Ankara Bahçelievler'de, yaşları 20 ile 26 arasında değişen 7 Türkiye İşçi Partili (TİP) üniversite öğrencisi genç, tam 39 yıl önce, 1978 yılında, 8 Ekim'i 9 Ekim'e bağlayan gece ülkücü katiller tarafından hunharca katledildi.
Bahçelievler katliamı; Sabahattin Ali'den Abdi İpekçi'ye sırf görüşleri nedeniyle bu ülkede katledilen aydınların, gençlerin, siyasetçilerin, gazetecilerin katillerinin nasıl korunduğuna ilişkin hukuk katliamının da hikâyesidir. Öyle bir hikâye ki; Sabahattin Ali'den 7 TİP'li gence ve Abdi İpekçi'ye uzanan cinayet serisindeki katil şebekesinin bu ülkede hapiste yattığı toplam süre, 28 Ocak 1982 tarihinde Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Kemal Arıkan’ı katleden terörist Hampig Sasunyan'ın ABD'de yaklaşık 35 yıl cezaevinde yattığı süreyi bulmadı, bulamadı, buldurulmadı!
"Devlet için kurşun atanlardan şeref duyduğunu" açıklayan bir geleneğin hukuku değil, ancak katili olabilirdi. Bütün bu cinayet serisinde bu düzen işledi, devlet -on yıllardır kaybettiği yakınlarının ardından günleri değil saatleri sayarak acıyla yaşayan insanların gözünün içine baka baka- hukuku değil katilleri korudu.
'Milli hislerle' katledilen 41 yıllık büyük bir hayat
Bahçelievler katliamından önce Sabahattin Ali cinayetin ve sonrasını hatırlayın.
Hikâyeleri, romanları, şiirleriyle Türkiye edebiyatında unutulmaz izler bırakan Sabahattin Ali, yaklaşık 70 yıl önce, 2 Nisan 1948'de öldürüldüğünde 41 yaşındaydı.
Fikirleri nedeniyle soruşturmalar, davalar, tutuklamalarla geçen hayattan yorulmuştu. Ülkesinden kaçmaya karar verdi. 1948'de satın aldığı kamyonla gittiği Kırklareli bölgesinde yurt dışına kaçma girişiminde bulundu. Cesedi 16 Haziran 1948'de Kırklareli'nin Sazara köyü yakınlarında bulundu. Cinayet aylar sonra kamuoyuna duyuruldu ve 12 Ocak 1949'da Ali Ertekin tarafından öldürüldüğü açıklandı.
Peki kimdi bu Ertekin?
Ali Ertekin, inzibat başçavuşuyken “silah çaldığı” gerekçesiyle ordudan atılan bir astsubaydı. Ordudan atılmasının ardından bir süre inşaatlarda çalıştığını söyledikten sonra aldığı görevi şöyle açıklayacaktı:
“Sonra Milli Emniyet'te bana vazife verdiler!”
Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi'nde 30 Nisan 1949'da başlayan yargılama 15 Ekim 1950'de sona erdi. “Cinayeti milli duygularla işledim” diyen Ertekin için mahkemenin “Türk Milleti adına” açıkladığı ceza 4 (yazıyla dört) yıl oldu!
Ve Ertekin, aynı yıl çıkarılan af yasasından yararlandırılarak tahliye edildi.
Soruşturmalar, davalar, tutuklamalarla geçen 41 yıllık yaşamına iki şiir kitabı (Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağanın Serenadı), beş öykü kitabı (Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya, Sırça Köşk), üç roman (Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna) ve beş çeviri sığdıran, önemli bir bölümü edebi değer taşıyan yüzlerce mektup bırakan Türkçe'nin en büyük seslerinden Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden katili, devlet "milli duygular koalsiyonu"yla serbest bırakmıştı!
Abdi İpekçi'nin katili nasıl kaçırıldı, nasıl korundu?
Abdi İpekçi cinayetini ve ardından yaşananları hatırlayın...
İpekçi, 1 Şubat 1979'da, İstanbul'da evine giderken ülkücü Mehmet Ali Ağca'nın düzenlediği silahlı saldırıda katledildi. Ağca, cinayetten yaklaşık beş ay sonra, 25 Haziran 1979’da yakalandı. Dönemin Sıkıyönetim Askeri Savcısı Ahmet Koç, yıllar sonra, 2010'da, NTV'de Can Dündar'ın sorularını yanıtlarken "polis yakalandıktan sonra katilin evini aramak için iki hafta bekledi, üzerinden çıkan adres ve telefonları tam 1,5 ay boyunca araştırmadı" açıklamasını yapacaktı.
