Deniz Can

21 Nisan 2017

Eyy Kadınlar! Tüm kurbağaları özgür bırakın

Kurbağaları prens yapmaya çalışmayın artık, onlar kurbağa olarak mutlular, bırakın

Adam kadını sevmiş. Kadın adamı sevmiş.

Adam prens gibi çıkmış kadının önüne, demiş ki: 

“Gel benimle ol, oturup yıldızlara, bakalım dünyadaki halimize”

Kadın büyülenmiş. Yıldızlar, prens, romantizm, vay vay vay...

Kadın inanmış, sadece inanmış, her şeye boş vermiş. Mutluluk geldi, red etmek olmaz demiş. Binmiş prensin atının terkisine, gitmişler. 

Az gitmişler, uz gitmişler. Yıldız mıldız yok. Saray da yok, hazine de. Adam yalancı, yıldızlara giden yolu bile bilmiyormuş. 

Kadın öpmüş adamı yine de, cesaretini sevmiş. Olmayanı var etme çabasını sevmiş. Hayallerine dokunmasını sevmiş. Öpmüş. Öyle içten, öyle sevgi ile öpmüş ki, adam kurbağa olmuş. 

Al başına belayı, öpülünce prense dönüşen kurbağayı biliyorduk da, öpülünce kurbağaya döneni bilmiyorduk. 

Bu masal bize anlatılmamıştı. 

Haydi söyleyin, kaç prensi öptünüz de kurbağaya döndü? 

Olanı görmezden geldiğiniz kaç kişi oldu? “Hayır ama, o kurbağa değil, prens” dediğiniz erkek sayısı kaç? 

Kabul etmemek için direndiğiniz, kurbağayı prens yapmaya çalıştığınız kaç zaman oldu? İçinde sanki bir cevher var da, utanıp sıkılıp saklıyor sandığınız, ortaya çıkarmak için diller döktüğünüz, çabaladığınız, koşulsuz güven sunduğunuz, umut ettiğiniz, olmadığı için kendinizi suçladığınız, kaç kurbağayı defalarca öptünüz? 

 

Ahhh, biz kadınlar! 

 

İlla olduracağız. İçimizdeki yaratıcı gücün öylesine farkındayız ki, illa yaratacağız, dönüştüreceğiz, güzelleştireceğiz. 

O mucizevi enerjimizi nerelere akıttığımızı bilsek, onların dipsiz kuyular olduğunu bilsek, yapar mıyız hiç? 

Kaç kere yemin ettiniz? Kaç kere “bir daha yok, nakka!” dediniz?

Kaç kere küstünüz kalbinize? Kapattınız da, bir daha açmam dediniz? Kalpcağızınız orada çırpındı durdu, duy sesimi diye de, duymazdan geldiniz? 

Kaç kere kurbağaya ihanet etmemek için gerçek prensleri ıskaladınız? 

 

Oyun bitti. Paydos, boşaltın sahneleri!

 

Bırakın kurbağalar, kurbağa kalsın. Onlar zaten hiç prens değildi. Kabul edin. 

Kurbağaları prens yapmaya çalışmayın artık, onlar kurbağa olarak mutlular, bırakın. 

Size söyledikleri yalanlar mı ne olacak? Size sundukları boş vaadler mi ne olacak? Koy verin gitsinler. Bir affediverin hepsini, salın gitsinler. 

Onlar gerçek prenslerinizi tanımaya yardımcı, prens olmayan haller. 

O kurbağalar ki, size gerçek prensi getiren resimler. 

Yaradılışları gereği öyleler, kabul edin. Ne olur, kabul edin. Direnmeyin artık. Acaba yanlış yorumlayan ben miyim, hatalı olan ben miyim diye sormayın.

Her canlı doğası gereği mükemmeldir. Tek sorun mükemmelliğini görmeyişindedir. Sevin kendinizi, kalbinizi. Bunca çabanızı, deneyiminizi, coşkunuzu ödüllendirin. 

Bir düşünün şimdi, kalbinizin gerçek vuslatına kavuştuğunda yapabileceklerinizi, çoğaltabileceklerinizi görün. Sizler ki,  kurbağaları prense dönüştürmek için ne hünerler sergilemişsiniz. Vuslata vereceğiniz en ufak paye neler yarattırır?

Kurbağadan prens olur mu? Olmaz. Uğraşmayın. 

Hayatınızda hala bir kurbağa tutuyorsanız, en zayıf yanınıza tutunuyorsunuz demektir. 

Hele ki, bir kurbağanın prens olmadığını göre göre, bile bile tutuyorsanız. Vay halinize, vay kalbinize. 

Sorun kendinize:

Bu kurbağayı özgür bırakmak için neye ihtiyacım var? 

Niye kalbimi cezalandırıyorum? 

Kalbime güvenmem için neler mümkün? 

Sorun sadece, yanıtlarınızdan korkmayın. Yanıtlarınız sizi dişi gücünüzle tanıştıracak, yüzyıllardır baskılanmış, yok sayılmış, farklı şekillere sokulmaya çalışılmış olan kadınlığınıza götürecek. 

Bir prense ya da kurbağaya ihtiyaç duymadan yaşamınızı sürdürebileceğinizi fark edeceksiniz. 

Aşkın tamamlanmak değil, çoğalmak olduğunu fark edeceksiniz. 

Hazır mısınız?