Bu cümle üzerine düşünüyorum uzun zamandır: “Eşitlik yoksa aşk da yok.” 14 Şubat’ta feministler olarak sloganımızdı. Peki, ne demekti tam olarak? Çevremdeki kadınların ilişkilerinden anekdotlar dinliyorum. Kendi yaşadığım ilişkilere dönüp bakıyorum. Saygı eksik derdim hep eskiden. Bir erkek bir kadına böyle davranıyorsa, ona saygısı yok demektir sanırdım. Eskiden saygı olarak adlandırdığım bu eksikliğin aslında saygıyla alakası olmadığını idrak ediyorum artık. Eksik olan şey saygı değil hayır, eşitlik.
Deneyimlemediğim, tanıklık etmediğim yaşamlardan bahsedemeyeceğim, bizzat feminist camiada yer alan cinsel yönelimi erkekler olan kadınlardan bahsetmek istiyorum. İşte, sokakta, okulda, internette, kamusal her alanda eşit hak mücadelesi veren ama özel yaşamında bu mücadeleyi vermekte güçlük çeken kadınlardan. Kız kardeşlerimden ve hatta kendimden.
Feminizm başlı başına bir uyanış. Bir gecede yaşanmıyor elbette bu. Ufak bir pencere açılıyor önce. Çilem Doğan verdiği röportajda “Aslında ben bu kadın dayanışmasının farkında değildim daha önce. Galiba ilk kez Özgecan davasında bunu hissetmiş, bunun üzerine düşünmüştüm” demişti ya. Ufak bir farkındalık anıyla başlıyor işte her şey. Birgün neden sırf kadınsın diye şiddete uğradığını sorgularken, başka bir gün neden regl olduğun için utanç hissi duyduğunu sorguluyorsun. Çorap söküğü gibi geliyor sonrası. Zamanla tüm gözlem ve deneyimlerini, bu süzgeçten geçirerek yorumlamaya başlıyorsun. Cinsiyet eşitsizliği hayatın her alanında vuku bulduğundan ötürü, bu sorgulama hâli, devamında gelen haksızlık hissi ve sonrasında doğan isyan etme istemi bir döngü olarak hayatın hemen hemen her anında yaşanmaya başlıyor. Ve gün geliyor kendi yaşadığın ilişkiyi sorguluyorsun. Bu en mahrem alan aslında. Sorgulanması, eleştirmesi ve değiştirmesi en zor olan.
Çünkü biz kadınların özgüveninin en düşük olduğu yer erkekler ile kurduğu ilişkiler. Beraber olduğumuz erkek tarafından kabul görme, beğenilme, takdir alma ve sevilme çabası üzerinden bir özgüven geliştirdiğimiz için, en kırılgan noktamız da ilişkilerimiz oluyor. Herhangi bir erkekle bambaşka bir platformda tüm kuvvetimizle mücadele verebilirken, ilişkide bulunduğumuz erkeklere daha pasif bir mizaçla yaklaşabiliyoruz. Normalde boyun eğmeyeceğimiz saldırılara, ilişkimiz içinde boyun eğebiliyoruz.
Çok basit bir soru sormak istiyorum; bir insan kendisi ile denk gördüğü birini sömürmeye yeltenebilir mi? Kötü davranma hakkını kendisinde görür mü? Üzerinde tahakküm uygulama cüretinde bulunur mu? Hayır. Peki, bizi kendisiyle eşit görmeyen erkeklerle neden beraber oluyoruz? Çünkü beraberliklerimizde maruz kaldığımız tahakkümün adını koymakta ve buna karşı başkaldırmakta güçlük çekiyoruz.
Geçenlerde Feminist Politika grubunda Büşra Uçar isimli bir kadın, feminist mücadelenin içinde yer alan kadınlar olarak, bizle benzer hayat görüşüne sahip olduğunu düşündüğümüz sosyalist, anarşist, antifaşist vb. tayfadan erkeklere yöneldiğimizi ve burada yaşadığımız illüzyonu anlatmıştı. “Nasılsa bu şahıs eşitlikçi biri düşüncesine sahip olduğumuz için, kadın-erkek ilişkilerinde de eşitlikçi olacağı sanrısına kapılabiliyoruz” demişti. Uzun uzun gözlemlerini, deneyimlerini anlatmış, eleştirilerini dile getirmiş, tavsiyeler vermişti. Sonrasında o kadar çok kadın benzer deneyimlerini yazdı ki. Gayet eşitlik mücadelesinde yer aldığını iddia eden erkekler tarafından maruz kaldıkları cinsel, fiziksel ve psikolojik şiddeti anlatan o kadar çok kadın oldu ki. Bu yazımı da bu kadınlardan cesaret ve ilham alarak yazıyorum.