Sıkıyönetim Komutanlığı da, polisin istediği ek sorgu süresini vermeyi uygun bulmadı. Dönemin İstanbul Sıkıyönetim Komutanı emekli orgeneral Necdet Üruğ da aynı programda, "polisin ek süre istediği zamana kadar verilen süreyi zaten değerlendirmediğinin görüldüğünü, polisteki ideolojik kamplaşmanın tetikçinin kaçırılmasına neden olabilir düşüncesiyle sorgu için talep edilen ek süreyi vermediklerini" açıkladı.
Peki ne oldu?
Tetikçi Ağca “polisin elinden kaçmasın” diye götürüldüğü Maltepe Askeri Cezaevi’nden, yakalandıktan tam 128 gün sonra, 25 Kasım 1979’da asker yardımıyla kaçırıldı! O sırada Maltepe Cezaevi’nde askerliğini yapan er Bünyamin Yılmaz, CNN Türk'te Rıdvan Akar'ın sorularını yanıtlarken “Ağca’yı kaçırmam için bana emir verildi. Oral Çelik'in verdiği para ve silahları cezaevinde Ağca'ya teslim ettim. Onu asker elbisesi giydirerek kaçırdım” diyecekti.
Gıyabında yapılan yargılamadan sonra Ağca önce idam cezasına çarptırıldı. İdam cezası daha sonra ağırlaştırılmış müebbete çevrildi, gasp suçları da cinayet suçuyla içtima edilerek bu sürenin içine kondu. Ancak müebbet hapis cezaları, “Rahşan affı” olarak bilinen düzenlemeyle 10 yıla indirildi. Böylece Ağca'nın cinayet ve gasp suçları için yatacağı süre de 10 yıla düşürülmüş oldu!
Ağca, cezaevinden ve Türkiye’den kaçırıldıktan sonra Papa II. Jean Paul’e suikast girişiminde bulunma suçundan İtalya'da 19 yıl 1 ay cezaevinde tutuldu ve 14 Haziran 2000'de Türkiye'ye iade edildi. Ancak İtalya'da yattığı süre Türkiye'de zaten 10 yıla indirilmiş bulunan cezasından düşüldü ve Ağca bütün dünyayı şaşırtan bir kararla 12 Ocak 2006'da tahliye edildi! “Yanlışlıkla” tahliye edilen ilk ülkücü katil Ağca değildi! Yapılan itirazın ardından “yanlışlık” yapıldığı kararına varıldı ve serbest bırakılan Ağca 8 gün sonra cezaevine döndü ve 18 Ocak 2010'da tahliye edildi.
Böylece, İtalya’da yaralama nedeniyle 19 yıl 1 ay hapsedilen Ağca'nın, Türkiye gazeteciliğinde büyük bir iz bırakan Abdi İpekçi'yi öldürmek ve gasp suçları için sadece 10 yıl cezaevinde kalması yeterli görülmüştü. Ve on yılın arasına "yanlış bir tahliye" teneffüsü sokuşturmak da ihmal edilmemişti!
Benzer cinayetlerde devlette devamlılık ilkesi hiç aksamadı. Misal, Bahçelievler katliamından sonra yakalanabilen katiller, tam beş yıl önce, hem de Dünya Hukuk Günü'nde serbest bırakıldı.
Bahçelievler: Reis ve İdi Amin'i iş başında
Evet, Bahçelievler katliamı... Bu köşede defalarca yazılan hikâyeyi hatırlayalım.
Sene 1978, 8 Ekim'i 9 Ekim'e bağlayan gece. Yer; Ankara'da Bahçelievler semti. Ülkücülerin “Reis”i Abdullah Çatlı'nın yaptığı plan akşam saatlerinde yürürlüktedir. Ekip, bölgeyi iyi bilmektedir. Zira, ülkücülerin “İdi Amin”i Haluk Kırcı, eylemden önce Bahçelievler'de keşif yapmıştır.
Ekip, 8 Ekim 1978 akşamı Bahçelievler 15. Sokak'taki 56 numaralı apartmanın önündedir. Hedef, 2 numaralı dairedir. Evet, 56 / 2. Bu numaradan koyarlar yapacakları işin adını; “5-6-2 / Tamam Reis!”
Kırcı kapıya gizlice kulak verir, içerde en az birkaç kişi olduğunu rapor eder. “Sürümden kazanacakları” bir grup olduğuna göre, eyleme geçilmesine karar verilir. Ercüment Gedikli “Dadaş Kahvesi”ne giderek destek için Ömer Özcan ve Duran Demirkan'ı bulur. Saat 22:00 sıralarında 56. Sokak'a geri dönülür. Demirkan sokakta, Özcan apartmanın önünde “gözcü” olarak bırakılır.
