Ezidiler hakkında özellikle son yıllarda çok fazla şey söylendi ve yazıldı. Ne var ki bunların büyük çoğunluğu politik ya da ilahiyatçı çevrelerce yazılmış ve çok azı Ezidileri gerçekten anlamaya yönelik çalışmalardır. Bu tarz çalışmalarda kaçınılmaz olarak her kesim Ezidilere kendi ideolojik dünyalarından bakmakta. Söz gelimi ilahiyatçılar İslamcı bir bakış açısıyla Ezidileri “rafızi, “sapkın” ve “Şeytan'a tapanlar” olarak tanımlamaktadır. Politik çevreler ise büyük oranda Ezidiliği Kürtlerin milli dini olarak göstermektedir. Kimi çevreler ise Ezidiliğin Orta Asya menşeli, dolayısıyla bir Türk inancı olduğunu ispata çalışmaktadır.
1999’dan beri Ezidiler üzerine çalışmaktayım ve bu süre zarfında Ezidiler budur, inançları burada başlar burada biter diye sınırları belli ve statik bir Ezidilikten bahsedilemeyeceğini öğrendim. Çünkü Ezidilik, diğer inanç ve kültürler gibi zaman ve mekân içerisinde değişen, yeni biçimler alan ve sürekli inşa halinde olan dinamik bir kimliktir.
Ezidilik temel bir takım düşünsel ve pratikteki benzerliğe rağmen, yaşanan göçler, temaslar ve etkileşimlerle farklı biçimler almıştır. Kafkasya ve Rusya’da yaşayan Ezidilerle; Irak, Türkiye, Suriye ve Avrupa’da yaşayan Ezidilerin inanç bağlamında tam olarak aynı olduklarını söylemek oldukça zordur.
Senkretizm ve kültürleşme
Tüm bu faktörleri dikkate alarak yine de Ezidilik nedir sorusuna karşılık ancak temel birtakım şeyler söyleyebiliriz. Merkezinde Khuda, Melek Tavus, Şeyh Adiy gibi figürlerin yer aldığı Ezidiliğin, eski Mezopotamya ve Ortadoğu dinleriyle gnostik inançların ve tektanrıcı dinlerin etkisiyle şekillenmiş, senkretik bir inanç olduğunu işaret edebiliriz. Ancak buradaki senkretizm söylemi üzerinden Ezidiliğin, farklı inançlardan devşirilen parçaların rastgele bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir din olduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Zira söz konusu bakış açısı, senkretizmdeki kültürleşme sürecini göz ardı ederek diğer dinlerden rastgele toplanan öğeler bütünü olarak Ezidiliği değerlendirmektedir. Bilhassa ilahiyatçılar tarafından sergilenen bu indirgemeci tavır, Ezidilik gibi diğer senkretik dinlerin özgünlüklerini görmezden gelmektedir.
Kültürleşmenin dinsel alandaki karşılığı olan senkretizm tüm dinlere özgü bir durumdur. Yani tüm dinler, hele Ortadoğu gibi pek çok dinin bir arada bulunduğu bir coğrafyada, karşılıklı zıtlaşma, reddiye, çatışma ve katliamlara rağmen birbirleriyle etkileşim halindedir. Söz konusu etkileşim düşünsel ve pratik anlamda pek çok öğenin paylaşılmasını beraberinde getirir.
Ne var ki, senkretizm kavramı daha ziyade iktidar olamamış yani ortodokslaşamamış ve yazılı bir geleneğe dayanmayan inançları tanımlamak üzere önerilmiş bir kavramdır. Bu bakımdan Ezidilik, diğer tüm dinler gibi kültürleşme süreciyle ortaya çıkmış fakat ortodokslaşamadığı için senkretik özellikler taşıyan bir inanç olarak var olabilmiştir.
Ezidiliğin “toplama/uydurma bir din” olduğu şeklindeki ilahiyatçı iddianın yanı sıra, “Melek Tavus’un Şeytan olduğu” ve Ezidilerin “Allah yerine kötülükten korunmak için kötülüğün kaynağı sayılan Şeytan'a taptıkları” söylemi de Ezidilere dair en sık tekrarlanan klişeler arasındadır.
Şeytan, “Öteki”de saklı!
Öncelikle Ezidilerin mutlak güç/erk olarak gördükleri tinsel varlığın adı Allah değil Khuda'dır. Khuda, Kürtçe yazılışı ile Xwedê, kelimesi kendini yaratan anlamına gelmektedir. Melek Tavus ise Semitik dinlerdeki Şeytanla aynı değildir. Ortadoğu’daki dinlerin temelini oluşturan mitoslar büyük oranda benzer motiflere sahiptir. Ama bunların yorumları dinden dine hatta aynı din içerisindeki mezheplere göre değişmektedir.
