Bir oraya bir buraya gidip geliyorlar, hızlıca. Biraz telaş, biraz heyecan sinmiş koşuşturmanın içine tam anlaşılmayan konuşmalar giriyor.
Ellerinde irili ufaklı paketler.
Sahnenin tahtaları üzerinde ayakkabılarının tıkırdaması ve hızlanınca takırdamasının arasına siniyor müzik.
İnsanlar gittikçe çoğalıyor.
Küçük sohbetler kalabalık arttıkça bir uğultuya dönüşüyor. Bazısı yavaş bazısı sakince yerleşiyor koltuklarına.
Birileri oturduktan sonra sohbete devam ediyor.
Bazıları önceden gelmiş oturmuş, hiç konuşmuyor. Onların suratları asık. Tiyatro salonunda konuşulmaz kuralının ayaklı uyarı panosu gibiler.
İnsanlar doldurdukça koltukları, boşluk yerleşiyor sahneye.
Dekora merakla bakanlar gizemli bir büyüyü çözmeye çalışır gibi.
Bir de sahneye bakmayanlar, ortama pervasızlığı yayanlar. Sanki onlar başka bir yere gideceklermiş de tesadüfen oraya gelmiş gibi.
Birkaç kişi elindeki oyunun broşürünü eviriyor çeviriyor. Ne aradıklarını merak ediyorum. O kadar dikkatli baktıkları ne olabilir? Bir önünü bir arkasını neden okuyorlar. Bir kitabı almadan önce defalarca arka kapak yazısını okuyanlar gibi, tam donanımlı ve hazırlıklı olmayı sevenler.
Arada bir seyirciye yönelik anonsun mekanik sesi giriyor araya. Soğuk, katı bir tonla sıralıyor gereklilikleri. Kendiliğinden oluşan ihtişamın ritmini bozma görevinde. O ses her seferinde soğuk, katı ve sıkıcı yaşamın dışarıda devam edeceğini hatırlatıyor. Olsun, yine de şurada kısacık bir mola yaşanacak. Birkaç kapı arkada kalmış karamsarlığa uzak olmak için yok sayılabilir belki de.
Koltuklarda oldukça kabalar. Var edilme nedenlerinden uzak, alabildiğine rahatsızlar. Bir kalıp gibi çevreliyor, dik oturtuyor ve sakın tamamen teslim olma der gibiler. Olsun yine de sıcak bir hissi var, belki sırtı tam yerleştirmiş olmanın rahatlığı bu.
Ve o montlar, ah o montlar nereye koyulsa hep bir sıkışıklık yaratan. Koltuğun darlığına inat sanki daha da büyüyorlar. Ustalıkla bir köşeye sıkıştırıldıktan sonra şimdi hazırız, başlayabilir.
Epey varmış daha, ne zaman geçecek bu zaman?
Işıklar dalga dalga sönüyor.
İşte sahne zamanı. Ve başlıyor şölen.
Gittikçe artan bir uzaklaşma hissi. Kapılıp gidiyorsun anlatılana. Büyülü bir zamana girdik hep beraber.
Geçişlerde kararan sahne ve ardı sıra yeniden yükselen merak. Gittikçe artıyor coşku, keşke hiç kesintiye uğramasa repliklerin dansı, akışkan hareketliliği. Su gibi akıyor, berrak ve ışıltılı bir çağan…
Her şey senden ve yaşamından uzak gibi. Oysa anlatılan senin hikâyen.
Sahne akmaya devam ediyor. Biraz kıpırdanmalar koltukta, pür dikkat bakışlara rağmen bacaklar uyuşabiliyor işte.
Bazen sahnedeki bağrış çağrış patlıyor kulaklarda, bazen yakılan bir ağıt hatırlatıyor derindeki acıyı, bazen sakarlıklar ve aptalca konuşmalar patlatıyor kahkahaları… Hepsi baştan sona kesintisiz bir bütünlük ve muhteşemlikle akıyor üzerimize.
Acaba diyorum, tüm yaşadıklarımız da bu kesintisizlik ve şölen içinde akıyor olabilir mi?
Merak işte, belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye.
Belki de diyorum, muhteşem bir dansın olmazsa olmazı yaşadıklarımız.
Ah, bir de o mekanik ses olmasa… Sürekli kurallardan bahsetmese tam bir şölen olacak o zaman.
Eski bir söz düşüyor aklıma "Adana, çık aradan."