Köy yanarken kahpe saçını tararmış diye bir laf vardır, feministler olarak çoğu zaman kendi gündemimizle ilgilendiğimiz için umursamazlıkla ya da daha “ciddi” konulara aklı-yetmezlikle itham edildiğimizden mütevellit, yazıya bu deyişle başlayayım istedim. Zira ülke yanarken, feminist gündemimiz özel olanın politik olduğu şiarıyla devam etmekte. Benim de bu gündemde bir çeviri düştü karşıma geçenlerde.
Feministinden, lezbiyenine takip ettiğim birçok kadın paylaşınca bu makaleyi bir göz atayım dedim. “Oyunun Bir Parçası Olmak: Takılma Kültürü Kadınlara Ne Kazandırıyor?” İşin ilginci aslında bu makaleyi yaklaşık bir sene önce İngilizce olarak okumuştum; çünkü herkes paylaşmıştı yine. Çok severek takip ettiğim 5Harfliler de bu makalenin Türkçesini kadın gündemine kazandırınca tekrar dolaşıma girmiş.
Yazı takılma kültüründen bahsediyor. Aslında birçok dizüstü edebiyat yazarının kitaplarında ele aldığı bir konu bu. Pek kültürlü edebiyat okurları bu kitaplara burun kıvırır genelde. Ama bu kitaplar genç kız ve kadınlar tarafından alınarak, çok satmaya devam eder; çünkü hetero kadınların özgüvenini en derinden sarsan, aklını kurcalayan konulardan biridir modern zamanda ikili romantik ilişkiler. Eski nesillerin ya da muhafazakârların “bu gençler de artık çok gevşek oldular, bizim zamanımızda böyle miydi?” diye sorguladığı yeni tarz ilişkiler, nam-ı diğer “takılma kültürü”.
Nedir diye soracak olursanız, cinselliği paylaşan iki bireyin, herhangi resmi bir ilişkiye başlamadan önce ya da asla başlamadan, genelde mahrem alanlarda kurdukları bir ilişki biçimi. Her ne kadar “sadece cinsellik odaklı” gibi algılansa da çoğu zaman cinsellik dışında birlikte kaliteli zaman geçirilen bir ilişki biçimidir ve bir rutini vardır. Örneğin beraber film izleme, yemek yeme, iki tarafı da ilgilendiren konular üzerine uzun uzun sohbet etme, hatta iki tarafın da özelini açtığı, duygusal paylaşımlar yaptığı bir beraberlik aslında. Her ne kadar düzenli bir görüşme söz konusu olsa da adı yoktur. “Adı konulacak mı?” Bu da pek belli değildir. Bazıları için “peki biz şimdi neyiz?” aşaması, bazıları için de “sadece takılıyoruz, duygusal bir durum yok” aşamasıdır.
Öncelikle şunu belirtmem lâzım, elbette mühim olan herkesin istediği ilişki tipini yaşaması ve istemediği bir ilişki tarzını sırf karşı tarafın “belki fikri zamanla değişir” diyerek sürdürmemesi. Zira etrafta “ben bağlanamıyorum” diye dolaşan ve bunu sadece çokeşli bir hayat sürdürmek için bir bahane olarak kullanan, biriyle bir ilişki yaşamak yerine olasılıklarını sürekli açık bırakan; ama bir yandan da beraber olduğu kadınların sadece kendileriyle olmasını bekleyen hetero “ıssız adamlar” sürüsüne bereket. Fakat ben bunu takılma kültürü ya da oynanan bir oyun olarak tanımlamıyorum şahsen. Bu; dürüst olamayan, özgüvensiz, karşısındaki kadınları manipüle etmekten hoşlanan ilgi arsızı erkeklerin uyguladığı duygusal bir tahakküm biçiminden başka bir şey değil kanımca.
Fakat bahsettiğim bu makalede bu tahakküm ilişkisi takılma kültürü olarak adlandırılmış. “Duygusuz” cinselliğin yaşandığı bu kültürün aslında birçok kadına göre olmadığı, özgürleştirici ve feminist bir yanı olmadığı, hatta erkek egemenliğini beslediğini iddia edilmiş. Makalede en çok ilgimi çeken cümle ise şu oldu:
“Bu erkeklerle sevişmeye başladıktan sonra, güç dengesi hep diğer tarafın lehine döndü. Birkaç takılmanın ardından, her şeyden önce, durumun belirsizliğine kafayı takmaya başlardım.”
