Çiğdem Toker

10 Eylül 2013

'Devletin Alevisi olmak istemiyoruz'

Tuzluçayır\'da, bir pastanede buluştuğumuz Ali, daha ilk dakikada bu sözleri bırakıyor masaya. Yekten

 

"Bizim için ana sorun, cami ile cemevinin aynı avluda bir araya gelmesi değil. Cemevi'ni, Cemaat'in finanse edecek olması. Ve Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan..."

 

Tuzluçayır'da, bir pastanede buluştuğumuz Ali, daha ilk dakikada bu sözleri bırakıyor masaya. Yekten.

"Cami-Cemevi projesinin nesi kötü?" soruma gelen cevap bu. Şüphesiz, böylesi bir merakın yeni sorular yükleyip getireceğini kestiriyorum. Yine de birkaç saniye süren bir  sessizlik doğuyor işte...

Hemen belirteyim; Ali, yukarıda alıntıladığım sözleri söyleyen genç adamın gerçek adı değil.  

Zaten dün sabah; önce meydanda, sonra da inşaat alanına giden sokaklarda, 8 Eylül Pazar gününü konuştuğum, ikisi kadın, biri esnaf beş mahalleliden kimsenin asıl adını yazmayacağım.

Öyle söz verdim.

 

Niye geldim

 

Peki ben niye Tuzluçayır'a geldim, -daha doğrusu sabah kendimi burada buldum- onu anlatayım önce.

Fethullah Gülen ile Cem Vakfı'nın ortak projesi olarak sunulan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'in, konfetiler eşliğinde beyaz güvercin uçurduğu, cami-cemevinin temel atma töreninin, "bin yıllık barış kardeşlik" mesajını tekzip edercesine yoğun ve uzun süren protestolarla karşılanması, es geçilecek bir durum değil çünkü...

Uzun süren protesto derken, lafın gelişi değil, 24 saatlik bir günün 15 saatini sokaklarda ayakta geçiren bir mahalle ile daha uzun süre "görev yapan" emniyet güçlerinden bahsediyorum...

Barikatların kurulduğu, Akrep ve TOMA'ların mahalle aralarına girdiği, evlerin camlarının gaz kapsülleriyle kırıldığı, protestocuların taş ve şişe kullandığı, insanların yaralanıp ambulanslarla hastaneye götürüldüğü pazar günü, bu gelişmeleri biraz Twitter, biraz da Halk TV'den takip ettim.

Velev ki, "haber" kanallarının "penguen"de simgeleşen sessizliklerine, bir an için "hadi neyse" denilsin..

Fakat projenin iki mimarından biri, Cem Vakfı'nın Cem TV'sinde, o gün o saatlerdeki yayın akışının  kurtların vahşi hayatına dair bir belgesel oluşu, epeyi anlam yüklenen bu töreni büsbütün tuhaflaştırdı.   

Saatler geceyarısını gösterdiğinde elimdeki mobil ekrandan, Tuzluçayır'a maskeli özel harekat ekibinin girdiğini okuduğumda ise sabah kendimi orada bulmak mukadder hale geldi.

 

Kapsül yaralarını gösteren gençler

 

Tuzluçayır meydanına vardığımda, dikkatimi ilk çeken köşedeki arsa oluyor. Duvarları slogan ve örgüt yazılarıyla dolu bu küçük boş arazide, iki gün öncesine kadar "Gezi'de kurulan" direniş çadırları faalmiş. Çadırlar, temel atma töreninden bir gün önce sökülüp kaldırılmış. Diğer köşedeki Çayır Taksi durağının PVC kapısında oyuk biçiminde bir kırık göze çarpıyor. Gaz kapsülü delip geçmiş.

Caddede günlük hayat akıyor akmasına da havada bariz bir elektrik, köşelerde  ikili üçlü fısıldaşmalar... Delikanlılar kısık seslerle geceki Akrep kovalamacasını anlatıp birbirlerine yaralarını gösteriyor. Arsanın önünde bir vinç, gece kırılan mobese kamerasını yeniliyor.

Pastanedeki sohbete dönecek olursak...Ali ile Hüseyin öyle şeyler söyledi, sokak aralarında selamlaşıp çaylarını içtiğim esnaf öyle konulara değindi ki; koşullar elverse, niyet edilse, her biri ayrı haber.

Şimdilik orada geçen birkaç saat boyunca aldığım notları aktaracağım:

 

'Eğer samimi olsalardı...'

 

Ali ile Hüseyin'e, ilk soruya verdikleri cevabın ardından şöyle diyorum:

 

Yani, Cami-Cemevi projesi. Cemaat-Cem Vakfı değil de başka bir formatla planlansa fikir olarak buna itiraz olmaz mıydı?

