Lisede felsefe dersindeyiz… Tümevarım, tümden gelim konuları yeni işlenmiş. Sınıfın yaramazı "Peki, hocam, bu bilgi gerçek hayatta benim ne işime yarayacak" diye soruyor. Öğretmenin ne yanıt verdiğini anımsamıyorum ama bugün o sınıfa ışınlanma şansım olsa sınıf arkadaşıma şöyle derdim: Türkiye'yi anlamaya, anlamlandırmaya yarayacak.
Özel bir olaydan hareketle genel yargılara ulaşmada izlenen 'tümevarım' neredeyse memleketin tek akıl yürütme yöntemi. Bir tezatlık olarak 'tümdengelim' de bir o kadar sık kullanılıyor. Bu yüzden daha ilk tanışmada nereli olduğumuzu sorarız birbirimize. Bu yüzden kendi biricik deneyimimizden yola çıkarak akıl fikir ve ilaç vermeye bayılırız. Genellikle de ortası yoktur: Ya heptir ya hiçtir! Bu nedenle makulü konuşamayız pek. Saldırgan, ateşli, sloganvari sözlerle konuşanları alkışlar, yine öyle yazanları okuruz, paylaşırız. En önemsiz konu bile fanatizm duyarlılığında ele alınır. Sıkıcı buluruz makulü çünkü her mesele ya öyledir ya da böyledir. Bir kişinin, olayım veya gelişmenin aynı anda hem olumlu hem de olumsuz yanları olduğunu kabul etmek istemeyiz. Siyah ve beyaz diye böleriz; grileri yok sayarız.
Fanatizmle tartışılan konulardan biri de sokaktaki hayvanlar. Bu alana giren herkes kaynar sularla haşlandı. Ben de kimseyi memnun edemeyeceğim bunu biliyorum ama makulü söylemeye çalışacağım.
* * *
Türkiye'de ciddi bir 'sokaktaki hayvan' sorunu var. Fakat baştan nerede durduğumu söyleyeyim: Ben sokakları hayvanlarla paylaşmaktan yanayım. Hayvan sevgimi sadece bir türle sınırlı tutmuyorum. Kedileri, köpekleri, kuşları, yaban domuzlarını, keçileri, koyunları, yarasaları… Hepsini seviyorum. Peki, sorun ne? Sorun sayıları ve köpek özelinde sayıları arttıkça saldırganlaşmaları.
Türkiye'de 10 milyon civarında başı boş sokak köpeği olduğu tahmin ediliyor. Barınaklar böylesi bir köpek nüfusunu barındırmaya yetmiyor. Belediyelerin tüm sokak hayvanlarını toplayıp aşılamaları bile imkansız. Kıyamet de tam olarak burada başlıyor. Bir grup, çocukların yüzü parçalansa, bacakları kopsa, ölseler de, bir köpekten (veya sürüsünden) kaçarken arabanın altında kalsalar da yaşamı sadece hayvanlar için neredeyse kutsal ilan edip insanınkine nefret kusuyorlar. Her köpek saldırısına uğrayanda bir kusur bulma eğilimindeki bu insanlara göre ayakta dikilmek, yere çömelmek, şapka takmak, korkmak, göz teması kurmak, kaçmak, kaçmamak saldırıya neden oluyor. "Kopan bacağı hayvanlara verseydiniz, karınları doyardı" diyen/yazan insanlar bile var. Ve bu insanlara göre aç olsalar da, şiddet görseler de, tecavüze uğrasalar da sokakta hayvanlar varlığını devam ettirmeli. Oysa sokak hayvanlarının ömrünün kısa ve ne büyük zorluklarla geçtiğini de biliyoruz. Bütün bunları bile bile "Sokaklar hayvanlarındır; orada yaşamayı sürdürsünler" demek en sade ifadeyle bencillik… Nasıl iyi bir yaşam sunabilmek için daha az sayıda çocuk yapıyorsak aynı prensip sokak hayvanları için de geçerli olmalı. Nüfusları arttıkça yaşam onlar için de sertleşiyor. İnsanla, başka hayvanlarla ve kendi türleriyle savaşmak zorunda kalıyorlar.
* * *
İşte tam bu grubun karşısında başka bir grup daha var ki onlara göre sokaktaki hayvanların tamamı toplanıp bir yöntemle öldürülmeli. Daha insaflı olanlar "Uyutalım", hiç insafı olmayanlar "Zehirleyelim" diyor. Bunu kendine iş edinmiş, apartman önünde beslenen kedileri, parkı yuva tutmuş köpekleri zehirleyen vicdan yoksunları da az değil.