Silahsız öğrenciler bayıltıldı ve...
“Reis” Çatlı da sokakta otomobilinin içinde beklemektedir. Haluk Kırcı, Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz ve Kürşat Poyraz gizlice apartmana girerler. 2 numaralı dairenin kapısında silahlarını çekip, zili çalarlar. Birazdan aralanan kapıya yüklenirler, ellerinde silahlarla artık içerdedirler.
Evde, hepsi Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi olan 5 üniversite öğrencisi vardır. Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü öğrencisi Serdar Alten (23), Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi öğrencisi Hürcan Gürses (26), Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi Gazetecilik Bölümü öğrencisi Efraim Ezgin (23), Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü öğrencileri Latif Can (20) Osman Nuri Uzunlar (20).
Baskın, gençler televizyon izlerken yapılmıştır. Cinayet ekibi biraz şaşırmıştır, zira öğrencilerin hiçbirinde silah yoktur!
Olsun, Reis planı yapmış, İdi Amin harekete geçmiştir artık. Öğrencilerin ellerini arkadan bağlayıp, yüzüstü yere yatırırlar. Ancak evdekilerin sayısı tahmin ettiklerinden çok olunca Çatlı'ya danışmaya karar verirler. “Bekleyin” der Çatlı ve birazdan elinde eter ve pamukla gelir. Öğrenciler, önce eter koklatılarak bayıltılırlar.
Bu sırada kapı çalınır. Zili çalanlar, yine TİP üyesi olan öğrenciler Faruk Erzan ve Salih Gevence'dir, arkadaşlarını ziyarete gelmişlerdir. Onlar da içeri alınır. "2-3 komünist”i temizlemek için girdikleri evdeki öğrenci sayısı 7'ye çıkmıştır!
Çatlı'nın talimatıyla başlayan katliam
Yine Çatlı'ya danışırlar. Çatlı'dan gelen talimat üzerine son gelen iki öğrenci, dışarıda bekleyen otomobile bindirilir. Yanlarına da Haluk Kırcı ile Kürşat Poyraz oturur. Farları yakılmayan araç Eskişehir yoluna doğru hareket eder ve bir süre sonra bir tarlanın yanında durur. Faruk Erzan ve Salih Gevence araçtan indirilir, 500 metre kadar tarlanın içine götürülür. Kırcı ve Poyraz silahlarını çekip, biraz önce arkadaşlarını ziyarete gelmiş iki genci, kafalarına ateş ederek öldürürler.
İki kişi tamamdır, ama işin büyüğü evdedir, hemen Bahçelievler'e dönerler. Plana göre evde bayıltılmış olanlar da ikişer ikişer Eskişehir yoluna götürülecektir. Önce yavaş yavaş uyanmaya başlayan Serdar Alten'i otomobile taşırlar. Ancak o sırada yoldan geçen bir polis aracı Çatlı'yı kuşkulandırır. Acaba, tarlada öldürdükleri iki öğrencinin cesedi mi bulunmuştur?
Bu kuşku üzerine plan değiştirir Çatlı, plan evin içinde icra edilecektir! Ama nasıl yapılacaktır bu iş? Aralarında tartışırlar. Pratik öneri İdi Amin'den gelir, yani Haluk Kırcı'dan. Bayıltılanlardan Osman Nuri Uzunlar'ı mutfağa götürür tel askıyla boğmaya çalışır. Ama hemen ölmez delikanlı, bu kez yüzüne var gücüyle havluyla bastırır ve boğar Kırcı.
Diğerlerini boğmak zor gelince...
Geride dört delikanlı daha vardır ve boğma işi biraz uzun sürmektedir. Bu kez Kırcı plan değiştirir. Tarladaki cinayette kullanılan silahı alır, ardından “Siz dışarı çıkın” der üç tetikçi arkadaşına. Ve odaya dönüp, elleri arkadan bağlı dört öğrenciye ateş açar.
Misyon tamamdır! Evlerinde televizyon izleyen 5 öğrenci ile onları ziyarete gelen 2 arkadaşları başarıyla katledilmiştir! Abdullah Çatlı otomobille binanın önüne gelir ve hep birlikte uzaklaşırlar.
Karşı binada oturan ve silah seslerini duyan iki polis, kapısını kırarak girdikleri dairede vahşetle karşılaşırlar. Ancak, gençlerden Serdar Alten ölmemiştir. Saldırganları tarif eder ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırılır.
