Chris Stephenson

01 Kasım 2017

Sağlı-sollu hurafelerin karartamadığı yıldız 100 yaşında

Rus Devrimi’nin 100. yıldönümünü kutlarken...

Kısa 20. yüzyıl”, tarihçi Eric Hobsbawm’ın kullanılmasını önerdiği kavramlardan birisi. Hobsbawm'ın, “kısa 20. yüzyıl”ı Rus Devrimi’nin önemli sebeplerinden biri olan 1. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği 1914'te başlayıp bu devrimin nihai ürünü olan Sovyetler Birliği’nin çöktüğü 1991'de bitiyor. 

1917 Rusyası’ndaki baş döndürücü devrimci süreç Şubat’ta -hemen hemen beş gün içinde- çarlığa son verdi; Ağustos’ta Kornilov askeri darbesini önledi ve Ekim’de burjuva Geçici Hükümet’e son vererek sovyetleri iktidara getirdi.

Bu süreç dünyanın geri kalanında başka devrimleri tetikledi. Almanya’da 1918’de askerlerin ve işçilerin isyanı Kayser’i tahtından indirdi. Takip eden yıllarda Almanya’da Kornilov darbesinin bir benzeri olan Kapp darbesi yaşandı. Darbe, Rusya’da olduğu gibi Almanya’da da genel grev ve kitlesel direnişle önlendi. Aynı yıllarda Macaristan’da da krallığa son verilirken kısa süreli de olsa sovyet iktidarı kuruldu.

Kapitalizmin yarattığı ve emperyalist paylaşım savaşının perçinlediği yıkımdan, yoksulluktan bıkmış halklar, Avrupa’nın neredeyse her ülkesinde bu devrimci kalkışmalardan ilham alarak isyan bayrağı açtılar. Uzun zaman pek fazla mücadelenin yaşanmadığı İngiltere’de bile donanma isyanı yaşandı, polis greve çıktı ve 1926 yılındaki genel greve kadar ülke tekrar tekrar grevlerle çalkalandı. İtalya’da da işçi mücadelesiyle dolu iki “sıcak yıl” yaşandı. Her ülkede işçiler, sosyal demokrasiyi terk edip yeni kurulan komünist partilere akın ediyordu.

Ancak bugünkü dünyada bu sıcak yılların başlangıcının 100. yaşı pek hatırlanmıyor. Halen “Komünist Parti”nin iktidarda olduğu Çin’de bir kaç gün önce biten, bol orak-çekiçli Komünist Parti kongresinde Ekim 1917’deki devrimci ruhtan ve onun ilkelerinden bahsedilmedi bile.

Rus Devrimi’nin neredeyse hiç anılmadığı, hatırlamak bile istenmediği yerlerden birisi de Putin’in Rusyası. Bugünkü Rusya rejimi, 1917’deki devrimci süreçte çok cüzi bir rol oynayan Stalin’e sahip çıkıyor. Bu paradoksu çözmek için tekrar Rus Devrimi sırasında ve sonrasına yaşananlara göz atmakta fayda var.

“Tarihi muzafferler yazar” denir; bu, Rus Devrimi’nin tarihi için de geçerlidir.

Batıdaki devrimler yenildi. Almanya’da devrimin yenilgisi Hitler rejimine giden yolu açtı. Aynı şekilde İtalya’da Mussolini iktidarı işçi sınıfının yenilgisinin neticesi oldu. Rusya’da izole kalan Ekim Devrimi’nin aşağıdan demokrasisi yenildi ve yerine otoriter stalinist rejim yükseldi. Bu paralel gelişmelerden kazançlı çıkanlar, Rus Devrim tarihini kendi çıkarlarına göre eğip büktüler ve bunu yapmaya devam ediyorlar.

Batıda Rus Devrimi sağcılar tarafından “devrim diktatörlüğe yol açar” diyerek anlatılıyor. Rusya’da ise devrimin getirdiği (geçici de olsa) demokrasi değil, devrimin yenilgisi üzerine yükselen otoriter stalinist rejim öne çıkarılıyor.

Ağızlarda sakız diye çiğnenen “böyle gelmiş, böyle gider”, egemenlerin işine yarar. Voltaire’in dalga geçtiği Pangloss gibi olanlar, yaşadığımız dünyanın kaçınılmaz ve bütün dünyalar içindeki en iyi dünya olduğunu anlatır. Doğuda ve batıda; ABD, Avrupa, Rusya ve Çin’de muhafazakârlığın özüdür bu.

