Bu aybaşı İstanbul'dayken Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi'nde Yasemin Çakal'ı ziyaret ettim. O da Çilem Doğan gibi kendine şiddet uygulayan eski eşine karşı öz savunma gerçekleştirerek kendi hayatını savunmuş kadınlardan, şu an 27 yaşında ve tam 2 yıldır ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanıyor.
Yasemin 23 yaşında evlendirilmişti. Evlendiğinde kendi ailesi içindeki şiddetten özgürleşeceğini sanmıştı; fakat evlenir evlenmez benzer bir tahakkümün altına girdi. Evliliği boyunca şiddetin her türüne maruz kaldı. Sürekli aşağılanarak, hakarete uğrayarak ve yok sayılarak uğradığı psikolojik şiddet ile özgüvenini yitirdi önce. Eşinin baskısıyla, “kadın başına ne çalışacaksın” demesiyle işini bırakmak zorunda kaldı. Eşi, psikolojik olarak benliğini yıktığı, ekonomik olarak kendine bağımlı hale getirdiği Yasemin'e fiziksel şiddet uygulamaya başladı. Sürekli dövüyor, astım hastası olduğunu bildiğinden ötürü boğazını sıkarak nefessiz bırakıyor, üzerinde sigara söndürüyordu. Evlilik içi şiddet yaşayan birçok kadının yaptığı gibi Yasemin önce ailesine gitti. Anne ve babası boşanmasına izin vermediler. Polise gitti, sığınağa yerleştirildi; ama ağabeyi ve eşi yeri gizli olması gereken sığınağa bulup, Yasemin'i eşinin evine geri getirdiler. Yasemin bu sırada hamile kaldı. Çocukları doğduktan sonra bir oğlan çocuğunda “dişilik hormonunun” yüksek çıkmasına tahammül edemeyen eşi, çocuğu kendi ablasına vermek istedi. Yasemin buna karşı çıktığı zaman daha çok şiddete maruz kaldı. Bir gece eşi, Yasemin’i bebeğinin bezinin olmadığını söylediği için aç bir şekilde odaya kilitledi. O gecenin sabahında tekrar şiddet uygulamaya başladı. Bebeğinin başına vurarak onu koltuğa fırlattı. Kemeriyle Yasemin'in boğazını sıkarken, bir yandan bebeğinin boğazını diziyle bastırıyordu. Yıllardır eşinin şiddetine boyun eğen Yasemin, çocuğunun ölmek üzere olduğunu anladığı o anda, o kemerden bir şekilde kurtulup kahvaltı sofrasından bıçağı aldı ve eşine sapladı. Oturdukları sitenin güvenliğini çağırıp eşini yaraladığını söyledi ancak ambulans gelene kadar eşi ölmüştü. Yasemin o günden beri cezaevinde.
Yasemin'i 9. duruşmasından önce psikolojik destek sunmak için kendisini danışman olarak ziyaret ettim. Çünkü yukarıda tüm bu anlattıklarımı yazılı olarak ifade edebilse de mahkeme salonunda sözlü olarak ifade edemiyordu ve dava uzadıkça uzuyordu. Defalarca kez aranarak girdiğim, kapısı kırmızı demir, içinde renkli duvarlı kreşi olan cezaevinin kapalı görüşme salonunda, bir elimde görüşme telefonu, camın arkasında bekledim onu. Geldiğinde görüşme sandalyesine oturmadı. Kenardan telefonu aldı. Yüzünün yarısını görebildim sadece. Uzun uzun baktı bana. İlk 10 dakika hiç konuşmadı diyebilirim. İkimizin arasında geçen diyalogu, arkadan çocuk ve kadın seslerinin geldiği, aramızda ses geçirmeyen o camın olduğu alanda yaratabildiğimiz mahremiyette yarattık, etik olan da orada kalması.
