Korkan, kaçan ve yalnızlığı ruhunun tamamı sananların arasında mavi sakallı, beyaz entarili bir dede dolaşır.
Kimilerinin gece rüyalarına girer. Sessizce durur izler.
Kimilerinin sabah düşlerinde camda öten kuşa döner.
Kimilerinin öğle yemeğinde sıcak, buharı tüten bir çorbaya ilişir. Her kaşıkta usulca süzülürken insanın derinliklerine alıp götürdüğü incecik bir yanma hissidir.
Kimilerinin televizyon karşısında izlemeye yeltendiği filmdeki kahkahalardır. Sanki dışarıdan gelen bir şenlik, bir neşe gibi görünür.
Herkes kadar o da acıları, hüzünleri ve dilekleri ile insanlığın arasında gezen hafif, ince ve naif bir esintidir.
Bazen hafif bir meltemle gelir, bazen şakır şakır yağan yağmurun gök gürültüsünün içine sinmiştir.
Onu herkes tanır. Ama nedense bazıları hiç tanımadığını düşünür.
O bir akşam sessizce usulca girdiği yatak odalarında, saklandığı kapı arkasından aniden çıkıp belirir. Amansız yakalar düşleri, amansız yakalar gündelik ulu orta dökülenleri.
Hiç beklemediğiniz, hiç ummadığınız bir anda öyle bir gelir ve yerleşir ki hayatınıza, her şeyi baştan aşağıya değiştirir.
Hiç istemediğiniz, hiç umursamadığınız bir anda vakitsiz açılır.
Bu vakitsizliktendir belki, görülmez birçok göze. Hissedilmez birçok anda.
Çoğu zaman yokmuş gibi yaşanır. Çoğu zaman hiç olmamış gibi davranılır, konuşulur.
Hiçbir şey olmamış gibi, sanki hiç hayatına girmemiş sanki hiç tanışmamış gibi, sanki hiç gülüşülmemiş sanki hiç sözleşilmemiş gibi alabildiğine yok sayılır.
Görülmek istenmeyen, duyulmak istenmeyen, fark edilmekten kaçınılan ne varsa hepsi onunla gelir. Ve o geliş insanı apansız, soluksuz kapı dışarı eder. İnsan bu, yanılgılarla dolu, sanki kaçsa kurtulacakmış gibi bedensiz düşlerinden hızlıca uzaklaşır evinden. Sığınır başkalarının limanlarına.
Bir dinlenti, bir avuntu esrikliğinde geçen zamanın sonunda elbet dönülecek eve.
Korku ile kaçılan, sığınılan her limanın ardı kocaman yalnızlık, kocaman boşluk ve hiçlik. Korkunun olduğu yerde sevgi olur mu? Korkunun olduğu yerde iyilik, güzellik olur mu?
Ve o dede, mavi sakallı, beyaz entarili dede yine girecek düşlere. Yine sızacak çorbanın buğusuna, yine demlenecek çayın taneleri arasında ve bardağa dökülüp girecek içine.
Ne zaman ki, insan savruk düşlerinin kitaplığını düzenlemeyi öğrenecek...
Ne zaman ki, insan hayallerinin peşi sıra yürümeyi ve yeri geldiğinde onların komutanı olmayı bilecek hissedecek…
Ne zaman ki, bir akarsu berraklığında çağıldamayı öğrenecek insan ve beslemeyi ve büyütmeyi ve yeşertmeyi…
Ne zaman ki, bir elma ağacı olmanın elmanın çekirdeğinden daha büyük olmadığını öğrenecek…
İşte o dede, o gün tüm insanlığın kutladığı şölenlerin akrobatı olacak. O gün ellerinde toplar, ayaklarında zarafetiyle en ince iplerin üzerinde ustalıkla yürüyecek.