelerinde bu ifadelerin geçmesiydi. Bu gerçeğe ilk gün gözlerini kapayanlar, Başbakan'ın gazetecileri “alçaklık”la suçladığı konuşmasında iddialar için yaptığı yalanlamayı manşetlerine taşıdılar. Wikileaks belgeleri ile birlikte Türkiye gazetelerinin 30 Kasım ve 1 Aralık 2010 tarihli sayıları da, birinci sayfalardan başlayarak tarihe geçmiş bulunuyor.