Dilara Gürcü

27 Ekim 2014

Benim bedenim, senin iltifat alanın; öyle mi?

Ataerkil düzenden ötürü kadın olarak yüzleşme durumunda olduğumuz yüzlerce sorun varken, bir de hiç tanımadığımız bir erkeğin, sırf kendini daha güçlü hissedebilmesi için uyguladığı bu ilkel yönteme karşı neden sessiz kaldığımızı anlayamıyorum

Türkiye’de hemen hemen her kadının günlük hayatı içerisinde maruz kaldığı, çoğunun alıştığı ve erkeklerin de olağan gördüğü bir durum: laf atmak.

Sabah evden çıkıp; akşam eve girene kadar kadınların genel olarak yaşadıkları taciz vakalarından sadece bir tanesi sözlü taciz. Türkiye’de yaşadığım dönemde haftada en aşağı bir defa başıma gelen bir durumdu bu. Çeşitlere, kategorilere bile ayırmak mümkün bu lafları. Sessizce arkanızdan yaklaşıp, kulağınıza genelde anlamakta güçlük çekeceğiniz kadar tuhaf bir şekilde bir şeyler fısıldayarak hızlıca uzaklaşanlardan tutun da, yol kenarında kendini koşullamış, bir yandan çekirdek çitlerken, bir yandan da bağıra bağıra sizin, sizden çok bedeniniz hakkında yorum yapanlara kadar.

Bu o kadar alışılagelmiş bir durum ki, çoğu zaman kadının tepkisi, daha doğrusu tepkisizliği, başını öne eğerek yürümeye devam etmek oluyor. Nadiren de olsa, laf atan adama karşı cevap verme cesaretini gösterebiliyor kadınlar.

Yaşadığım ilk sözlü taciz vakası, 11 yaşındayken, okul çıkışı bir kız arkadaşımla parkta biraz oturmaya karar verdiğimiz gün gerçekleşmişti. Bir adam, arkadaşımla bana yaklaşarak, ikimizi birden nasıl ellemek istediğini söylemişti. Kendisine bakıp “s.ktir git” diye defalarca bağırmamdan sonra şaşırıp, hızlıca uzaklaşmıştı. Sonrasında olan ise pek şaşırtıcı değil. Yanımıza gelen “duyarlı vatandaşlar” benim gibi “cici” bir kızın ağzına küfrün yakışmadığını, belki de artık oyun parkında oynamak için fazla büyük olduğumu söylemişlerdi.

Tabi ki de olanı biteni idrak edebilecek bir algıya sahip değildim o zamanlar. O gün tek hissettiğim, çocuk parkında bana “edepsiz” şeyler yapmak isteyen adama karşı duyduğum yoğun bir öfkeydi. Zamanla bu “edepsiz” şeylerin aslında edepsiz olmadığını, insan doğası gereği herkesin cinsel dürtüleri olduğunu öğrendim. Yanlış olan cinsel dürtü sahibi olmak değil; bir erkeğin, bu konuda kadının ne düşündüğünü veya ne istediğini umursamaksızın, kadının bedeni hakkında yorum yapma hakkını kendilerinde görebilmesiydi.

O gün çocuk parkındaki davranışım dolayısıyla utanç duymam gerektiği hissini, hayatım boyunca yaşadığım her taciz olayında tekrardan yaşadım. İtiraf etmem gerekiyor ki, bazı durumlarda ben de sessiz kaldım. Bazı durumlarda, çünkü tacizin ne zaman gerçekleşeceği asla belli olmuyor, ben de boş bulunup geri tepki veremedim. Gözlerim dolu dolu, dudaklarımı ısıra ısıra, başımı önüme eğip yürüdüğüm zamanlar da oldu. Ancak genelde cevap vermeyi tercih ettim.  O kişi bana nasıl bağırarak “iltifat” ediyorsa, ben de ona aynen o şekilde bağırarak “küfür” ettim. O kişi nasıl sinsice kulağıma yaklaşarak fısıldıyorsa, ben de aynı sinsilikle bağırarak “sapık var” diye o kişiyi ifşa ettim. Bunu yaptığım zaman toplumun tepkisi hep aynı oldu. Tacizciyi yaptığı davranıştan ötürü utandırmak yerine, beni utandırmayı tercih etti herkes. “Aşırı tepki veriyor olmakla”; “iltifat kabul etmeyi bilmiyor olmakla” hatta “böyle tepki verdiğim için laf yiyor olmakla” suçlandım.

