Deniz Can

17 Şubat 2017

Tebdil-i ilişkide özgürlük

İhtiyacım olan tek şey, görmek için bakmak, sonsuz olasılıklara kendimi açmak ve yeniyi kabul edip geçmişe veda etmekmiş

Üç gün önce çok önem verdiğim bir ilişkim bozuldu, terk edildim. Onunla birlikte olmaya çalıştım, kabul etmedi. Yine denedim, yine aynı durum. 

İlk başta durumu idrak edemedim, algılayamadım. Yavaş yavaş yokluğu kendini hissettirmeye başladı. Aslında çok yavaş oldu diyemem. Küt diye o anda fark ettim. Benimle iletişime geçmeyi kabul etmemişti.

Kalktım. Başka şeylerle ilgilendim. 

Hayatla olan bağlantım kesilmişti. Birisi gelmişti ve dünya ile olan bağımı küt diye elimden almıştı. Bu nasıl olurdu? 

Düzeltmeye çalıştım, ama olmadı. O benimle iletişime geçmiyordu. Ben iletişimde olmaya çalıştıkça, ilk başta “hah şimdi oluyor, bu sefer halledeceğim, düzelttik, kurtardık” derken, o yine hooop, bağlantımızı koparıyordu

Duvar gibi, ne söylesem, ne yapsam kabul etmiyordu. Biraz biraz yokluğu koymaya başladı.Neredeyse ağlayacağım. İsyan edeceğim, “Hayır, böyle olamaz, yapamazsın” diyeceğim. 

Kendimi tutuyorum. İçimden “Deniz öfkelenme, öfkelendikçe daha sarpa saracak her şey” diyorum. Biraz sakinleşiyorum. 

Yeniden deniyorum. İnançla başlıyorum, “Bu sefer kesin olacak, bak seni çok seviyorum, lütfen beni bırakıp gitme, sana ihtiyacım var” diyorum. Tam iletişime geçecek, istediğimi yapacak gibi oluyor, sonra yine fısssss….

Kaç kere denedim, bilmiyorum. Bildiğim yoldan düzeltmeye çalıştım. Olmadı. 

Çaba

Çok istiyorum ama olmasını, onsuz bir hayat nasıl olur, unutmuşum.

O kadar uzun zamandır hayatımdaki. Çevremdekilerden bazıları “ben seni tanıdığımdan beri sen onunlasın, o senin hayatının parçası, vazgeçmek olmaz” dedi. Oysa, ben tam ona veda edecektim. 

O zaman “haydi Deniz, kurtar bu işi, yaparsın sen” dedim kendime. Bu sefer farklı yollardan gitmeye çalıştım, onun incinen kırılan yerlerini onarmak istedim. Bu sefer biraz daha ilerleme kaydeder gibi olduk. “Hah tamam oluyor”diyordum ki, hooop gitti. 

Başladım araştırmaya, internetten okumaya “hımm bu nasıl olur acaba” diyerek denemeye, yine yanıt veriyor gibi yapıyor ama sonra küüüt gidiyor. 

"Ağlasam duyar mısınız” diye başlayıp hüngür hüngür ağlamak istiyorum. Tam ağlayacak gibi oluyorum, “bu benim başıma nasıl gelir, hiç hak etmedim, yıllardır ona gözüm gibi baktım” diye isyan edeceğim, içimdeki diğer ses bu sefer “sabret Deniz” diyor. 

Baktım olmayacak, bir uzmandan yardım alayım dedim. Uzmanlara ulaşmak, mümkün değil. Bu arada hayata tutunmaya çalışıyorum, yokluğunu başka şeylerle doldurmaya çalışıyorum. 

Gün onunla başlayıp onunla bitiyor, nasıl veda edebilirim. 

Hiçbir şey mümkün görünmüyor. Yapacak tek şey kabul etmek. 

Yokluğu da kabul edilir gibi değil, yavaş yavaş razı geliyorum olup bitene. Psikoterapi kuramlarına göre bu iyileşmek için atılan güzel ve büyük bir adım. Her şey kabul ile başlıyor. 

Kabule geçince biraz daha uzaktan bakmaya başladım olaya. “Millete ahkam kesmek kolay, haydi çıkar külahı” dedim. 

Oturdum, düşünmeye başladım. “Yokluğu cehennemin öbür adı” mıydı gerçekten? Bunun gerçek olduğuna emin miydim? 

Yokluk halini unutmuşken, nasıl yokluğunu bilebilirdim ki?  Onsuz hayatımın nasıl olacağını nereden bilebilirdim?  Öyleyse deneyelim bakalım dedim, ne gelen var, ne giden nasıl olsa. 

Bu arada çevremde beni sevenler soruyorlar: “Ne oldu düzeltebildin mi?” Bir şey söylemek istemiyorum. “Bakıyorum” diyorum. 

Kabul

Biraz biraz yaşamaya başladığımı fark ettim, “Hımm onsuz daha iyi galiba” dediğimi hatırlıyorum, ilk vazgeçiş cümlemde. 

Biraz daha zaman geçince “Ah, evet, bu kesinlikle daha iyi, şimdiden hayata daha çok bağlandığımı hissediyorum” dedim. 

Günün sonuna doğru onun hayatımda olmasına çok fazla ihtiyaç duymadığımı anladım. Hem o yokken daha özgürdüm, daha çok zamanım vardı. Daha canlı ilişkiler kurmaya başlamıştım. 

Tam kabule geçmiştim. Onsuz yaşayabileceğimi görüyordum ve yaşıyordum. Hatta hayatımdaki varlığını unutmaya, yokluğunu övmeye başlamıştım. 

Dün akşamüstü ilk defa onun yerine koyabileceğim bir şey olduğunu fark ettim. Denedim, gayet iyi oldu. 

Bu yazıyı nasıl yazacağım diye düşünüyordum, sonra içimden bir ses “şimdi bunu düşünme, vakti gelince elbet bulunur bir çare” dedi. 

Beni terk eden, tüm çabama yanıt vermeyen eski dostum bilgisayarımdı. 

Vakti gelmişti, yazıyı yazmak gerekiyordu. “Şunu bi deneyeyim” dedim. Aaa oldu! 

Evet, bu yazıyı şimdi şu çok akıllı telefonuma bağladığım bluetooth klavye ile yazıyorum. 

Her şeyim varmış ya benim, terk edildim diye üzülürken, yokluğuna ağıtlar yakarken nasıl bir bolluk bereket içindeymişim. Evdeki masa üstü bilgisayar, bir sürü para bayılıp aldığım telefon aslına nelere kadirmiş. 

İhtiyacım olan tek şey, görmek için bakmak, sonsuz olasılıklara kendimi açmak ve yeniyi kabul edip geçmişe veda etmekmiş.