İngiltere AB referandumda çıkan yüzde 52- yüzde 48 “çıkma” sonucu sonrası bir kaç gözlemimi paylaşmak istiyorum.
İngiliz egemenlerinin sesi Financial Times’ın bugünkü nüshasında Philip Stephens yazıyor:
Bu oy her şeyi değiştirdi. Yarım asırlık iktisadi ve uluslararası ilişkiler siyaseti bir gecede çöpe atıldı. Birleşik Krallığın milletleri bölünmüş. İngiltere metropoller ve post-sanayi şehirler olarak bölünmüş. Küreselleşmeye karşı bir oy. Batı ve Avrupa’yı zayıflatan bir karar. Deprem demek hiçbir şey ifade etmiyor.
Peki sonucu İngiltere’deki sol nasıl ele alıyor? New Left Review adlı akademik derginin hakem kurulunda yer alan ve The Guardian Gazetesinde düzenli olarak yazan aktivist Tarık Ali şöyle diyor:
Sonuç Birleşik Krallık’ta tam bir kriz ve Brüksel’de tam bir panik yaratmış; sıra Danimarka ve Hollanda’da. Fransa’da referandum için elit üzerindeki baskı artacak. Alman egemenler bir B planı oluşturmak için gizlice toplanmakta olacak. Bu da Eurozone için ciddi bir yeniden şekillendirme anlamına geliyor.
Mevcut politik elitlere karşı bir isyandır. Eski İşçi Partisi lideri Miliband bile bunu kabul ediyor. Corbyn çıkma kampanyası için destek verseydi şimdi durumu çok daha güçlü olacaktı. Muhafazakârlar yaralı. İşçi Partisi genel seçim talep etmeli; 2020’yi beklemek imkânsız. Seçim kampanyası antikapitalist, ırkçılık ve mülteci düşmanlığı karşıtı bir kampanya olmalı. Corbyn’i seçtiren kampanya gibi dipten gelen bir kampanya.
Varoufakis (Eski Siriza Maliya Bakanı) ile beraber bir panel yaptıktan sonra. Panel’de Avrupa Birliği’nde kalmayı savunan Varoufakis, panel sonrasında kulağıma fısıldad: “Brexit olursa ben gözyaşı dökmem.” Artık Varoufakis’in bunu açıkça söyleme vakti geldi.
International Socialism (Uluslararası Sosyalizm) dergisi editörü ve Socialist Workers Party (SWP) merkez Komite üyesi Profesör Alex Callinicos’un değerlendirmesi ise şöyle:
Bakanlar kurulu, İşçi Partisi ve Liberal Demokrat liderler, finans çevreleri, büyük şirketler, sendika konfederasyon liderleri, Barack Obama ve “dünya liderleri” yani bize “AB’de kal” diyen toplumun bütün üsttekilerine sert bir tokat. Ve en kritik rol İşçi Partisi’nin seçmenleri oynadı. Bunların hepsini (ya da çoğunu) ırkçı yada milliyetçi olarak tarif etmek, radikal solu yalnızlık ve anlamsızlığa hapsetmek anlamına gelir.
Kuşkusuz bu depremin ırkçı bir kısmı var. Maalesef hem ana akım “çıkmacılar” hem ana akım “kalalımcılar” mülteciler ve Doğu Avrupa’dan gelen göçmenler için ya ırkçı argümanlar kullandılar ya ırkçılığa ciddi tavizler verdiler.
Halkın öfkesini anlayıp ifade etmeye çalışan ama aynı zamanda ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı duran “Lexit” (Sol Çıkış) kampanyasının etkisi görece küçüktü.
Ama şimdi bu referandumda, “büyüklerine” rağmen ifade edilen halkın öfkesini UKİP’in ırkçılarına terk etmemek lazım.
Hem “kalalım” diyen hem “çıkalım” diyen soldan bu yeni durumda muhafazakârlar, ırkçılara ve neo liberalizme karşı birleşme çağrıları yapılıyor.
Muhafazakâr iktidar ciddi bir yara aldı. Başbakan Cameron istifa etti. Yeni başbakan halk “tarafından değil sadece Muhafazakar Parti’nin 170 bin üyesi tarafından seçilecek. Şu anda en güçlü görünen yeni başbakan adayı sağ “çıkma” kampanyasının başında olan Boris Johnson.
Boris Johnson ve David Cameron arasındaki farkın ne kadar az olduğu öğrencilik yıllarında çekilen bu fotoğraftan anlaşılıyor. Aynı elit özel yatalı lisede (Eton) okudular ve Oxford Üniversite’sinde aynı elit “Bullingdon Club” içinde yer aldılar. Bullingdon Club’un özel kıyafeti bile binlerce sterline alınabiliyor.
Ancak oyların bölgelere göre dağıtımına bakılırsa, en yoksullar (İskoçya hariç) çıkmak için oy verdiler.
Bu referandumdan Boris Johnson’un kazanarak çıkmasından daha vahim bir sonuç olamaz.
Bu yeni duruma İngiltere (Galler, İskoçya ve Küzey İrlanda)’nın solcuları hızla adapte olmaları gerek.
Avrupa’da yeni depremler de beklemek lazım. Canları AB’nin neo liberal yoksullaştırma poltikalarından yanan Yunanistan, Portekiz, İrlanda halkları bu sonuçtan ilham alacak. Yunanistan halkı AB’nin dayattığı yoksullaştırma anlaşmasını referandumda yüzde 38’e karşı yüzde 62 oyla reddetmişti. Buna karşın hükümet, halkın hayır dediği koşulları neredeyse aynen kabul etti.
AB tarzı demokrasi de böyle bir şey. Artık Avrupa’da yeni bir demokrasi rüzgârı esiyor. Avrupa’nın egemenleri ve muhalifleri bu yeni duruma hızlı alışmak zorunda.