“Ya ne var ki, adam sana bir kompliman yapmış, teşekkür et ve yoluna devam et” diyenler o denli fazla ki. Bu konuda ABD’den feminist sunucu Jessica R. Williams’ın çok güzel bir açıklaması var: “O adam komplimanını kendine saklasın; çünkü benim bir yere giderken yürüdüğüm yol onun yorum alanı dâhilinde değil. Kırmızı halı ya da defile değil; kaldırımda yürüyorum. Ve inanın ya da inanmayın, o adamın iltifatını almak benim günümü güzelleştirmiyor. Tam tersine beni rahatsız ediyor.”

 

Bu laf atma durumu tabi ki sadece Türkiye’ye mahsus bir durum değil. Dünya’nın her yerinde yaşanıyor. Ben sanırım biraz şanslı biri olarak, genelde Paris merkezinde vakit geçirdiğim için, buraya yerleştiğim günden beri bir kez bile sözlü tacize uğramadım. Hem de çoğu hafta sonu çakırkeyif bir halde, son metroyla evime yalnız dönüyor olmama rağmen. Artık bu konfora biraz fazla alışmış olacağım ki, Türkiye’ye her gittiğimde kendimi bir anda “serbest taciz alanında” buluyormuşum gibi hissediyorum. Ve merak ediyorum, neden Türkiye’deki kadınlar bu konudan bahsetmiyorlar? Neden bu konunun açık ve net bir erkek sorunu olduğunu dile getirmek yerine, hala “yalnız o semtte bu bluzu giyemezsin”, “yalnız o saatte o sokaktan geçme istersen” gibi uyarılarla, kendi yaşam ve beden alanlarını kısıtlar bir şekilde hayatlarını şekillendiriyorlar? Neden laf atıyor olana karşı tek bir tepki verilmez iken, laf yiyen kadınlar kendilerini suçlu hissediyor?

Suçlu hissetmesi gereken bu özgüven ve cinsel güç yoksunu adamlar değil mi? Bu adamların yoldan geçen kadınlara laf atarken aslında demek istediklerini; Buzzfeed sitesi oldukça komik bir video ile anlatmış:

“Seni objeleştirerek kendimi daha erkeksi hissediyorum.”

“Normal insanlar gibi kadınlarla konuşmayı beceremiyorum, o nedenle sana laf atıyorum.”

“Gerçekten çok büyük cinsel sorunlarım var.”

“Özgüven eksikliği yaşıyorum; bu nedenle yolunu keserek kendimi güçlü hissetmeye çalışıyorum.”

“Ne dediğim konusunda hiçbir fikrim yok; ama yine de daha fazla bağırarak laf atmaya devam edeceğim.”

Açıkçası zaten ataerkil düzenden ötürü kadın olarak yüzleşme durumunda olduğumuz yüzlerce sorun varken, bir de hiç tanımadığımız bir erkeğin, sırf kendini daha güçlü hissedebilmesi için uyguladığı bu ilkel yönteme karşı neden sessiz kaldığımızı anlayamıyorum.

Taciz sadece fiziksel olarak gerçekleşen bir eylem değildir. Zaten tacizin kelime anlamı; bir kişiye rahatsızlık vermektir. Bu sebeple tüm kadınların ve erkeklerin bu olağan karşılanan duruma karşı ses çıkarması gerek. Kendilerine laf atan adamların fotoğraflarını çekip, lokal medyada yayılması için internete koyan kadınlar bile var. Belki küfür etmek, geri bağırmak doğru yöntem değil. Ancak kanımca sessiz kalmak ve hiçbir şey yokmuş gibi davranmak; bu davranışı onaylamaktan başka bir şey değil.