Bugün, Cumhurbaşkanı Erdoğan KADEM hizmet binası açılışında yaptığı konuşmada şu cümleleri sarf etti: “Kadının iş hayatındaki konumu onun anneliğini asla geriye atmamalıdır. ‘Çalışıyorum’ diye annelikten imtina eden bir kadın aslında kadınlığını inkâr ediyor demektir. Anneliği reddeden, evini çevirmekten imtina eden bir kadın iş hayatında ne kadar başarılı olursa olsun eksiktir, yarımdır. Anneliği reddetmek, insanlıktan vazgeçmektir. Her fırsatta en az 3 çocuk tavsiye ediyorum.”
Toplumda, hele ki muhafazakâr değerlere sahip bir toplumda bu gibi söylemler kadını sadece doğurganlığı üzerinden konumlandıran, birey olarak varlığını tamamen kimliksizleştiren söylemlerdir. Biz kadınlara birincil olarak atanan annelik ve yuva kurma görevlerinin zaten dayatılan normlar olduğunu biliyoruz. Bu görevler birincil olmaya devam ettikçe, bizler bu toplumsal cinsiyet rollerini yerine getirmekle yükümlü hâle geliyor ve bu roller altında eziliyor, kimliksizleşiyoruz.
Öyle ki, daha bugün Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Dr. Sema Ramazanoğlu Pamukkale’de katıldığı bir proje kapanış etkinliğinden fotoğraf paylaştı. Projenin adı: “Bugünün Kızları, Yarının Anneleri”. Kız çocuklarının eğitimi hakkında gerçekleştirilen her türlü projeyi desteklemekle beraber sormak isterim; neden “yarının anneleri”?
Neden yarının avukatları, yöneticileri, siyasetçileri, sanatçıları, mühendisleri değil? Neden öncelik vurgusu annede? Çünkü istenen o ki, kadınlar birey olarak var olabilecekleri tüm kimlikler dışında öncelikle anne olarak var olsunlar. Bu toplumun nüfusunun artması yani iş gücünün artması için eğitim altyapısı olsun olmasın, istihdam olsun olmasın, daha çok çocuk doğumu olması gerek. Bu toplumun muhafazakâr değerlerine zarar vermeden bu nasıl sağlanır? Elbette aile kurumu içinde hapsolmuş kadınlara 3 “ahlâklı” çocuk yetiştirme nasihati vererek.
2011 yılında “Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı”nın kapatılarak “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı”nın açılması altında yatan sebep de buydu. O dönem Başbakan olan Erdoğan: “Biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli” demişti ve kadının adını bakanlıktan silmişti.
Bu duruşun sadece AKP ya da dindar kesim ile de alakası yok. “Yuvayı yapan dişi kuştur” algısıyla çocuk bakımına, ev içi iş bölümüne girmeyen oldukça eğitimli, modern, solcu, liberal her kesimden erkek bu toplumun içinde çoğunlukta. Yeri geldi mi AKP’yi eleştirir ama kendi evinde “reisliğinden” ödün vermez. Geleneksel cinsiyet rollerinin ayrıcalıklarını işine geldiği gibi kullanan, ev işinin veya çocuğunun sorumluluğunu üstlenmeyen “eksik” ve “yarım” babalarla çevriliyiz.
AKP iktidarının yaptığı ise bu normları pekiştirmek. Bu konuda büyük bir sorumluluk altındalar; çünkü Türkiye’de iktidar olan hükümetin, toplumsal algıyı da şekillendirdiklerinin farkındalar. Kadını annelik ve iffetli eş tanımı üzerinden konumlandıranlar, artık iktidardan cesaret alarak tahakkümü devam ettiriyorlar.
Örneğin daha geçtiğimiz ay İstanbul’da bir metrobüs durağında bir erkek, kahkaha atan bir kadına “iffetli ol” diyerek saldırdı. (Bülent Arınç: “Kadınsa o da iffetli olacak. Herkesin içinde kahkaha atmayacak” 2014.) Daha bugün Denizli’de bir apartman görevlisi apartmandaki bir kadına cinsel tacizde bulundu. Kendini korumaya çalışan kadına “ne olacak ya, siz zaten kızlı-erkekli kalıyorsunuz” dedi. (Recep Tayyip Erdoğan: “Biz kızların, erkeklerin devletin yurtlarında karışık kalmasına müsaade etmedik, etmiyoruz” 2013.) Kadınların görevi annelik ve ev işi yapmaktı değil mi? 2013 yılında, İstanbul’da K.A. “çorba yapmadı” diyerek eşini katletti. Yine 2013 yılında Adana’da M.K. “temizlik yapmıyordu” diyerek eşine şiddet uyguladı. Ve daha birkaç gün önce Muğla’da H.S. “çocuğuma annelik yapmıyordu” diyerek eşini katletti.
Kadına yönelik erkek şiddetinde, erkeğin bahaneleri her zaman vardır; ancak kadına yüklenen toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren iktidar söylemleri bu bahanelerin önünü açar. Normları besleyerek kadını kimliksizleştirir.
Bizim kadınlar olarak, başka kadınlarla hiçbir derdimiz yok. Anne olmayı tercih etmiş, annelik kimliği ile var olan kadınlar bunu kendi tercihleri doğrultusunda gerçekleştiriyorlarsa diyecek hiçbir sözümüz yok. Kendi hayatımız, kendi kararırımız. Bizim sorunumuz anneliği bir mertebeye koyup; anne olmayan, olmak istemeyen kadınları dışlayan zihinle. Bizi bölmek, kadınlar arasında anne olanlar ve olmayanlar olarak hiyerarşi yaratmak isteyenlerle. Bizim sorunumuz annelik dışında edinebileceğimiz tüm kimlikleri aşağıda tutan, sahip olduğumuz tüm kimlikleri yok sayan zihinle.
30 Mayıs günü Erdoğan yine bu konu hakkında bir açıklamada bulundu: “Nüfus planlamasıymış, doğum kontrolüymüş, hiçbir Müslüman aile böyle bir anlayışın içinde olamaz” dedi ve ardından da ekledi: “bunun için birincil derecede görev annelerindir.”
Benim kadın olarak birincil görevim, hayatımı nasıl yaşamak istiyorsam o şekilde yaşamaktır. Bana dışarıdan dayatılan kadın tanımıyla değil, kendi rızam ile aldığım kararlarla. Kadınım, feministim, çalışıyorum, hayatım konusunda kararları kendim alıyorum, kimseyle ortak bir evi tek başıma çekip çevirmiyorum, evlenmeyeceğim, henüz çocuk yapmayı düşünüyorum ve bu nedenle de korunuyorum. Kadınlığım eksik değil, tam bir kadınım. Aynen yeryüzünde var olan, benden bambaşka hayatlar yaşayan diğer tüm kadınlar gibi! Kadınlığın tanımını size yazdırmayacağız; kız kardeşleri bölmenize müsaade etmeyeceğiz!