Ekip, haberlerden bir kişinin ölmediğini duyunca Ankara'yı terk etmeye karar verir. Çatlı, memleketi Nevşehir'e, Kırcı da memleketi Erzurum'a gider. Bu arada ağır yaralı olan Alten savcıya ifade verir. Ülkücülerin saldırdığını, “Reis” diye hitap edilen biri olduğunu, “34 PD” plakalı bir aracı kullandıklarını anlatır. Alten 8 gün dayanacak ve o da 17 Ekim 1978'de hayatını kaybedecektir.
Çatlı yakalanır ve İstanbul'a götürülüp bırakılır!
Polis önce aracı bulamaz. Ancak Nevşehir-Avanos yolundaki bir akaryakıt istasyonunda yapılan bir ihbar sonucu “34 PD 137” plakalı araç bulunur. Ancak 34 rakamı, aslında “06” olan plakanın üzerine kartonla yapıştırılmıştır. Nihayet, aslında “06 PD 137” olarak tespit edilen gerçek plaka, ülkücü Mustafa Mit'e ait çıkar!
Mustafa Mit, askeri savcı Enis Tunga'ya, aracın örgüt için alındığını ve (Ülkü Ocakları Derneği Genel Başkanı) Muhsin Yazıcıoğlu ile (yardımcısı) Abdullah Çatlı'nın kullanımına verildiğini anlatır.
Abdullah Çatlı 8 Kasım 1978'de Adapazarı'nda yakalanır, ama olay yeri Ankara'ya değil, İstanbul Emniyeti'ne götürülür ve orada bırakılır!
Peki sonra?
Kısa cevap, bazılarını Kahramanmaraş katliamında da gördüğümüz bu katillerin devlet nezdinde “kahraman” olduğudur! İki kişi zaten yakalanamaz. Abdullah Çatlı, devletin emin adamı olarak çalışırken, malum, 3 Kasım 1996'daki trafik kazasında, yanındaki emniyet müdürü Hüseyin Kocadağ ile birlikte hayatını kaybeder. Evet Çatlı, sözüm ona aranmaktadır, ama yanında sadece emniyet müdürü değil, o sırada iktidarda olan DYP'nin Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak da bulunmaktadır. Kaza yapan araç da, Urfa'da “korucubaşı” olarak bilinen Bucak'ındır.
Tansu Çiller'in “Başbakan Yardımcısı” olarak “Devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim için şereflidir” diye sahiplendiği Çatlı, bu Çatlı'dır.
Firari katilin nikâh tanığı
Peki İdi Amin? Sözüm ona idama mahkûm edilir, ama iki kez “yanlışlıkla” tahliye edilir! O yanlış tahliyenin ardından aranırken, yani firardayken Erzurum'da anlı şanlı bir düğün yapar. Firari katilin nikâh tanığı, o sırada Erzurum Valisi olan Mehmet Ağar'dır!
Uzatmayalım...
Abdi İpekçi'nin katili Ağca'nın Maltepe Askeri Cezaevi'nden asker desteğiyle kaçırılmasının ardından Abdullah Çatlı'nın evinde saklandığını, sonra Çatlı'nın memleketi Nevşehir'e gönderildiğini...
O sırada, sonradan Susurluk çetesinin kahramanı olan, eski Özel Harekât Daire Başkanıİbrahim Şahin'in de Nevşehir Emniyeti'nde çalıştığını...
O dönemde katiller için sahte pasaport matbaası gibi çalışan Nevşehir Emniyeti'nin pasaport bölümünde bir süre sonra yangın çıktığını, bütün evrakın yok edildiğini...
Devlet görevlisi-siyaset-mafya ilişkilerini ortaya döken Susurluk skandalından sonra, emniyetin sözüm ona aradığı Abdullah Çatlı'nın, Emniyet Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin ile halay çekerken fotoğraflarının ortaya çıktığını... Halaya, Ömer Lütfü Topal cinayetine karışan özel harekâtçı polislerin de eklendiğini... Çatlı'ya Mehmet Ağar imzalı ruhsatlar, belgeler verildiğini uzun uzun anlatıp canınızı daha fazla sıkmayalım.
Bir heykel kadar kararlı devletimiz malum, yine iş başında, iz peşinde; gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler, insan hakları aktivistleri hapiste.
Velhasıl Sabahattin Ali cinayetinden 70, Bahçelievler katliamı ve Abdi İpekçi cinayetinden 39 yıl sonra aynı yerdeyiz. Umut etmekten başka çare hissedemeyecek kadar umutsuz bir yerde...
Hiç olmazsa unutmayalım. Katledilen insanların hatırasına, hunharca cinayetlerde yakınlarını kaybedenleri bir ömür boyunca yaralayan acılara hürmet için unutmayalım.
Yaptıklarının utancını, kıydıkları insanların tertemiz hayatlarıyla birlikte devletin koruduğu katillerin boynuna asmak için, unutmayalım...