Deniz Bağrıaçık

02 Haziran 2019

Kadınların yasını tutmak istiyorum

"Elimizde bıçak, silah, kimi zaman kezzap. Yakıyoruz, yıkıyoruz…Toprakta onlar yatıyor, ama ne hikmetse onları suçlu buluyoruz. "

Acıların üzerini kapatıyoruz, saklayıp kutulara koyuyoruz. 

Katili, tecavüzcüyü biliyoruz, tanıyoruz. Ama koruyoruz…

Durmadan bahaneler sayıyoruz, öldüreni değil de acı çekenleri suçlu buluyoruz. Hayatlar geçiyor, yaşamlar çalınıyor. Kör bıçaklarla kadınları katlediyoruz. Aileleri dağıtıyoruz. 
 
Kürtaja karşı çıkıyoruz ama doğmuş canları yakıyoruz, sakatlıyoruz, sokak ortasından öldürüyoruz. 
 
Kadınların bedenleri üzerinden siyaset yürütüyoruz,  muhafazakarlığı yeri gelince çağdaşlığı kadınların giyiminden kuşamından anlatıyoruz sonra istihdamdan uzak tutuyoruz. 
 
Kadın olmak, korkularla eş anlamla gidiyor. 
 
Aman duymasınlar, aman yanlış anlamasınlar! Hem cinslerine bilenerek, rekabetle büyütülüyor çocuklar. 
 
Kadın güzel olsa dert, olmasa ayrı bir dert. 
 
Baskı içinde baskı, yanlışları doğuruyor. Tecavüze uğruyor, öyle giyinmeseydi diyoruz. 
 
Her insan özgür doğar diyoruz, hakları eşittir diye her uluslararası anlaşmalara imza atıyoruz fakat okuldan alıkoyuyoruz. Okula gitse, sonuçlar bir türlü eşit olmuyor. Erkek gezer, eğlenir diyoruz.

Kadınlara en çağdaş evlerde bile alttan altta evlilik baskısı hissettiriyoruz. İş hayatında  güç mekanizmalarından uzak tutuyoruz. Kadınlar , toplumsal, psikolojik  baskılarla potansiyellerinin çok altında  ifade ediyorlar kendilerini…
 
Kimi zaman, eğtimsiz bırakıyoruz, evlendiriyoruz, şiddetin her boyutunu yaşatıyoruz ekonomik ve fiziksel. Sonra kadın isyan edince, canını, çocuklarını savununca boyunlarında kıravat yok diye, buyur müebbet hapis diyoruz. 
 
Elimizde bıçak, silah, kimi zaman kezzap. Yakıyoruz, yıkıyoruz…Toprakta onlar yatıyor, ama ne hikmetse onları suçlu buluyoruz. 
 
Boyunlarına kıravat geçirince erkekler beraat ediyor, kadınlar eğer hayatta ise korku ile olası bir şiddettin sirenleri kulaklarında yankılanarak bekliyorlar. 
 
Nasıl bir suçtur ki cezası yok…İşin aslı en büyük ceza vicdandadır ama vicdanlar rahat. 
 
Kadınlar toprakta, üzerlerinde çiçekler açıyor. Bahar bedenlerine ölünce geliyor. 
 
Mahkemelerde kadınlar, savunup savunup duruyor, haksızların peşinden koşuyorlar. 
 
Tecavüzler, istismarlar arasında, kadınlar akıl sağlıklarını yitirirken, kadınların boyununa ilmek olmuş geçmiş toplumun büyük suçluluk duygusu…
 
Bir şekilde kadınlar ne hikmetse hep suçlu!
 
Akademisyenler, yazarlar, gazeteciler  yazıyor, anlatıyoruz. 
Üniversitelerde araştırmalar yapıyoruz. Uluslararası sivil toplum kuruluşları durmadan çalışıyorlar. 
 
Fonlar harcıyoruz, kadınlar ölüyor, ortak geleceğimiz çalınıyor! 
 
Biraz oldu diyoruz bir bakıyoruz: 
 
Bir sessizlik oluyor: 
 
“ O saate  ne işi  varmış? ”
 
“ Neden oraya gitmiş ?” 
 
“ Tecavüzde sesi çıkmamış…”
 
 Tecavüzcüsünü öldürünce, gereği düşünülüyor : Müebbet diyoruz Nevin’e!
 
Ayrılmak isteyince, yüzünü asitle eritiyoruz Berfin’in! 
 
Çocuklarını istismar edilen, her gün şiddet gösterilen Havva kendini savununca, yılllarını alıyoruz!
 
Eğitimlerine karşı çıkıyoruz, sonra çalıştırmıyoruz, evlendiriyoruz. Boşanınca buyur çalış, nafaka yok diyoruz. 
 
Her eşitlik, adalet değildir!
 
Artık yas tutma zamanı, tüm bu olan bitenleri  düşünme zamanı. 
 
Öldürülen, istismara uğrayan kadınlara, çocuklara yenileri eklenirken, düşünme zamanı!
 
Beraber yası tutmaz, acılar etrafında sessizce bir araya gelmez isek, yok olup gideceğiz. 
 
Geleceğimiz birlikte acı duymaktan geçiyor. 
 
Yazmaktan, düşünmekten, mücadele etmekten asla vazgeçmiyoruz ancak gidenlerin yasını tutmak gerekiyor. 
 
Hep birlikte topraklarına bahar gelen, yaşarken her gün ölen kadınların çocuklarına ortak olmak geliyor. Ortak olmadıkça, geleceğimiz kayboluyor…