Dolayısıyla siz eğer ötekinin mitosunu kendi dinsel kabullerinizle kıyaslar ve yorumlarsanız o zaman sizin dışınızdaki her din ve mezhep kaçınılmaz olarak rafızi, zındık, mülhid, münafık, heretik ve şeytani olacaktır.
Semitik dinlerin en azından ortodoks yorumlarında kötülük, Tanrı'dan ve onun “eşref-i mahlukat”ı olan insandan uzaklaştırılmış, Tanrı'ya karşı gelen ve lanetlenen Şeytan, Satan, İblis vb adlarla anılan tinsel bir varlığa yüklenmiştir. Söz gelimi Yahudilik ve Hıristiyanlık'ta kötülüğün kaynağı olan Şeytan, Tanrı'ya rağmen vardır ve amacı sadece insanları yoldan çıkarmak değil aynı zamanda Tanrı'nın yerine geçmektir. İslamiyet'te ise Şeytan, Allah’ın izniyle vardır ve kıyamet günü ortadan kaldırılacaktır. İslamiyet'teki Şeytan'ın görevi sadece nefs sahibi insanın aklını çelmekle sınırlıdır.
Oysa Ezidilikte insanları kötülüğe sevk edecek ve Khuda’nın yolundan çıkaracak/aklını çelecek herhangi bir varlık bulunmamaktadır. Yani Semitik dinlerdeki Şeytan ya da çoktanrıcı dinlerdeki kötülük tanrıları ve/veya tanrıçaları gibi varlıklar Ezidilikte mevcut değildir. Bunun yerine, insanların kendilerinin kötülük yaparak günah işlemeye meyilli olduğu inancı vardır. Çünkü Ezidilikte insanların, gnostik inançlarda olduğu gibi, mükemmel olmayan, eksik yaratılmış varlıklar olduğuna inanılmaktadır. Zaaflı yaratıklar olan insanların, hiçbir varlığın müdahalesi olmadan günah işleyebileceğine inanılmaktadır.
“Eşref-i melaike” inancı
Ezidilikte iyilik ve kötülük, iki zıt kavram olarak düalist bir temele oturtulmuştur. Ne var ki, Ezidi düalizmi, öncülü olarak gösterilen Zerdüşti düalizmden oldukça faklıdır. ‘İyi’ ve ‘kötü’ tinlerin mücadelesi üzerine temellenen Zerdüşti düalizmden farklı olarak, Ezidilikte iyilik tinsel bir kaynaktan geliyorken, kötülük dünyevi/maddi olan insana ait bir özelliktir.
İnsanın yaratılış itibariyle eksik olduğu inancına paralel olarak, Ezidilikte peygamberlerin de insan olmadığı inancı yer almaktadır. Zira zaaflı bir yaratık olan insandan peygamber olamayacağına, bu nedenle tüm peygamberlerin aslında insan donuna girmiş melekler olduğuna inanılmaktadır.
Özetle Ezidilik, Semitik dinlerdeki meleklerin secde ettiği ‘eşref-i mahlûkat’ olarak onurlandırılan insan yerine, meleklerin insandan daha üstte yer aldığı bir ‘eşref-i melaike’ inancı üzerine kurulmuş bir dinidir.
İyiliğin gerçek temsilcisi Melek Tavus, kendisine inanıldığı ve saygı duyulduğu zaman insanları koruyan ve Şeyh Adiy’e göründüğü gibi Tavuskuşu kuyruklu ve güzel bir varlık olarak kurgulanmaktadır. Melek Tavus’un, kendisine inanları ‘ödüllendiren’, buna karşın kendi dininden olmayanları ‘cezalandıran’ tanrısal niteliği, Kitab-el Cilve’de şöyle dile getirilmiştir:
“Bana yabancı olanlarla dostane münasebeti kabul etmem; bununla beraber tahtı itaatimde olan ve hususiyle haslarımda bulunanları hayırlardan menetmem. Tecrübekerdem (tecrübe ettiklerim) olanların ellerine işlerimi teslim ederim ve onlar da benim meramımca hareket ederler. Bana sadık olanlara ve benim emirlerime itaat edenlere her türlü surette görünürüm. Ben verir ve geri alırım; fakir ve zengin ederim; bahtiyar ve bedbaht kılarım. Ben bunu her zaman hususiyetine göre yaparım. Tasarruf ve idareme kimsenin karışmağa hakkı yoktur. Bana zıddiyette bulunanların üzerine hastalıklar ve ağrılar celbederim.”