"Olmazdı" diyor Hüseyin. "Mesela Pir Sultan Abdal Derneği, cemevleri olsaydı karşı çıkmazdık. Ama devlet de zaten onlarla böyle bir araya gelmezdi. Davetiyede adı geçen Hacı Bektaşı Veli Kültür Eğitim Sağlık ve Araştırma Vakfı'nı biliyor musunuz? Bizim bildiğimiz Hacı Bektaş Derneği değil. Cemaati temsil ediyor. Kısa süre önce kurulmuş, Konya merkezli olduğunu duyuyoruz. Biz cemaatin finansmanını istemiyoruz. "

 

-900 yıllık kardeşlik projesi deniliyor?

-Bizim burada hiç bir zaman Alevi-Sünni anlaşmazlığımız çatışmamız olmadı ki yeniden kardeş olalım.  Bakın bu projenin başka yerde değil de Tuzluçayır'da olması, başka bir anlam taşıyor.  Buranın bir direniş geleneği var. Amaç, katliamlarla bitiremedikleri Alevi kültürünü bu yolla bitirmek.

 

-Ne olsaydı samimi bulurdunuz?

-Devlet eğer samimi olsa, cemevini ibadethane olarak kabul ederdi. Bunu yapmıyorsa, o zaman inançlarımızdan elini çeksin. Başka da bir şey istemiyoruz. Biz devletin Alevisi olmak istemiyoruz. Olmayacağız da. Bunu bir asimilasyon projesi olarak görüyoruz.

 

İzzetin Doğan'a tepkinin nedenleri

 

"Asimilasyon"u açmalarını istediğimde,  tepkileri çoğalıyor.

 Bu kez Hüseyin alıyor sözü...

Asimilasyon iddiasının en güçlü kanıtının Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan'ın projedeki varlığı olduğunu, Doğan'ın, '80 darbesinin ardından işkenceyi savunan general Turgut Sunalp'in genel başkanlığında seçime giren Milliyetçi Demokrasi Partisi'nin kuruculuğunu kabul ettiğini, Maraş katliamının beş failinden biri olan Serdar Musa Çelebi'ye Almanya'da barış eli uzattığını, Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde, Cem Vakfı'na Tansu Çiller'in örtülü ödenekten kaynak kullandırıldığını, bunun eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından dolaylı da olsa açıklandığından, tüm bu olguların hiçbirini İzzettin Doğan'ın yalanlamadığını, çatık kaşlarıyla bir çırpıda sıraladıktan sonra, "Yani özetle biz artık inancımızın pazarlanmasını istemiyoruz" diyor.

 

Kartaltepe'deki şüpheli yangınlar

 

Yaklaşık 3200 metrekareye yapılacak Cami-Cemevinin inşaatı, Tuzluçayır'ın Kartaltepe bölgesine düşüyor. Uzak sayılmaz. Yürüyerek birkaç dakika. Her ne kadar, pazar günkü tören, "temel atma töreni" diye anılsa da bir Türkiye klasiği faslından, temel çoktan atılmış. Hatta yükselmeye başlamış bile. (Bu arada, temel atma törenine Şişli Belediyesi de otobüslerle katılımcı taşımış.)

İnşaat alanına vardığımda -bedelini merak ettiğimden- önce, proje künyesini gösterir tabelayı arıyor; fakat bulamıyorum.

Kimi yıkılmış, kimisi zorlukla ayakta duran gecekonduların arasından yukarıya doğru çıkarken, arka arkaya dizilmiş TOMA ve polis otobüslerini uzaktan görünce...

"Ee" diyorum içimden: "İnşaat yükselirken, polis hep burada mı olacak?" Barış ve kardeşlik projesinde, gece gündüz devriye gezen nöbet değiştiren sürekli polis varlığı enikonu ironik. ..

Dışımdan ise şöyle soruyorum Mustafa'ya: "Bu protestolar daha ne kadar sürer?"   

O, "Biz projenin iptal edilmesini istiyoruz. Burada ibadet yapmayacağız" diyor. Yüz ifadesi ciddi.

Bir o kadar ciddi olan başka bir durum daha anlatılıyor sokak aralarında.

O da bu arazinin sahipliğini sormamla geliyor dile.

Proje bölgesinde son bir yıl içinde 30'un üzerinde gecekondunun fasılalarla, birer ikişer yandığını anlatıyorlar. Aklıma gelen ihtimalden bir parça ürküp, "Alan açmak için mi?" diye sorduğumda, "evet" anlamında başlarını sallıyorlar. Yangınla açılan alanların çoğunun proje kapsamında olduğunu söylüyorlar.

Bu kadarına inanmak gelmiyor içimden. Yine de araştırmaya değer bir iddia...

Dönüş yolunda, Tuzluçayır'ın, sürekli enerji biriktirip bir türlü kırılamayan fay hatlarına benzediğini düşünüyorum. Eve ulaştığımda ise semt değil, kent değiştirmiş gibi hissediyorum kendimi...