Daha iyi bir yaşamın mümkün olduğunu bilenler ise Aziz Nesin’in deyimiyle “böyle gelmiş, böyle gitmez” der. Tarihten çıkarılacak en önemli ders, yenilgilerin “kaçınılmaz”lığı değil, değerlendirilemeyen olasılıklar ve eğer bunlar değerlendirilebilmiş olsaydı olayların nasıl da farklı gelişebileceğidir. Bunu yapabilmek için olaylara net ve berrak gözlerle bakmak zorundayız. 

Sağcıların yarattığı mitler

Sağ ideologlara göre, “bolşeviklerin kanlı devrimi” kanlı bir diktatörlüğe yol açtı. Aslında Rus Devrimi hiç de öyle kanlı değildi. Petrograd’daki isyan tamamen sakin ve silahsız geçti. Öyle ki yönetmen Eisenstein’ın ayaklanma gününü işleyen filmi çekilirken yaşanan kazalarda ölenlerin sayısı, Ekim Ayaklanması sırasında ölenlerden daha fazla olacaktı.

Rus Devrimi’nin esas kanlı perdesi “iç savaş” ile açıldı. Çarlık rejiminin askeri hiyeraşisine destek vermek için aralarında ABD, İngiltere, Fransa, Kanada, İtalya ve Japonya’nın yer aldığı sekiz ülke, on binlerce askerle Rusya’yı işgal etti. Onların ellerine düşen devrimcileri kötü bir kader bekliyordu. Örneğin Rusya’nın Arkhangelsk şehrine yakın bir yerde İngilizlerin kurduğu toplama kampında bin devrimci esir edilmişti. Bunların 300’ü hastalığa ya da idama kurban gitti. Bu olay, karşı-devrimcilerin şiddetinden sadece küçük bir örnektir. Batı güçlerinin sponsorluğundaki Beyaz Orduların çıkardığı iç savaşta en az 750 bin asker öldü. Sivil halk da ölüyordu. “Beyaz terör” 300 bin sivilin canına kıydı. “Kızıl terör” de vardı. Kurbanları 50 bin. 3 milyon sivil açlık ve hastalıktan (çoğunlukla tifüs) öldü.   

Ölümlerin asıl sorumluluğu karşı-devrimcilere ve onlara destek veren batılı güçlerde olsa gerek.

Her şeyin ötesinde sağ kanat ideologların yarattığı mitler, Ekim Devrimi’nin özgürlükçü tarafını saklamaya çalışır. Devrim; kadınlara, eşcinsellere, etnik azınlıklara, ezilen uluslara, dini topluluklara, sanat ve bilim çevrelerine geniş bir özgürlük alanı açtı. Tabii ki devrimin yenilgisiyle bütün bu özgürlükler geri alındı, ancak kısa sürmüş olsa da devrimin bu niteliğini unutmamak lazım.

Soldan yayılan mitler

Bugünkü Rus rejimi devrimi göz ardı etse de eskiden Sovyet Birliği lider kadrosu solda genişce kabul gören bir dizi mit yarattı. Örneğin bolşeviklerin Lenin’in otoriter komutası altında, tek sesli, hiç yanlış yapmayan bir parti olduğu inancı böylesi bir mittir. Gerçek hiç de böyle değildi. Bolşeviklerin 1917 Rusyası’nda öne çıkmalarını ve devrimin liderliğini üstlenmelerini sağlayan faktörler arasında ilkeli politika yapmaları ve işçi sınıfıyla derin bir diyalektik ilişki (onlardan öğrenen ve onların deneyimlerini genelleyen) kurmaları yer alır. Birkaç örnek verelim:

Şubat Devrimi, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde ekmek talebiyle isyan eden kadınlar tarafından başlatıldı. Bu, kimsenin beklemediği bir hareketin başlangıcıydı. Öyle ki kadınların sokağa çıktığı gün yüzyıllarca Rusya’yı yöneten hanedanın varisi olan Çar Nikolas II, günlüğüne şöyle yazmıştı: “Hava güzel, bahçede biraz yürüdüm. Hiç bir şey olmadı”. Beş gün sonra o, artık çar olmayacaktı.

