Didem Doğan

12 Nisan 2020

Salgından sonra | Hayallerimiz kabusa dönmesin

Tüm dünya için umudum, bu karanlık tünelden sosyal dayanışmanın önemini idrak ederek, güçlenerek çıkmak

Bir umut vermesi ihtimali veya gündemden uzaklaşma ihtiyacıyla salgın tünelinden çıktığımızı hayal ediyoruz. İnsan içinde bulunduğu zamanda sıkıştığında, zamanda ileri sarmak için, nefes almak için, var oluşunu ve yaşadığını hatırlamak için hayal kurar belki de. İnsan gelecekte yaşayabilmek için şimdi hayal kurar. Bilirsiniz yaşamla bağları zayıflamış kimseler hayal dahi kuramazlar.

Hayaller çeşitli sorularla harekete geçiriliyor şimdilerde. "İzolasyon bitince ilk ne yapacaksınız?" sorusu daha çok gündemde. Ne yaparız acaba? Kiminle görüşürüz? Nereye gideriz? En çok neyi özlemişizdir? Hangi önemli kararımızı hayata geçiririz? Peki diğerleri nasıl etkilenmiş olur, eş dost? Hepimiz değişir miyiz? Belki de her şey aynı kalır? Dünya nasıl değişir? Biz neresinden tutarız, tutunuruz? Yeni dünya çeşitli distopik filmlerdeki gibi mi olur? Başka bir çağ mı başlar? "İnsanlık" mı kazanır? Sosyal devletler mi kurulur? Yoksa kolumuza çip takıp bizi takip mi ederler? Kapitalizm bu kaybın karşısında daha da mı iştahlanır? Yenidünyaya Dayanışma çağı mı, yoksa Kaos çağı mı denir?

Bir kısmımız içinse bu hayaller ve sorular dahi pek anlamlı değil. Ekonomik kaygılar, işsizlik endişesi, yakınlarının veya kendilerinin Corona virüsüyle hastalanmalarının etkileri, yakınlarını salgın sebebiyle kaybetmenin kederi bazılarımız için daha ağır basacak. Burada geleceği düşünmek ve hayal kurmak kat be kat daha zor.

Şimdiki ihtiyaçlarımızla kendimize ait soruları belki cevaplasak da insanlığın geleceğine dair soruların cevaplarını bilmiyoruz. Bugünkü aklımız ve bilgimizle olanları anlamaya, bu sorular yardımıyla düşünmeye, büyük resimlerle küçükler arasında bağlantılar kurmaya, el yordamıyla ve bilimin bize verdiği çeşitli çerçevelerle olanlara anlam vermeye çalışabiliriz ancak. 

Salgın’ın toplumsal, politik, psikolojik, sosyolojik, psikososyal, sosyo-kültürel, teknolojik ve bilimsel etkileri ne olacak kestirmek zor, kimse bilmiyor. (Ancak bütün bu disiplinlere olağanüstü düşünme kapıları açtığı kesin.) En fazla biraz riske girilerek etkileri hakkında tahminler yapılabilir. Çünkü henüz içindeyiz, çünkü böylesini ilk defa yaşıyoruz. Hangi fütürist, hangi yorumu yaparsa yapsın, bu zamanın içinde oluşun etkisinden kurtularak yapamayabilir.

İnsanın anlama ihtiyacı | Gerçekçi tarafım

Ben de ister istemez hem anlamaya hem de yakın-uzak gelecekte bizdeki etkilerinin neler olabileceğine dair düşünceler içine giriyorum. Belirsizliklerle ve acı veren durumlarla böyle baş edebiliyorum. İnsan psikolojisi, ihtiyaçlar, arzular ve korkular, yaşam ve ölüm dürtüleri, travmalar, öğrenme ve hafıza gibi, insanı anlarken kullandığımız filtrelerle baktığımda olanlara, benim de kişisel öngörülerim var.

Salgın izolasyonlarının ilk dönemlerinde bir çok insanın içinde yeşeren bir düşünce olarak "en sonunda iyilik kazanacak," "bundan sonra sosyal düzen ve yönetime dair yüz güldüren dersler çıkarmış olmanın etkisiyle hareket edilecek" düşüncesi, sanırım bunun olmasına dair büyük bir ihtiyaçtan kaynaklanıyordu. Özellikle bizimki gibi gelişmekte olan ülkelerde yaşayanlar için, özellikle bizimki gibi her gün yüzümüzü kızartan, içimizi karartan olaylarla karşılaşan bizler için büyük bir hayaldi. Hayal etmeye, ileride bir noktada bugün yaşanan bir çok olumsuzluğun geride kalacağını bilmeye ihtiyacımız vardı. İşte o gün gelmişti ve büyük bir "şey" bütün kötülüğü silip süpürecekti, biliyorduk. Ben de bir çok şeyin akıl, bilim ve vicdanla işleneceğini hayal etmeye başlamıştım. İnsan arzu ettiği şeyin hayaline çarçabuk düşüyor.

