“Sevgili geçmişim, tüm derslerin için teşekkürler. Sevgili geleceğim, ben hazırım.”
10 Temmuz günü yıllardır uğradığı şiddete dayanamayarak, eski eşini meşru müdafaa ile öldüren Çilem Doğan’ın bluzunda yazan sözlerdi bunlar.
Polis aracına bindirilirken kendisine “Çilem pişman mısın?” diye soran muhabirlere şu cevabı vermişti: “Kadınlar ölmesin, biraz da erkekler ölsün.”
Çilem’in elleri kelepçeli bir şekilde polislerle birlikte yürürken, başparmakları havada verdiği poz, karakolda iki memura olanları gülümseyerek anlattığı fotoğraf ve “kadınlar ölmesin, biraz da erkekler ölsün” sözü sosyal medyada binlerce defa paylaşıldı.
Cidden biz feministler, bir insanın öldürülmesine neden bu kadar sevinmiştik? Sevindiğimiz şey bir insanın öldürülmesi miydi? Yoksa bir kadının nefsi müdafaa ile yaşama hakkını (hapishanede dahi olsa) sonunda elde ettiği için azat hissiyle yaşadığı haklı gurur muydu?
“Bu bir cinayet ve şiddet asla çözüm değil” diyenler var.
“Şiddet” çözüm olmayabilir, ancak yaşam hakkı tehlikede olan birinin kendini savunması bir çözümdür. Çilem Doğan öldürmeseydi, öldürülecekti.
Uluslararası insan hakları sözleşmelerinde de yer aldığı gibi TCK Madde 25, meşru müdafaayı bir hak olarak tanımlar. Kendini haksız saldırıya karşı savunan kişiye ceza verilmez.
Ocak 2015’den beri İstanbul Feminist Kolektif (İFK) her ay “Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor” raporunu yayınlıyor. Her ay hayatları erkekler tarafından tehlike altına giren ve bu yüzden kendini savunmak durumunda kalan kadınların hikâyeleri yer alıyor bu raporda.
Bu raporlara göre 2015’in 6 ayında toplamda 16 kadın canlarını koruyabilmek adına kendilerine şiddet uygulayan erkekleri öldürdüler. Çilem Doğan’ın savunması ile bu ay sayı 17 oldu. Bu raporda sadece öldüren kadınlar yok, şiddete karşı kendilerini koruyarak erkekleri yaralayan, polise ihbar eden kadınlar, şiddeti izlemeyip müdahil olanlar ve devam etmekte olan davalar var.
İçinde olduğumuz yılın ilk 6 ayında Türkiye’de şiddetten ölen kadınların sayısı 160. Peki ya adalet?
Diyarbakır’da felçli ve görme engelli H.A.’nın evine girerek kendisine tecavüz eden Abdullah Taşkıran’ın davası bu ay sonuçlandı. Kendisi “iyi hal indirimi” sebebiyle 8 yıl 4 ay hapis cezası aldı.
Zonguldak’ta 5 yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel istismarda bulunan Suat K. “oruçluyum, Allah şahidim olsun bu suçu ben yapmadım” dedi ve hakkındaki 15 yıllık hapis istemi 8 aya düşürüldü.
Erzurum’da Turgay K. boşanma sürecinde olduğu eşi Diba K.’yi bir başkasının arabasında görünce arabaya girerek bıçakladı. Hakkındaki 15 yıllık hapis istemi 6 yıl 3 aya düşürüldü. Neden? Çünkü Diba K. o gün tayt giymişti ve mahkeme bunu tahrikten saydı.
İzmir’de eşi Alev Er’i aldattığından şüphelendiği için iple boğarak öldüren, sonrasında buzdolabına koyarak kaçan Şakir Er için müebbet hapis isteniyordu. Cezası 20 yıla düşürüldü; çünkü Alev Er’in çantasında doğum kontrol hapı olması ve piercing yaptırmış olması mahkemeye göre tahrik unsuruydu.
Erkekler öz savunmadan değil, eril yargıdan tahrik, iyi hal gibi sebeplerle “indirim” alırken, kadınlar küresel ve birincil hak olan yaşam haklarını savundukları için müebbet hapis cezasına çarptırılıyorlar. Kadınları evde, sokakta öldürdükleri yetmiyormuş gibi, bir de adalet sisteminde öldürüyorlar.
Kadınlar kendi hayatları veya bedenleri ile ilgili karar almak istediklerinde erkekler tarafından öldürülüyorlar ve bu erkekler indirim alıyorlar. Kadınlar ise kendi yaşamlarını savunmak için öldürdüklerinde ise değil bunun meşru müdafaadan sayılması, indirim dahi almıyorlar.
Sare Davutoğlu geçtiğimiz hafta “kadına yönelik şiddet” diyerek şiddeti bütün olarak ele almadığımızı, kadın cinayetlerinden bahsettikçe kadın cinayetlerinin arttığını ve durumu abarttığımızı söylemiş. Biz katlediliyoruz Sayın Sare Davutoğlu. Abartmadan da ölebiliriz haklısınız. Abartmadan da ölmek yerine öldürebiliriz. Eril yargıda sorun çıkarmadan, ölelim veya meşru müdafaaya rağmen müebbet hapis yatalım, sessizce. Aman eril düzene, o düzende kendine yer bulup da eril sistemi uygulayanlara zeval gelmesin. Çilem Doğan’ın yüzündeki ifadeye iyice bakın lütfen Sayın Sare Davutoğlu. Sizce erkek şiddetini gerçekten de abartıyor muyuz?