Bu aşağıdan gelen isyan, bolşevikleri de başlangıçta afallattı. İsyanın ancak 3. gününde bir bildiri çıkarıp dağıtmayı becerebildiler. Şubat Devrimi’yle birlikte Geçici Hükümet kurulunca bolşeviklerin o güne kadar sahip oldukları geleneksel teoriye göre devrim hedefine ulaşmış, iş bitmişti. Onlara göre Rusya’nın ilkel iktisadi koşulları sosyalist devrime müsaade etmiyordu. Lenin, yazdığı Nisan Tezleri kitabıyla bütün bu eski teoriye meydan okudu. Durmak mümkün değildi. Sovyet iktidarı gerekiyordu. Böylece Lenin Troçki’nin ta 1905 Devrimi’nde önerdiği Sürekli Devrim fikrine yaklaşmış oldu. Partinin önde gelen liderleri bu değişime karşı direndi. Bu direnişin izleri o dönem partinin gazetesi olan Pravda’nın editörü Stalin’in Nisan Tezleri kitabının önceli olan ve Lenin’in daha Rusya’ya dönmeden önce Pravda’da yayınlanmak üzere kaleme aldığı “Uzaktan Mektuplar” adlı beş makalenin sadece ilkini (onu da sansürleyerek!) yayınlamasında ve makalenin altına “bunlar sadece Lenin’in kişisel fikridir” diye not düşmesinde görülebilir. Parti içinde hararetli bir tartışmadan sonra Lenin Petrograd’ın radikal işçilerinin desteği sayesinde tezlerini “eski tüfekler”e kabul ettirebildi.   

Ekim Devrimi’nin yapılıp yapılmaması konusunda bile parti içinde bir fikir birliği sağlanamamıştı. Lenin ve Troçki, Kornilov darbesinin bolşeviklerin önerdiği birleşik cephe politikası sayesinde yenilgiye uğratılmasından sonra artık devrim vaktinin gelmiş olduğunu savunuyorlardı. Partinin merkez komitesinin üyeleri arasında yer alan Kamenev ve Zinoviev, devrim yapılmasına karşı çıkmakla kalmayıp parti dışı basın organlarına ayaklanma girişimini açıkça kınayan yazılar kaleme aldılar. Yine de partiden ihraç edilmediler ve devrimden sonra ikisi de hükümette önemli roller üstlendi.

Ancak bolşevikler arasında esas kritik fikir ayrılığı devrimin taktikleriyle ilgili idi ve bu tartışmada Lenin başlangıçta yanlış tarafta yer aldı. Lenin’in önerisi isyanı, Moskova’da ve parti adına başlatmaktı. Troçki ise ayaklanmanın proleter hareketin en güçlü olduğu yer olan Petrograd’da başlaması gerektiğini savundu. Ayrıca ona göre parti adına girişilecek bir ayaklanma meşruluk sorunu yaşayabilirdi. Onun yerine ayaklanmanın Sovyet bayrağı altına yapılmasını öneriyordu. Bir parti toplantısı düzenlendi. Toplantıya katılan partinin taban militanlarının çoğunluğu, Troçki’nin önerisini destekler görüşler sundu. Bolşevikler kendi iç demokrasi mekanizmasını çalıştırarak doğru hattı yakaladılar ve devrim Sovyet bayrağı altında ve Petrograd’da başladı. Gerçekten Petrograd’da kısa sürede hakimiyet sağlanmışken Moskova’da çatışmalar daha uzun sürdü. Bolşevik Parti yanılmaz değil; yanlış yapsa da bunu düzeltebilen bir partiydi.

#Umut100Yaşında

Marx-21 Yayınları’ndan çıkan “Ekim Devrimi - #Umut100Yaşında” kitabında Rus Devrimi’nin gerçek hikayesi yer alıyor. Bu kitap hem devrimin nasıl kazanıldığını anlatıyor ve bunun üzerine sonradan masa başında üretilen mitleri teşhir ediyor hem de devrimin kazanımlarının kaybedilişini konu ediyor.

Devrimin birebir şahidi olan Amerikalı gazeteci John Reed, Rus Devrimi’nin taban demokrasisini, Chanie Rosenberg devrimin kadınlara kazandırdıklarını, Dave Crouch Ekim’in ulusal haklar ve dinle olan özgürlükçü ilişkisini, John Parrington Ekim’in Rusya’da yarattığı bilimsel patlamayı işliyor.

Ekim, toplumsal hayatta büyük bir dönüşüme işaret ediyordu. Fakat bütün bu süreç hemen birkaç yıl içinde terse dönecekti. Özgürlük yerine diktatörlük, işçi hakları yerine bürokratik ayrıcalıklar, kadın hakları yerine on çocuk doğuran annelere devlet madalyası, bilim yerine “lysenkoizm”.

Chris Harman ve Peter Binns kitapta yer alan makalelerinde devrimin kazanımlarının kaybedilişinin nedenlerini ve sonuçlarını ortaya koyuyor.

Dünya çapında sağ otoriterliğin yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Ekim Devrimi her dönemde; ama özellikle böylesi dönemlerde yolumuzu bulmamızı sağlayan, umut ışıyan bir Kutup Yıldızı’dır.

Kitap, o gerçekçi umut ışığının temellerini sunan bir kaynak niteliğinde.