“Eskişehir’de sevgilisinin kıskançlık krizi sonucu bıçakladığı 15 yaşındaki Ö.G. ağır yaralandı.”
“Erzurum'da kız kardeşleri 23 yaşındaki H.B.'ye tecavüz ettikleri iddiasıyla 27 yaşındaki M.B. ile 29 yaşındaki ağabeyi imam A.B.'nin tutuksuz olarak yargılanmalarına devam edildi.”
“Mersin'de öğretmen İ.Ö. boşandığı anaokulu öğretmeni eşi Y.Ç.'yi okul çıkışında boğazını keserek öldürdü.”
Bunlar 2014 yılında Türkiye’de basına yansıyan erkek şiddeti vakalarının sadece birkaçı. Bir paragrafla, belki yanında bir vesikalıkla, isimlerinin sadece baş harfleriyle, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde, erkek şiddetiyle hayatlarına kast edilen kadınların hikâyeleri. Üçüncü sayfada yer alan vahşet haberleri arasında eritilerek sunulan, çoğu zaman gözümüzün önünde yer almasına dahi tahammül edemediğimizden okumadığımız, “her gün olan şeyler bunlar” diyerek kanıksadığımız şiddet gören kadınların hikâyeleri.
Tacize ve tecavüze uğrayan, erkek şiddetiyle öldürülen bu kadınların hikâyeleri 3. sayfada genel vahşet haberleri arasında eritiliyor. Bu yaşanan kanıksama durumu içerisinde konunun ehemmiyetinin ne kadar farkında olabiliyoruz? Bu kadınlardan biri belki bir tanıdığımız, hatta biz olabilirdik; ancak bunu kabullenmek istemiyoruz. Neden?
Çünkü zannediyoruz ki bu kadınlar sosyo-ekonomik statülerinden dolayı bu vahşeti yaşadılar. Zannediyoruz ki bu kadınlar “bilinçsiz” olduklarından ötürü şiddete maruz kaldılar. Zannediyoruz ki biz, bu kadınlardan biri olamayız. Bu kadınlardan biri olabilmek için eğitimsiz, kültürsüz, işsiz, orta sınıfın ego tatmini olarak kullandığı “cahil” kelimesiyle nitelendirdiği kadınlardan biri olmamız gerekir. Öyle mi?
Kadının eğitim görmesi, çalışarak kendi ayakları üzerinde durabilmesi elbette ki erkek şiddetine karşı duruşunu kuvvetlendirir ve tabii ki kadına yönelik şiddet, istatistikî olarak sosyo-ekonomik statünün düşmesi ile artar. Ancak bu sorunu bir sınıf algısı olarak kanıksamak, bu sorunun çözülmesine yardımcı oluyor mu?
Bu algıya sahip olmamızın tek sebebi sınıf bilinci mi? Yoksa kadına yönelik şiddette bu sınıf algısına katkıda bulunan, başa gelen her hükümetin bütçe harcadığı algı yani medya yönetimi mi? Yoksa (hükümeti de geçiriyorum) erkek egemen topluma yönelik ilgi çekecek haber üretme derdinde olan medyanın dili mi?
Bianet kaynağına göre Türkiye’de 2014’ün ilk 10 ayında erkekler 235 kadını öldürdü, 88 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etti, 499 kadına şiddet uyguladı ve 75 kadın ve kız çocuğuna cinsel tacizde bulundu. Bunlar resmi rakamlar, bir de gayri resmi olanları düşünün. Korkan, utanan, kendini savunma cesaretini bulamayan kadınların vakalarını. Polise gittiğinde “kocandır, sever de döver de” diyerek evine yollanan, şikâyetleri raporlanmayan kadınların vakalarını.
2014 yılının ilk 10 ayında erkek şiddetinden “resmi olarak” zarar gören 897 kadından bahsediyoruz. Hiçbir katliamı, soykırımı bir diğeriyle karşılaştıracak cüretim yok. Ancak 10 ayda 897 tane kadının “kurban” olması sizce de oldukça yüksek bir rakam değil mi? Katliamı tanımlayan, katledilişin aynı yer ve zamanda gerçekleşiyor olması mı sadece? 10 ayda 897 tane kadının erkek şiddetine maruz kalması “manşet” niteliği taşımıyor mu?
