Fotoğraf: Kurt Arrigo
Lüks denilince akla gelen yerlerden biridir Fransa’nın Saint Tropez kıyısı. Sayfalarınızda gördüğünüz kuğu gibi yelkenliler lüks gibi gelse de aslında yelkencilik paradan ziyade bir klas gerektirir. İşte Les Voiles de Saint Tropez, bu klasa sahip olan Fransa’nın en ikonik yelken yarışıdır. Dünyanın dört bir yanından 250 yelkenlinin katılımıyla gerçekleşen bu yılki Les Voiles, St.Tropez’de büyüleyici bir sahne sundu.
Fotoğraf: Kurt Arrigo
Fotoğraf: Deniz Kurt
Sabah çok erken saatte tereyağı kokan sıcacık Fransız kruvasanımı cafe creme’mime banıp bu muhteşem yelkenlilerin hazırlıklarını seyrediyorum. Yelkencilerden kimisi yelkenleri onarıyor, kimisi halatları, kimisi teknenin üzerinde heyecanla koşturuyor, kimisi sessizce denize çıkacağı anı bekliyor. Rengarenk evleri ile eski yıllardan beri sanki hiç değişmemiş, hiç bozulmamış görünen Saint Tropez’nin küçük ama geleneksel limanı bu klasik yelkenliler ile kaplanınca, aklınız bir anda orta çağa gidiyor. Sanki 1700’lü yıllardayız, ahşap küpeşteler, kalın kalın halatlar, sararmış yelken bezleri ve bunların arasında elleri hep bir şeylerle meşgul olan yelkenciler…Sırf bu sahneyi görmek bile hayatta bir küçük lüks, bir ayrıcalık. İşte parayla satın alınamayacak bu lüksü hissettiren duyguya ‘Le Voiles ruhu’ diyoruz. O ahşap tekneler bembeyaz dev yelkenlerini açtıklarında, Saint Tropez’nin tarihi limanında altın rengi akşam güneşi lombozlara vurduğunda, yüzlerce yelken severle kalabalıklar arasına karıştığınızda hissettiğiniz o muhteşem Le Voiles ruhu.
Fotoğraf: Kurt Arrigo
Bu yarış da her yelken yarışının hikayesinde olduğu gibi iki yelkencinin akşamüstü birasını içerken ‘Yarın kapışalım mı?’ diye iddiaya tutuşması ile başlıyor. Çok eski bir yarış değil, başlaması 1999 yılına dayanıyor. Yani bu yıl Les Voiles’in 25. yılını kutladık. Yarışı izlemeye gelen isimler, her yıl olduğu gibi, yarışın klasını biraz daha iyi gösteriyordu diyebiliriz. Monaco Prensesi Caroline’in oğlu Pierre Casiraghi, Danimarka kralı Frederik X, Hollanda kraliyet ailesi üyesi ve Orange-Nassau Prensi Maurits Willem Pieter Hendrik, İngiliz şarkıcı Simon Le Bon, Wally yatlarının başkanı Luca Bassani, iş insanları Pier Luigi Loro Piana, Peter Dubens, Wendy Schmidt, Reinold Geiger, Sir Peter Ogden, Dünyaca ünlü aktör Chris Pratt, Fransız aktörler, aktrisler, solistler, yazarlar, sporcular, dünyaca ünlü yelkenciler, offshore yarışçıları ve tabi ki bendeniz. :)
Fotoğraf: Kurt Arrigo
Fotoğraf: Kurt Arrigo
Yarışlar bitti, kazananlar kazandı, kaybedenler karalar bağlamadı, herkes çok eğlendi ve özetle Les Voiles, yelken yarışları içerisinde yaşattığı ruh ile bir başka güzel olduğunu 2024’te de kanıtladı. Siz de eğer bir yelkenci ya da yelken severseniz, bu yarışı takviminize ekleyin derim.
Fotoğraf: Kurt Arrigo
Fotoğraf: Kurt Arrigo
Yine de konuyu gastronomiye bağlamadan geçmeyeyim ve madem ağzımızı sulandıracak kadar yazdık, Fransa kruvasanının hikayesini size aktarayım. Kruvasan/Croissant denilince akla Fransa geliyor ama kökeni Avusturyalılara dayanıyor. Bizim bile bu işte parmağımız var. ‘Hadi canım!’ dediğinizi duyar gibiyim. Hikâye, 1683’te Osmanlı ordusunun Viyana kuşatması sırasında başlar. Rivayete göre, Osmanlılar şehir surlarının altına tünel kazarak gizlice girmeyi planlarken, gece geç saatlere kadar çalışan Viyanalı fırıncılar bu planı fark eder ve yetkililere haber verir. Bu uyarı sayesinde Osmanlılar püskürtülür, kuşatma sona erer. Viyana halkı, zaferin anısına hilal şeklinde bir hamur işi yapmaya karar verir. Osmanlı bayrağındaki hilali temsil eden bu çörek, “kipferl” adıyla anılmaya başlar. 18. yüzyılın başlarında Fransız pastacılar Avusturya’nın bu ünlü hamur işini keşfeder ve onu Fransız mutfağına taşır. Fransızlar, bu hamur işini daha hafif ve kabarık bir yapıya sahip olacak şekilde geliştirirler ve kruvasan doğar. Bu versiyon, özellikle 20. yüzyılın ortalarından itibaren Fransız kültürüyle tamamen bütünleşir.
