Deniz Can

05 Mayıs 2017

Kabak tadındaki acı gerçek

Sorun, her birimiz herkes olmaya çalıştığımızda başlıyor

Bir kişi sizi kırdı diyelim. 
 
Öyle derinden kırdı ki, ilk başta bir daha asla ilişkinizin olamayacağını düşündünüz. 
 
Ardından zaman geçti, yara dağlanır gibi oldu. Kırgınlığı yaratan hayatınıza yeniden girmeye çalıştı, adım attı. 
 
Siz zaten değer vermiş, sevmişsiniz umut ile başlamasınız ilk tura. Yine o romantik duygularınız açığa çıktı. Romantik duygu deyince bunun illa sevgili olması gerekmiyor. 
 
Gerçek sandığımız ve tutunduğumuz her duygu romantik bir yaklaşım. Bir süre sonra kabak tadı veren her duygu, her durum romantik yaklaşım. 
 
Romantik duygularınızın peşinde iken siz, kırgınlığı unuttunuz, “Her şey çok güzel olacak. Çiçekler, böcekler, ohh hava mis” dediniz ve bu insanı yaşamınıza yeniden kabul ettiniz. 
 
Bir kaç ay sonra o şaşalı prenses arabası yavaş yavaş tökezlemeye başladı. Ardından hooop, balkabağı. 
 
Kalbiniz oldu mu yine paramparça? 
 
Yine döndünüz mü başa?
 
Oturdunuz vicdan muhasebesine, o kalemiyle sürekli her dosyayı karar bağlayan içinizdeki yargıç geçti mi karşınıza, başladı konuşmaya: 
 
“Yaz kızım, davalının kasten kalp kırmak suçundan ölüm cezasına, davacının sebebiyet vermesinden ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmasına karar verilmiştir.” 
 
Eveeet, geldik şimdi en güzel yere. 
 
Yargıç kalemi kırdı. Kıranı öldürdünüz, kalan ömrünüze de biçtiniz müebbeti. Sefanız olsun. 
 
Yaşamınız artık bu müebbet cezanızı doldurmakla geçecek. Ne kadar engin vadilere koşsanız da, kızgın kumlardan serin sulara atlasanız da, içinizdeki gardiyan alttan alta hep şunu söyleyecek:
 
 

“Özgür değilsin, cezalısın, suçlusun” 

 
 
Cezanızı tamamlamak için çile günleri yaratacaksınız kendinize. Bitti galiba diyerek özgürlüğe adım atmak isteyeceksiniz. 
 
Her adımda boynunuzdaki zincir boğazınızı sıkacak. Her adımda ayaklarınızdaki pranga sizi düşürecek, yere kapaklanacaksınız. 
 
Ahh bittik biz, ne de karamsarım! 
 
Hiç mi kurtuluş yok?
 
 Hani şu birilerinin karma dediği şey, bu cezalandırma sistemi hiç mi son bulmayacak. 
 
 

Kurtuluş tek yolda!

 
 
O gerçek duygularınız sandığınız şeyler var ya, romantik dediklerim hani. Onları size sunan sahte kişiliğinizle yüzleştiğiniz de, sahte benliğiniz her ortaya çıktığında "çekil bakalım kenara" dediğiniz zaman son bulacak ceza.
 
Esas işiniz kalbinizi özgür bırakmak çünkü. Kalp hiç de romantik değildir. O özünüzdür. Kalp diye yazınca romantik görünüyor, kulağa hoş geliyor. 
 
 

Tüm görevlerinizden azade olmak!

 
 
Sahte kişiliğinizin tutunduğu her şeyi bırakacaksınız bir bir:
 
Değer görmek için yaptıklarınızdan, seçtiklerinizden vazgeçeceksiniz. Belki de bu markalı giysilerden, lüks evlerden geçiyordur. Belki bunlar ünvanlardır. Belki bunlar iyilik örtüsüne sarılmış davranışlarınızdır. Belki içiniz kan ağladığı halde gülümsemenizdir. 
 
Kabul görmek için yaptıklarınızdan vazgeçeceksiniz. Belki  bu akşam sofrası hazırlamaktır, belki sevgiliye alınan güldür, belkiyi öfkeyi saklamaktır. 
 
Sevilmek için yaptıklarınızdan vazgeçeceksiniz. Bunu da siz örnekleyin benim yerime. 
 
Dürüst olmadığınız her anı değiştireceksiniz. Susup söylemedikleriniz, kendinizi sakladığınız anlardır bunlar çoğunlukla. 
 
Bu uzun bir inziva dönemi gibidir. Gerçekte kimi neyi mahkum ettiğinizi görüp, esas tutsağın varolması için, yeniden ayağa kalkması için, çalıştırdığınız gardiyanları tek tek işten atmaktır. 
 
Bunları bırakırken tek tek her bir parçaşıyla özünüzü kucaklayacaksınız. Sınırlılıklarınızı, sorumluluklarınızı, yapamadıklarınızı, yapabildiklerinizi, güzelliklerinizi, yeteneklerinizi, sevme yetinizi ayağa kaldıracaksınız. İnsan içine çıkmalarına izin vereceksiniz. 
 
Kendini sevmek böyle bir şey. 
 
Yoksa romantik romantik “Oooo çok mükemmelim, kendimi de çok seviyorum, harikayım” demek değil. 
 
Evet, her birimizi mükemmeliz. Sorun, her birimiz herkes olmaya çalıştığımızda başlıyor. 
 
Yeteneklerimizle, yeteneksizliklerimizle kendimizi görüp kabul ettiğimizde, kendimizi başka bir şey olmaya zorlamadığımızda mükemmel oluyoruz. 
 
Neden mi?
 
Çünkü biz birimizin eksiklerini hiç farkında olmadan tamamlayan parçalar bütünüyüz. Hepimiz, tüm insanlık, bir yap boz gibi, eksik gedik, çıkıntı olan parçalarımızda bir araya geliyoruz, birleşiyoruz, bütünü oluşturuyoruz.