Burada anlatılan “takılma kültürü” olmadan da yaşanabilecek bir durum aslında. Bir kadının, bir erkekle seks yaptıktan sonra güçsüz konuma düşmesi yani. Çok net hatırlıyorum ünlü bir psikolog bir eğitim sırasında şunları demişti:
“Elbette kadınlar veren, erkekler de alan taraflar; çünkü kadındaki mahremdir, değerlidir ve nadidedir. Onu saklaması gerekir ve ancak doğru olan adaya vermesi gerekir. Bu bir alışveriştir.” Seneler sonra aynı psikoloğun yıllar sonra bir hastasına cinsel tacizde bulunduğunu ve yargılanıp ceza aldığını okumuştum; fakat elbette konumuz şimdi bu değil. Konumuz kadınları güçsüz duruma düşürdüğü iddia edilen “veren” taraf olma durumu ve hatta bu makalede bahsedilen “uzun vadeli bir ilişki garantisini almadan veren taraf olma” durumu.
Bir insan beraber olacağı kişiyle uzun süre vakit geçirmeden, hayata bakış açısını öğrenmeden, cinselliği paylaşmadan, birbirlerinin bedenlerini keşfetmeden nasıl uzun vadeli bir ilişkinin sözünü verebilir ki? Takılma kültürü olarak adlandırılan şey aslında iki insanın birbirini tanıdığı zaman dilimi olamaz mı? Yürürse yürür, yürümezse yürümez. Ama belli ki kadın “adını koymadan” bu tanıma sürecine adım atan taraf olmayı kabul ettiği için “ilişki yaşanılmayı hak etmeyen” taraf oluyor. Kolay “veren” oluyor, “yollu” oluyor, “kaşar” oluyor. Artık nasıl ifade edeceğiniz sizin tercihiniz; zira Türkçe’de kadınları cinselliklerini istedikleri gibi yaşadıkları için aşağılayan bolca tabir mevcut. Ki burada “istedikleri gibi” tabirinin de altını çizmek isterim çünkü sadece seks yaptıkları için bin bir isim taktığınız o kadınların çoğu hâlâ tam olarak cinsel özgürlüğünü kazanabilmiş değil.
Ayrıca bu takılma kültürü adını verdikleri şey, illa iki insanın birbirini olası ilişki olarak gördüğü ve tanımaya çalıştığı süreç de olmayabilir. Belki iki taraf da sadece birbirleriyle iyi vakit geçirmek ve seks yapmak istiyorlardır, olamaz mı? Bir kadının cinselliğini umursamazca, bir koz olarak değil de güdü olarak yaşaması neden onu güçsüz, değersiz kılsın ki? Kozdan kastım bu alma, verme durumları. Bahsettiğim durum ise kadının vermiyor, erkeğin de almıyor olması. Bir alışverişten değil, karşılıklı güdüler ve hazlar doğrultusunda ilerleyen bir cinsellikten bahsediyorum. Kadının seks güdüsünü bastırmadığı, gizlemediği, sadece en ideal adaya saklamak yerine istediği gibi yaşadığı bir cinsellikten bahsediyorum. Olamaz mı? “Takılma kültürü kadınlar için değildir” deyince, sadece cinsel güdü ve hazları doğrultusunda takılan kadınlara ne yapmış oluyoruz? Hooop slut-shaming! Yani “kaşar-ayıplama.” Çünkü kadınlar aslında takılmak istemez, isteyemezler; isteyen kadın da olsa olsa basit bir kadındır! Takılma kültürü kadınlar için değildir demek kanımca eril, muhafazakâr ve namusçu bakış açıları ile kardeş.
Burada anlatmaya çalıştığım “kadınlar da erkekler gibi takılabilir” değil; anlatmaya çalıştığım çok basit aslında, dümdüz: kadınlar takılabilir.
Kadınlar, cinselliklerini bastırmadan, ataerkil kültürün kadın cinselliğine adadığı o mahremiyeti ve nadideliği reddederek, güdülerine göre, hazları için, karşısındaki kişinin bir ilişki adayı olup olmadığına bakmadan, seks yapabilirler. Her kadın ilişki aramıyor, her kadın tek eşlilik hayali kurmuyor, her kadın yumurtasına en ideal spermi verecek adayı beklemiyor, her kadın hetero ve ataerkil standartlara göre yaşamıyor. Ki inanmazsınız ama her kadının ne aradığı veya aramadığı dönemsel olarak da değişebiliyor. Çok aşklı ya da açık ilişki yaşayanlardan bahsetmeyeceğim dahi, takılma kültürünü kadınlara göre görmeyenlerin gerçekliklerinde bu hayatlar muhtemelen tahayyül dışı.
Kadınların özgürleşmesi şuna ya da buna bağlıdır diye sığ genellemeler yapmak istemiyorum ama bazen cidden cinsel devrimimiz gerçekleşmeden asla özgürleşemeyeceğiz gibime geliyor.