Güneşli hafta sonu… Sabahtan dökülmüşüz yollara; kurslar, alış veriş, yemek ve kısa bir kahve molası.
Şen şakrak, çekirdek aile olarak yol kenarındaki kahveciye oturduk. Kahvemizi içip sohbet edeceğiz, zaten kısa bir mola, sonra yola devam. Bizim kız iki üç sehpa ileride duran tavlayı gördü.
“Baba tavla oynayalım."
Babadan gelen yanıt net ve mantıklı:
“Başka zaman, tavla oynayacak yer yok, sehpa dolu. Birazdan kalkıyoruz."
Bizim kız bir iki mırın kırın edip gözlerimin içine baktı. Bu tür durumlarda hep bir çözüm bulan annesine “hadi bana destek ol” diyen bakışlar bunlar. Benden gelen yanıtta beklentisine uymadı:
“Sohbet ediyoruz hep birlikte, evde de oynayabiliriz.”
Bizim kız; biraz asi, çokça tuttuğunu koparan, istediğini almak için türlü yollara başvuran biri. Birileri ona “yılmadan isteklerinin peşinden git, emek verdikçe ulaşacaksın” diye öğretmiş.
Anneliğin en büyük sınavları burada yatıyor, ne öğretirsen sana geri dönüyor. İyi ya da kötü, erdem olarak öğrettiğin her şey bir gün karşına küüütt diye çıkıyor.
Bir, iki tur söz ile ikna etmeye çalıştı. Olmadı. Çözüm önerileri getirdi, "öteki tarafta oturalım," "biz oraya geçelim babamla, sen burada otur" dedi. Olmadı.
İkna çabası hala devam ediyor. İşi duygusala bağladı. Hani o bildiğimiz nazlı, sevgi vampiri haller; “ya baba ya, haydi oynalım, n’ooolur.”
Son tura dönüyor tavla
Baba da, baba. “Hayır” dedim modunda. Kendi fikrini sabırla anlatıyor, kararlı bir şekilde “olmaz” diyor.
Son tur ikna çabasına geçti. Kollarını yastık yapıp kapattı yüzünü sehpaya. Ağlamıyor, mızmızlanmıyor, sadece öyle kapanmış duruyor. Pasif direnişe geçti. Bu hal ile verdiği mesaj şu: “madem istediğimi alamıyorum, o zaman hiç oynamıyorum, haydi sohbet edin keyfile, becerebiliyorsanız.”
Anne, baba olarak mümkün mü? Pek değil. Kim sevdiği bir kenarda acı çekerken rahat rahat keyfine devam edebilir ki?
Sonuç; onun o halini görmezden gelemedik. “Ama, bu çok da doğru değil” gibi, cümlelerle onu ikna etmeye çalıştık, başardık da.
Tavla oynanmadı. Kahveler bitti.
Kim kaybetti? Kim kazandı? Aslında bir savaş değil bu ama, iki istek ve iki tutum var. İstediğini elde eden ve etmeyen iki taraf görülebilir.
Kimdi kazanan? Kimse.
O tavla oynayamadı, biz keyifle kahve içemedik. Yarattığımız sorunun sarmalına girdik ve oradaki anı ıskaladık. Olan sadece bu.
Bir çocuk-ebeveyn ilişkisi deyip geçmeyin. Yaşamımızda olan her şey böyle aslında. Anı yaşayamadığımız her anı böyle yaratıyoruz.
Yetişkinlerin tavla turları
Yaşamımızda istediğimiz bir şey var, olursa çok keyif alacağız, tam da istediğimiz bu. O anda olmasını kendimiz için mutluluk, haz kaynağı olarak düşünüyoruz.
Bu istediğimizi de somutlaştıralım; para kazanma, aradığımız aşkı bulmuşuz da ilişkiye dönüşsün diye bekliyoruz, kariyerde ilerleme, yeni bir ev alma, güzel bir tatil, daha iyi bir hayata geçme istediğimiz, hiç biri değilse, siz kendiniz için bir tane koyun buraya.
Hedefimiz için güzellikle, inançla ilerliyoruz. Teklifler götürüyoruz, çevremizden destek bekliyoruz, bildiğimiz her yolu deniyoruz. Olmuyor, bir türlü olmuyor.
Sonunda “pes ettim, yaşam seninle oynamıyorum, küstüm işte, acı çekiyorum, görün” diye bir kenara çekiliyoruz. Bunun yetişkin ilişkilerindeki adı: depresyon.
Oysa, kendimizi sıkıştırdığımız o hedefin peşinden giderken bir sürü neşeyi, umudu, kahkahayı ve sevgi ilişkisini pas geçiyoruz. Hiç farkında değiliz. Şartlanmışız, şu, şu olursa, bu, bu gerçekleşirse, mutlu olacağım. Yok öyle bir şey, her ne olursa olsun neşe ve sevgiyi bırakmıyorum diye yaşamak, anı yaşamak.
Döndürelim madalyonu hanımlar, beyler
Madalyonu tersine çevirelim. Ahh en acı yanı, ebeveyn olarak bizim tutumumuza bakalım biraz...
Keyif alacağız diye, şartlandığımız zamanı tam elde etmişken beklenmedik bir gelişme karşısında “Hayır, ben böyle keyif alacağım, tamam mı, şimdi keyfimi bozma lütfen” diye red ettiğiniz teklif keyfinizi elinden alabiliyor.
Teklife takılmadık belki ama, masaya kıvrılmış kalbimizin en ince yerine takıldık. O görüntü ile reaksiyona girmeseydik, keyif alabilirdik.
Çok büyük bir şey mi oldu, hayır.
Kalktık ve yine şen şakrak gittik yolumuza ama işte o an, o anı ıskaladık. Iskalanan o anlar birikince pişmanlık dediğimiz sarmalın içine giriyoruz. Tüm mesele bu.