Bizim balık hafızamız

Ama zamanla aslında çok şeyin değişmeyebileceğini (maalesef) yeniden hatırlamaya başladım. Doğru ya, bir defa ülkece hafıza kaybımız var bizim, teşhisli. Salgını da işler birazcık yoluna girmeye başladığında hemencecik unutacağız, neleri unutmadık ki. Depremleri unuttuk, maden kazalarını unuttuk, açlık grevlerini unuttuk, çatışmaları, adaletsizlikleri, faili meçhul cinayetleri, sokağa çıkma yasaklarını unuttuk, iklim krizini, mültecileri, patlamaları, öldürülen kadınları, savaşları, işkenceleri, öldürülen çocukları, seçim hilelerini, yuhalanan anneleri unuttuk biz. İçimiz filan da kurumadı. 

Korona mı hafızamızda yer edecek? Sanmam. Salgını da, izolasyonu da, özlem duygularımızı, açlık korkularımızı da, yalnızlığımızı da unutacağız. Neyi hatırlayacağız mesela? Bir türlü şeffaflaştırılmayan salgına dair bilgi akışını mı, haftalarca sahipsiz bir ülke gibi kendi kendimize açıklamalar yapışımızı mı, yöneticilerimizin elimizden tutmayışını mı, gelmesi gereken ekonomik, sosyal ve duygusal desteğin yine bizden beklenmesini mi, orta yaş üstü ve yaşlı insanlarımızın rencide edilişini ve dışlanmasını mı, gençlerin ve çocuklarımızın taşıyıcı kötüler olarak anılmasını mı, koronalı hastalarla çalışan sağlık çalışanlarının uğradığı ayrımcılığı mı, ekipmanlarının yetmeyişini mi, ekipmanların o sırada yurtdışına ihraç edilmesi haberini alışımızı mı, yoksa aniden gelen sokağa çıkma yasağının, virüs yayılımı arttırmamak için haftalardır evlerinden çıkmayan insanların bütün emeklerini boşa çıkarmasını mı??? 

Hangisini hatırlayacağız sizce?

Bu hafızasızlığın üstüne insanların korkularını ve vicdan eksikliğini de ekleyince işlerin böyle romantik gitmeyeceğini düşünmeye başladım. Kabaca bir tabirle evet iyiler ve iyilikler artacaktı, ancak kötüler ve kötülükler de artabilecekti. Korkmuş ve şaşırmış bu iki taraf oldukları yere sımsıkı ve daha büyük bir inançla bağlanabilecekti. Böyle düşünmeye başlamak beni hayal kırıklığına uğratsa da, gerçekliği ayaklarımı yere bastırdı. Sanırım dünyadaki iktidarların politik tutumlarında insana değer veren değişiklikler ve eşitlikler getirilmedikçe "tarafçılık" azalmayacak, hatta artacaktı.

Öte yandan kapitalizm aldığı iktisadi darbeleri ve güçlü sayılan devletler ise kendilerine dair kaybolan güvenlerini yeniden kazanmak için, eskisinden daha romantik davranmayacak, hatta daha da sertleşebilecek diye düşünüyorum. İnsanları manipüle etmek için en zayıf yerlerinden tutup sarsabileceklerini tahmin etmek güç değil. Bir insan dengesini kaybettiğinde ilk uzatılan ele tutunur. Böyle zamanların fırsatını kaybetmeyecek kötüler dünyamızda yok mu? Henüz bunların bizleri nerelere götüreceğini hiç birimiz bilemiyoruz.

Umutlu tarafım

Topyekün değişimler olmayacağını tahmin etsem de, dünyadaki "hırslı" iktidarların son yıllardaki faşist ve gerici eğilimlerinden ani bir uyanışla vazgeçmeyeceğini bilsem de, insanların geneline dair ve bazı "sosyal devlete" yaktın ülkelerin genel eğilimlerinin yönüne dair umut eden yanımı susturmayacağım. Umut ediyorum, vazgeçmiyorum ve bu geçiş döneminde söylemlerde her zamankinden daha çok yer alması gerektiğini düşünüyorum ki: dayanışmacı tutumlara ve ilerici, aydınlık düşüncelere ihtiyacımız, bilime ve vicdana sadakatimiz artacak gibi görünüyor. Faşist, tekelci, kibirli, zorba ve acı günde halkının yanında duramayacak yönetimler ve liderler, istenmeyecek gibi görünüyor. İşbirliği, psikolojik dayanıklılık, destek sistemleri ve sivil toplum, sosyal devlet gibi kavramlar yeniden değerlenebilecek. Fiziksel ve psikolojik sağlık, yakınlık, samimiyet ve (biyolojik veya seçtiğimiz) aile bağları yeniden kıymetlenebilecek.

Tüm dünya için umudum, bu karanlık tünelden sosyal dayanışmanın önemini idrak ederek, güçlenerek çıkmak.