Günümüzde Fransız kruvasanı, kat kat açılmış incecik hamuru, tereyağlı lezzeti ve çıtır dokusuyla tüm dünya çapında ünlüdür. Fransa’ya gittiğinizde kötü bir kruvasan bulmanız neredeyse mümkün değildir. Her köşe başında, sokak arasında, her ‘Boulangerie’de ve fırında iyi kruvasan bulursunuz. Yapılışı kolay değil. Milföyden yapılıyor. Hamuru ‘doktor bu ne!’ diyebileceğiniz bir miktarda tereyağı ile yoğurup katlayarak habire bekletmeniz gerekiyor. İşte kruvasanın sabahları reddedemeyeceğiniz o müthiş kokusunu sağlayan şey, içindeki tereyağı miktarı, çıtırlığı sağlayan da o katlarıdır. O yüzden de kilo yapar! Bir defasında Fransa’da on gün kaldığım bir zaman, her gün iki üç kruvasan ve öğleden sonraları da ‘Tarte Tatin’ yiyerek beş kilo almıştım. Ne delilik ama! (Tarte Tatin hikayesini başka yazıya saklayayım.)
Kısaca bu muhteşem lezzet, tabiri caize hakikaten reddedilemeyecek bir lezzet. Bana göre ise son yıllarda popüler olmuş ekşi mayalı kruvasan, içine yağlı yağlı doldurulan kokoreç ile kruvasan-kokoreç sandviç, ezilip ızgara edilerek içi ağır şarküteri ile doldurulmuş yenilikler birer saçmalıktan ibaret. Kruvasan dediğin, sıcacık oluşu, çıtır katmanları ve mis gibi tereyağı kokusu ile güzel bir ‘sabah’ duygusu uyandırmalıdır. Bu güzelliği bozacak, o lezzeti kapatacak daha ağır bir lezzet ile birleşmemelidir.
Herkese mutlu ve kruvasanlı hafta sonları..
Deniz Kurt Kimdir?Deniz Kurt, Atlantico Crew isimli uluslararası yat danışmanlık şirketini kurmadan önce 10 yılı aşkın bir süre özel şef ve süperyat şefi olarak başarılı bir kariyer sürdürmüştür. İstanbul’daki MSA - Mutfak Sanatları Akademisi’nden mezun olmuş, burada temel aşçılık eğitimini tamamlamıştır. Daha sonra İtalyan mutfağında ileri düzey eğitim almak için Alma La Scuola Internazionale di Cucina Italiana’ya devam etmiş, İtalyan Mutfağında ‘master’ düzeye erişmiş ve Profesyonel İtalyan Şef Diploması alma hakkını kazanmıştır. İtalyan mutfağı eğitimini tamamladıktan sonra, Milano’nun kalbinde bulunan La Scala Tiyatrosu içindeki Il Marchesino‘da çalışmaya başlamıştır. Il Marchesino, 1970’lerden bu yana İtalya’nın ilk Michelin yıldızı ve ilk üç Michelin yıldızı alan efsanevi İtalyan şef Gualtiero Marchesi tarafından kurulmuştur. Bu deneyimin ardından, dünyaca ünlü Japon şef Nobu Matsuhisa’nın sahip olduğu restoran zincirinin Milano şubesi olan Armani Nobu Milano’da çalışmıştır. Restoran deneyimlerinden sonra, denizlere olan tutkusunu kariyeriyle birleştirerek, 24 ila 90 metre arasında değişen tanınmış süperyatlarda head chef olarak çalışmış, dünyanın dört bir yanında 6 kez Atlantik okyanusu geçişi dahil 50.000 deniz milinden fazla seyir yapmıştır. 2020 yılından itibaren MSA - Mutfak Sanatları Akademisi ile işbirliği içinde, kurucusu olduğu Profesyonel Süperyat Şefliği Eğitimi programını yürüterek, her yıl yatçılık sektörüne yeni şefler kazandırmaktadır. 2013 yılından bu yana Aktüel, Naviga ve Ceyms gibi dergilerde yemek ve seyahat yazarlığı yapmıştır. 2015 yılından itibaren halen YACHT Türkiye dergisine düzenli olarak yazmaktadır. Gastronomi konulu yazıları çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmıştır. 2021 yılında, dünya çapında gezdiği kıyıların yemek tarihini, hikayelerini ve yemek kültürünü yerel tariflerle zenginleştirerek okurlara sunduğu ilk kitabı Islak Menü’yü yayımlamıştır. Ayrıca, 2021-2022 TV sezonunda Beingurme TV kanalında 26 bölümlük bir yemek ve seyahat programı sunmuştur. |