Anlatabileceğim kısmı ise şu: Yasemin şiddetin farklı türlerine sistematik olarak maruz kalmış birçok kadın gibi “örselenmiş kadın sendromu” yaşıyor. “Beni neden anlamıyorlar?” diye sordu ilk defa göz temasında bulunduğu anda. “Ben neden buradayım? Neden savunma yapmak zorundayım?” Hem kendi, hem bebeği öldürülmek üzereyken hayatını savunmuş bir kadına neden “mahkûm” olduğunu nasıl anlatabilirsiniz? Bir psikolog olarak bu durum ne kadar anlatılabilirse ben de o kadar anlattım.
Yasemin mahkemede savunma veremiyor. Maruz kaldığı şiddeti, bilhassa da cinsel şiddeti anlatamıyor. Ki emin olun örselenmiş kadın sendromu yaşayan birçok kadın için bu en zor olan kısım. İFK avukatlarının 8 aylık çabası ve yapmış olduğu psikiyatrik ziyaret sonucunda yaşadıklarını konuşamasa da kaleme dökmeyi başarmış. Bu eril yargıya göre yeterli değil; çünkü mahkemede bunu okuyabilmesi gerekiyor; ama duruşma sırasında Yasemin'in travması tetiklendiği için konuşamıyor. Yasemin’in yazdığı mektupları okusanız, üzerine feminist manifestonun âlâsı çıkar. Yasemin öyle güçlenmiş, öyle okumuş yutmuş ki her şeyi “içerideyken”. Persepolis'i ve Kadının Adı Yok'u çok sevmiş. Hatta Nevin Yıldırım'a iki mektup yazmış. Ben gittiğimde Nevin yeni cevap yazmıştı. Yasemin heyecanla yazacağı mektubu düşünüyordu. Tüm bunları bana anlatıyordu “kadın dayanışması”ndan bahsediyordu da, o eril yargının önüne çıktığında konuşamıyordu.
Sonra işte, süremiz bitti. Süre bitince telefon da kesiliyormuş. Sonra işte ben kalktım, hızlı hızlı nefes ala vere o güvenliklerden, o kapılardan çıktım. Gün ışığına çıkar çıkmaz avukatı Diren Cevahir Şen'in üstüne yığılıp hıçkıra hıçkıra ağladım. “Ben bu kadar haksızlığa dayanamıyorum” diye. O an elime bir kibrit verseler ve deseler ki “yaktığın an bu eril düzen kül olacak”, bir dakika tereddüt etmezdim. Şu an psikolojik olarak destek alması gereken Yasemin, rehabilitasyon sürecinde olması gereken Yasemin mahkûm, şiddet uygulayan milyonlarca erkek özgür.
Biz kadınlar, Yasemin'i anlayabiliyoruz. Ama eril yargı anlamıyor. Dinlemiyor, sorgulamıyor. O bıçak şiddet uygulayan o erkeğe saplanmış mı? Saplanmış. O erkek ölmüş mü? Ölmüş. İşte eril yargı sadece buna bakıyor. Biri “öldürüldü”. Öncesinde ne oldu? Yasemin bunu neden yaptı? Meşru müdafaa neydi?
Bi' şey var eril yargı ile ilgili. Her seferinde tekrar anlıyorum. O da adı üstünde eril olduğundan mütevellit, kadından adaleti esirgiyor. Gerçek adaleti bahşetmek için süründürüyor.
Siz var ya siz, biz kadınları ya deli diye, ya katil diye tıktınız parmaklıklar arasına. Yüzlerce yıldır sürüp gidiyor bu. Ama ben o gün Yasemin'in gözlerinde gördüm. Bu düzen böyle sürmeyecek. Çilem'in davasını nasıl takip ettiysek, kadınlar Yasemin'in davasında da yanında olacak! Yasemin’in bir sonraki duruşması 8 Eylül’de. O güne kadar Yasemin mektup ve kartlarınızı bekliyor: Yasemin Çakal – Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi – C/12 Blok – Bakırköy – İstanbul