Kadına karşı şiddeti, demografik ve ekonomik sınıf sorunu gibi sunan, erkek öznesini çoğu zaman yok sayan, kadının uğradığı şiddeti kadının suçuymuş gibi “kocasını aldattı, öldürüldü” ya da “kıskançlıktan cinnet geçiren katil koca” gibi cümlelerle habere taşıyan dilde, sizce de bir sorun yok mu? Yani ben “cinnet” geçirerek kadın katliamına sebebiyet veren herhangi birini vursam, bıçaklasam, işlemiş olduğum cinayet “cinnetten” mi sayılacak? “Tahrik indirimi” alabilecek miyim?
“Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi, sağlık raporları, tehdit mesajları ve tanık ifadelerine rağmen yıllarca akrabasına tecavüz eden sanık hakkında beraat kararı verdi.” 8 Aralık tarihli, Milliyet Gazetesi’nde yer alan Kemal Göktaş haberi. Şu an 20 yaşında olan “mağdur çocuğa” kuzeni 13 yaşından itibaren 7 yıl boyunca tecavüz etmiş! Tecavüz eden S.B. kendi eşini bile ilaç içirip, tecavüz edip, hamile bırakarak evlenmeye zorlamış. Eşi boşanma davası açmış ve ne adını ne de adının baş harflerini bildiğimiz “mağdur çocuk”un yanında yer alıyor. Hatta dava sırasında S.B tarafından tacize uğrayan başka bir kadın da beyanda bulunuyor. Ancak üç kadının da beyanı esas alınmıyor, sağlık raporları kanıttan sayılmıyor, tehdit için gönderilen mesajlar, CD’ler yok sayılıyor ve S.B tecavüzden beraat ediyor. Burada da bitmiyor dava. Sanık (yani S.B. ) “suçsuz” olduğu bir davada kendisini avukatla savunmak zorunda kaldığı için Adalet Bakanlığı bütçesinden kendisine 3 bin TL avukatlık ücreti ödenmesi kararlaştırılıyor.
Bu haberi Kemal Göktaş’tan başka yazan yok. Milliyet’de yayınlanan bu haber, başka mecralarda Milliyet kaynağı ile yayınlandı sadece. Yahu! Hadi diyelim bir tecavüzcünün beraatı ana haber konusu değil; vatandaşın ödediği vergiler ile Adalet Bakanlığı hazinesinden bir tecavüzcünün avukat masrafları karşılandı! Bu da manşet değeri taşımıyor, öyle mi?
Belki hatırlarsınız, 2011’de Fatih Altaylı eşi İbrahim Etik tarafından sırtından bıçaklanarak öldürülen Şefika Etik’in cesedinin fotoğrafını Habertürk gazetesinde sürmanşetten vermişti. Bir kadın cinayetinin gazetenin ilk sayfasında tüm gerçekliğiyle gözümüze sokulduğu nadir zamanlardan biriydi. Tabii ki Fatih Altaylı’yı savunacak değilim; o fotoğrafta yanlış çok şey var çünkü. Ancak bir sorum var: kanlar içerisinde, erkek şiddeti ile katledilmiş kadınların cesetlerinden önce hikâyeleri, kim oldukları, neden öldürüldükleri, davalardaki adaletsizlikler, uygulanmayan koruma kararları, haksız indirimler ve daha nicesi medyada ne zaman ana haber niteliği taşıyacak?
Diyeceksiniz ki Türkiye’de bağımsız ve yansız bir medya mı var? Misal 2014 Basın Özgürlüğü Endeksine göre Türkiye 180 ülke arasından 154. sırada. Bu yeni bir tablo da değil ayrıca. Yine de ortada bu kadar net bir gerçek varken, işlenen kadın katliamlarına karşı sessiz kalan, bu konuyu detaylıca işlemeyen, ataerkil dille katliamları olağanlaştıran medyaya eleştiri hakkımız da mı yok?
Mesela Kanal D, Cüneyt Özdemir’in sunduğu ana haber bülteninde kadın cinayetleri dosyalarını incelemeye başladı geçen hafta. Her gün farklı bir bakış açısıyla ilerleyen programda, katledilen kadınların yakınları ile yapılan röportajlardan, uzman görüşlerine, devletin bu konudaki hata ve eksiklerine kadar anlatıldı. İstenilince yapılıyormuş değil mi?
Ben 3. sayfadayım. Sınıfıma, algıma, hatta kadınlığıma bakmadan, sadece adının baş harflerinden oluşan kadınların yanındayım. Ve bağımsız olduğunu, yandaş olmadığını, cesur olduğunu iddia eden ana akım medya kuruluşlarına soruyorum: “Kadın katliamlarını ne zaman ana gündeme taşımayı düşünüyorsunuz?”