En çok bağıran bu iki fanatik grup arasında, diğer sesler kısıldığı için makul olan konuşulamıyor. İlk önce en kolay olan yapılmalı ki bu konuda tam olarak doğru olmasa da adımlar atıldı. Tüm satışlar kayda alınmalı ve hayvanlara çip takılıp, kimlik verilmeli. Karne hediyesi cins kedileri, köpekleri öyle yaz mevsimi sonunda Çeşme'de, Bodrum'da bırakıp gitmek yok! Kayıp mı oldu, bildireceksin; öldü mü, bildireceksin. Yılda iki kez evcil hayvanın durumunu raporlama zorunluluğu olmalı. İkinci olarak ülkedeki tüm bölge, il ve ilçelerde eş zamanlı çok sıkı bir 5 yıllık kısırlaştırma projesi başlamalı. Kısırlaştır, yuvalandır, yuvasızları barınağa al… İkinci bir 5 yıllık projeyle de kısırlaştırmayı sürdürüp azalan sokak hayvanı nüfusu sabitlenmeli. Fanatik iki grup da bu öneriye karşı çıkıyor çünkü birine göre sokaktaki hayvanlar tamamen yok olacak, diğerine göre ise bu yöntem nüfusu azaltmaya yetmeyecek. Kısırlaştırma sıkı ve kapsamlı yapılmadığı zaman dünyadaki diğer örnekler de gösteriyor ki gerçekten etkili olmuyor. Fakat ne kadar sıkı ve etkin yapılırsa yapılsın mutlaka kaçaklar oluşacağı için sokakta 'makul sayıda' hayvan yaşamaya devam ediyor. Bu orta yol, bu makul çözüm iki fanatik grubu da çileden çıkarıyor çünkü iki gruba göre de karşı grubun isteklerine hizmet ediyor.
* * *
Bazı Batı ülkelerinde olduğu gibi İngiltere'de de akvaryumda balık bakmak için uymanız gereken yasal prosedürler var. Örneğin en az 12 yaşında olmanız gerekiyor. Balıktan önce fanusu (akvaryum), su temizleyicisini, kumları ve taşları aldığınızı faturayla ispatlamanız gerekiyor. Bütün bunları aynı gün yapamazsınız. Akvaryum evde kurulmuş ve alışma için üzerinden en az üç gün geçmiş olmalı. Ancak bu şartları yerine getirdikten sonra süs balığınızı satın alabilirsiniz. Kedi, köpek ve diğer tüm ev hayvanları için yerine getirilmesi gereken şartlar ayrı ayrı düzenlenmiş. Hayvana karşı işlenen suçlarda 5 yıla kadar hapis cezası var.
Hayvanların sirklerde, parklarda, havuzlarda acı içinde gösteri yapmalarını engellemek; yunus parkalarını, hayvanat bahçelerini ve vahşice çoğaltmaların yapıldığı hayvan çiftliklerini kapatmak; ev hayvanlarının sahiplerine karşı haklarını güvence altına almak, hayvanı 'duygusal canlı' kabul ederek onlara karşı işlenen suçlara ağır cezalar vermek, sokakta korkunç koşullarda yaşayan hayvanları kurtarmak… Görüleceği gibi hayvanların yaşam koşullarını iyileştirmek için yapılacaklar listesi uzun. Sokaktaki nüfus kontrol altına alınmadığı müddetçe de hiçbir iyileşme sağlanamayacak.
* * *
Olumlu ve olumsuz yanlarını aynı anda görebilmek… Örneğin Türkiye'de şehirlerde, Batı'dakine kıyasla fare nüfusu çok azdır. Bunun nedeni sokak kedileridir. Kedi nüfusu farelerin çoğalmasına izin vermez. Fakat aynı kediler ve köpekler sayıca çok fazla oldukları için şehirlerdeki endemik hayvanların da sonunu getirirler. İstanbul'da fare görmediğimiz gibi sincap, kirpi ve pek çok kuş türünü de göremeyiz.
Ne şehirde ne kasabada ne de köyde bisiklete binemiyorsun, yürüyüş yapamıyorsun. Çocuklar okula, insanlar işlerine gidemiyor. Köpeklerin parçaladığı çocuklara da içim yanıyor, sokakta tekmelenen/kötü muamele gören canlara da. İnsan sağlığını, can güvenliğini tehlikeye atmadan, tüm canlıların yaşam hakkına saygı göstererek bir orta yol bulmak mümkün. Maksat, insana özgü her durumdan 'kutsal' bir vazife çıkarıp diğer insanlara sopa sallamak değilse bir orta yol her zaman bulunur. Fare görmeyecek kadar çok, sincap görebilecek kadar az sokak hayvanı nüfusu…
Gerçek sevgi "Benim için sersefil bir vaziyette de olsa sokakta yaşasınlar" demek değildir. Egoist olmayan sevgi, sevilenin iyi koşullarda bulunmasını, mutlu olmasını da içerir.
Demet Cengiz kimdir? Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni 1999'da bitirdikten sonra Londra Westminster Üniversitesi'nde 'British Journalism Studies' eğitimi aldı. 1996'da gazeteciliğe başladı. Yeni Günaydın, Global, BusinessWeek, Hürriyet, Sözcü gibi çok sayıda gazetede ve dergilde çalıştı. Ekonomi haberlerinin ve yazılarının yanı sıra yaşama dair de kalem oynattı. Patronların DNA'sını çıkaran kitabı Patron Çıplak ilgiyle karşılandı. Hayata dair denemelerden oluşan ikinci kitabı Turuncu Yazılar ise 2014 yılında yayımlandı. Patronlardan kulağa küpe önerileri, başarının sırlarını, pişmanlık ve şans faktörünün etkisini derlediği kitabı PATRONCA ise Ocak 2016'da okurlarla buluştu. Yayımlanmış beş kitabı bulunuyor. Altıncı kitabı ve ilk romanı olan Adımı Deniz Koydular -Kuşlar boynumuza dolandığında Temmuz 2021'de yayımlandı. |