O deneyimler kadınların özeline kalsın, ben kendi dinlediklerimden, deneyimlediklerimden örnekler vereyim. Eylemlerde kırmızı bayrakla komünizm propagandası yapan ama evde ev işlerine yeltenmeyen, ev işi sanki kadının göreviymiş de kendisi lütfetmiş gibi arada “yardım” eden erkekler var. Antikapitalizm konusunda saatlerce ideoloji anlatan ama seks işçisi satın alan erkekler var. “Devlet yalan söylüyor, bizi kandırıyor” diye her gün devleti eleştiren ama partnerini aldatan erkekler var. Sokak eylemlerinde barikat kuran; ama kadınlar sırf feminizm üzerine anarşist bir eylem gerçekleştirince “onlar da edepli eylem yapsalardı” diyen erkekler var. Karşısında durduğu iktidar tahakkümünü sistematik olarak partnerine uygulayan erkekler var. Var da var. Ki bunlar riyakârlığı gözle görünür olanlar. Peki ya görünmez kılınmaya çalışılan psikolojik şiddete ne demeli? Baskılama, özgüvenini kırmaya çalışma, söz hakkı tanımama, suçlu hissettirme, başkalarının yanında küçük düşürme, fikirleriyle dalga geçme, kendine muhtaç bırakma, terk etmekle tehdit etme, başarılarını hafife alma... Tanıdık geldi mi? Bunları birçoğumuz psikolojik şiddet olarak tanımlamıyoruz, ilişki içinde yaşanan sürtüşmeler olarak algılıyoruz. Bu nedenle de kaynağını sorgulamıyoruz. “Çiftler arasında olur böyle şeyler” diyoruz. Tanıdık geldi mi? Şiddete uğradığı için polise giden kadınlara söylenen cümlenin aynısı. Çiftler arasında olur böyle şeyler, aşk sonuçta.
Sahi aşk neydi? Bize aşk diye tanımlanan bir olgu var. Nasıl bir şeyse artık bu aşk, her şeyi göze almak demek oluyor. Uğruna ölmelik olandan hani. Onu sürdürebilmek için bolca acı, çile çekmek demek oluyor. Tüm zorlukları sırtlamak, asla vazgeçmemek demek oluyor. Aşk kisvesi altında size uygulanan bu tahakkümü kabul mü ettiniz, buna göğüs germek için bolca emek mi gösterdiniz? Tebrikler! Yıllanmış emekçi âşıklar paketine özel, bir adet ömürlük beraberlik kazandınız! Bonus olarak da Sezen Aksu şarkıları eşliğinde içebileceğiniz bir küçük rakı.
Cinsel yönelimi erkekler olan, politik mücadele içerisinde yer alan ve kendisiyle benzer politik görüşten partnerler seçen sevgili kadınlar, beraber olduğunuz erkekleri feminist perspektiften gözlemlediniz mi hiç? İlişkiyi yürütebilmek adına verdiğiniz duygusal emek aynı mı? Partneriniz sizi gerçekten dengi olarak mı görüyor, yoksa kendini sizin konumunuzdan üstün, fikirlerini ve dertlerini sizinkilerden önemli mi görüyor? Olasılıklarını sürekli açık bırakarak, duygusal buhranlarını bahane ederek “ıssız adamlığı” mı oynuyor? Sizinle konuşurken pro-feminist söylemlerde bulunuyor ama dostlarıyla “erkek muhabbeti” içinde hâlâ cinsiyetçi ve eril mi? Kendi erkekliğini sorgulamıyor, ataerkinin kendi üzerindeki baskısını görmüyor ve ayrıcalıklarından faydalanmaya devam mı ediyor? Eğer öyleyse, partneriniz nasıl bir eşitlik mücadele içerisinde bulunuyor olursa olsun, bu ataerkil bir erkek olduğu gerçeğini değiştirmiyor ve kendisiyle yaşadığınız ilişkinin adı aşk değil. Feminist mücadele içinde yer alan kadınlar olarak bunu kabullenmeyi kendimize yediremiyoruz elbette. Karşı tarafı değiştirebileceğimizi, iyileştirebileceğimizi sanıyor kendimize bir de annelik, psikologluk görevi yüklüyoruz. Bu duygusal emeği de yok yere sırtlanıyoruz.
Eşitliğin olmadığı yerde aşk da yok sevgili kadınlar. Bunun adını koyma ve kabullenme süreci çok zor bir süreç; ama emin olun yalnız değilsiniz ve utanmanızı gerektiren hiçbir şey yok. İnanın sizi kendisiyle eşit görmeyen bir erkeğin hayatının kadını olmaktansa, kendi hayatınızın kadını olmak çok daha özgürleştirici!