Ezidilikte, Melek Tavus o denli önemsenmektedir ki, dualar onun adına yapılmakta, hatta heykelleri Ezidiler arasında Kavallar ve Fakirler sınıfınca dolaştırılmaktadır. Ezidi inancında, Melek Tavus’un bu kadar önemsenmesinin birçok nedeni vardır. Bunlardan ilki ve en önemlisi, Khuda’nın tüm dünyevi işlerin ve diğer meleklerin sorumluluğunu ona vermiş olmasıdır.
İblis’in isyanı, sadakattandir
Ezidilikteki, asıl adı Azazil/Azezel olan Melek Tavusla ilgili anlatılar, Semitik dinlerde anlatılan Şeytan mitosuyla bir noktaya kadar benzerlik göstermektedir. Söz gelimi, Melek Tavus’un yaratılan ilk melek olması, Adem’e secde etmemesi, yine Adem’e yasak meyveyi yedirmesi gibi motifler Semitik dinlerle ortaktır. Mitoslardaki ortak motiflerin yanı sıra, Ezidilikte ‘Şeytan’ ve ‘İblis’ isimlerinin kullanılmasının yasak olması da Semitik dinlerin temsilcileri arasında, Ezidiliğin ‘Şeytan tapınımı’na dayanan bir din olduğu iddiasını doğurmuştur.
Diğer dinlerde, Adem’e secde etmediği ve daha sonra da onu kandırarak yasak meyveyi yemesine neden olduğu için Tanrı tarafından lanetlendiğine inanılan Azazil’in (Melek Tavus’un), Ezidi mitolojisindeki yorumu çok daha farklıdır. Ezidi mitolojisinde, Melek Tavus'un Khuda’yı çok sevdiği ve asıl yaratıcının Khuda olması sebebiyle, onun dışında kimseye secde etmediği söylenmektedir. Ezidiler, Melek Tavus’un bu davranışına saygı duymaktadırlar ve Khuda’nın da Melek Tavus’u denemek için yaptığı bu sınavdan sonra, onu lanetlemediğini düşünmektedirler.
Ezidilikteki bu inanç, heterodoks İslam’ın temsilcilerinden biri olan Hallac-ı Mansur’un görüşleriyle örtüşmektedir. Hallac-ı Mansur’a göre, İblis’in durumu mutlak bir sadakat örneğidir, zira İblis’ten Adem’e secde etmesi istendiğinde, yalnızca Allah’a tapmak gerektiğini bildiği için bu isteği reddetmiştir. Ezidiler, Azazil'in Adem’i kandırarak yasak meyveyi yedirmesi olayını da, Khuda’nın isteği olarak yorumlamaktadırlar. Mushaf-ı Reş’te bu olay şu şekilde anlatılmaktadır:
“Melek Tavus Khuda’ya “Eğer Âdem bu Meyveden yemezse, onun nesli nasıl çoğalır?” diye sordu. Khuda ona: “Bütün emir ve tedbiri senin eline teslim ettim” dedi. Buna müteakip Melek Tavus, Adem’e gelip “Bu buğdayı yedin mi” diye sordu. Âdem: “Hayır, Khuda beni nehyetti” dedi. Melek Tavus: “Ye senin için iyi olur” dedi. Âdem bu meyveden yedi ve derhal karnı şişti...”
Görüldüğü gibi, Ezidilikte insanları kötü yola sevk edecek herhangi bir aracı veya ayartıcı söz konusu değildir. Ezidi inancı, iyiliğin kaynağı olarak Khuda’nın yetkilendirdiği Melek Tavus’u işaret etmektedir.
Yani tanrısal olanın veya Tanrı tarafından görevlendirilmiş ya da Tanrı’ya karşı gelen herhangi bir varlığın kötülüğün kaynağı olamayacağı inancı, Ezidiliğin temel düsturunu oluşturmaktadır.
Şeytan, iblis ve bunları çağrıştıran kelimelerin yasaklanmış olması da tepkisel bir durumdan kaynaklanmaktadır. İnandıkları en kutsal varlığın Semitik dinlerin kötücül meleğiyle özdeşleştirilmesi söz konusu tepkinin önemli bir gerekçesini oluşturmaktadır. Öte yandan, kovulmuş melek(ler)ce temsil edilen Şeytan figürü, Semitik dinlere ait bir inançtır.
Her ne kadar bazı yönleriyle Semitik dinlerle ortaklık gösterse de Ezidilik, Semitik menşeli bir din değil, senkretik özellikler taşıyan kendine has ve özgün bir dindir. Dolayısıyla, Semitik dinlerin bakış açısı ve onun kavramlarıyla Ezidiliğin açıklanmaya çalışılması başlı başına sorunlu bir yaklaşım olduğu gibi, bu yolla Ezidiliğin anlaşılması da mümkün değildir.