Çetin Çeko

22 Haziran 2017

Federalizmi Irak’a Kürtler getirdi

25 Eylül bağımsızlık referandumu, Kürtlerin istiklal taleplerinin dünyaya ilanı ve bağımsızlığa yolcuklarının meşru adımdır

1991 Birinci Körfez Savaşı ardından Saddam Hüseyin rejiminin Kürtlere yönelik katliamlarını önlemek amacıyla 36. paralel, yani Güney Kürdistan’ın bir bölümü Irak hava kuvvetlerine uçuşa yasak bölge ilan edildi. ABD’nin başını çektiği birleşik askeri Çekiç Güç’ün göreve başlamasından bir yıl sonra, 1992’de Irak’ın güney Şii bölgesi de 32. paralel ile bu çerçevede uçuşa yasak bölge ilan edildi.

Ardından Güney Kürtleri 1992’de merkezi otoriten bağımsız gerçekleştirdikleri seçimle Kürdistan Ulusal Meclisi ve hükümetini seçerek bölgelerinde federe bir sistem kurdular. Irak fiili olarak üç parçaya bölündüğünden Kürdistan federe yönetiminin bir bileşeni ve çatısı yoktu. Saddam Hüseyin’in devrildiği 2003 yılına kadar, toplam 13 yıl boyunca Kürtler bu sistemi devam ettirdiler.

1992’den itibaren federe bir siyasi kimliğe sahip olan Güney Kürdistan, Saddam sonrası birleşik Irak’ın da federalizme geçmesini öneren ve onun mücadelesini veren kesim oldu. Irak’ın güneyinde öz yönetimlerini kuran Şii Arapların dini esaslara dayalı teokratik modeli, gerek Iraklı diğer güçler, gerek Kürtler ve gerekse uluslararası kamuoyunda kabul gören bir model değildi. Irak geneli için Güney Kürdistan modeli örnek model olarak yoğun bir şekilde iç ve dış kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Irak muhalefetini oluşturan Şiiler ve Sünniler arasında federal Irak’ın ölü doğacağını savunan kesimler olmakla beraber, kalıcı çözüm olacağını savunan kesimler de vardı.

Irak muhalefeti, ülkenin gelecekteki siyasi inşasının nasıl olacağı üzerine ülke içinde ve dışında birçok toplantı ve konferans düzenledi. Bu toplantı ve konferanslardan en önemlileri 1992 Sellaheddin (Güney Kürdistan), 2002 Ağustos Washington ve Aralık 2002 Londra konferansları idi. Londra konferansında Irak muhalefeti, Irak’ın yeniden inşasına ilişkin temel toplumsal, siyasal ve ekonomik konulara ilişkin 22 başlık belirleyerek demokratik, federal birleşik Irak’ta karar birliğine vardı. Bunun anlamı Güney Kürdistan modelinin Irak genelinde uygulanacağı idi. Bu karar ile Ortadoğu coğrafyasında tarihte ilk kez bir devletin formatı federalizm oluyordu. Demokratik federal Irak, çok uluslu, etnik kimlikli ve mezhepli benzer sorunlara sahip diğer bölge devletleri için de emsal teşkil edebilirdi. Federal Irak’ın Kürtler açısından önemi, kazandıkları ulusal ve demokratik hakların daha ileri bir düzeye taşınarak, kendilerine yapılan tarihi haksızlığın telafisi ve Kürdistan’ın statüsüz diğer parçalarına çözüm açısından emsal teşkil etmeseydi.

Londra Konferansı’nın 10. başlığı “Federalizm ve Kürt sorununun çözümü” idi ve şu görüşlere yer verilmişti. “Ekim 2002'de Irak Kürdistanı Ulusal Meclisi’nin 7. birleşiminde kabul edilen federalizm yasa tasarısını değerlendiren konferansımız, Kürdistan halkına ve Kürdistan halkının, Irak halkıyla kuracağı ortaklık için uygun yöntemleri seçme konusundaki özgür iradesine saygı duyduğunu ifade etmiştir.”

Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme hakkına da atıfta bulunulan kararda; “Konferans ayrıca Kürdistan halkının, kendilerine self determinasyon hakkı veren uluslararası hukuk temelinde her türlü baskı biçiminin kökünün kazınması konusundaki haklı ve meşru taleplerini onaylar, aynı ülke içinde kardeşliği, birliği ve ortaklığı teyit eder” denilmektedir.

Londra Konferansı ardından Kürt tarafı, taslak bir anayasa hazırladı ve taraflara sundu. Taslak anayasada, Irak’ın ismi “Irak Federal Cumhuriyeti” olarak önerildi. Ayrıca Kürdistan’ın coğrafi ve siyasi sınırları ile birlikte Kerkük, Kürdistan’ın başkenti olarak belirlendi. Enerji kaynakların paylaşımında ise, Irak’ın nüfusuna göre, yani Kürdistan’ın kendi nüfus oranında enerji kaynaklarından pay alması teklif edildi.

Saddam sonrası Irak’ın yeniden nasıl yapılanacağı tartışılırken, başta Türkiye, İran, Suriye ve bölgedeki Arap devletleri federal bir Irak’ın, “ülkenin parçalanması” anlamına geleceğini belirterek, federalizme karşı çıktılar. Uluslararası koalisyonun başını çeken ABD ve İngiltere için İran ve Suriye’nin tavırlarından ziyade Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt’in tavırları önemliydi. ABD ve İngiltere bu konuda kendilerini ipte yürüyen cambaza benzetiyorlardı. Çünkü federal Irak’a karşı olan blok, aynı zamanda uluslararası koalisyonun da müttefikleriydiler ve ikna edilmeleri gerekiyordu. ABD ve İngiltere federal birleşik Irak’ın sorunların çözümüne katkı sunacağı, bunun tersinin Irak’ı parçalayacağı ve bölgede istikrarı bozacağı tezini, Irak muhalefetini de arkasına alarak müttefiklerine kabul ettirdi. Daha doğrusu kabul etmek zorunda kaldılar.

Kürtler, birleşik Irak için tüm özverilerde bulundular

Ardından Kürt tarafının sunmuş olduğu anayasa taslağına alternatif 2005 yılında referanduma sunulan ve şuan yürürlükte olan anayasa gündeme geldi[1]. Bu anayasa taslağında Irak devletinin isminde federal kavramına yer verilmeyerek, “Irak Cumhuriyeti“ tanımlaması yazılmıştı. Daha da önemlisi Kürdistan’ın coğrafi sınırları içinde kalan, ama Kürdistan hükümetinin idaresine verilmeyen, Kerkük, Ninova ve Hanekin başta olmak üzere, bu bölgelerin statüsünün 2007 sonuna kadar yapılacak referandumla tespit edilmesi hükmü vardı. Kürtlerin bu noktalara itirazları dönemin bölgesel ve uluslararası şartları göz önüne alındığında fazla bir alternatifleri yoktu. Federalizm önemli bir kazanımdı ve en geç 2007’de yapılacak referandum ile Kürdistan idaresinden koparılan bölgelerin tekrardan Kürdistan federe yönetimine geçeceği hesap edilerek, Kürtler anayasaya evet dediler.

Başlangıçta Kürtler birleşik Irak’ı tartışma konusu yapmasalar bile, uluslararası toplumda birçok çevre “Irak’ın bütünlüğü korunmalı mıdır?” tartışmasını başlatmıştı bile[2]. 13 yıl hiç bir merkezi otoriteye bağımlı olmadan, bağımsız bir şekilde kendini yöneten Güney Kürdistan, artık “defecto devlet” diye anlıyor ve bu refleksle hareket ediyordu. Kürtler özgürlüğü tattıkça daha çok bilinçlenecekleri ve daha da bilinçlendikçe daha çok özgürlük ve hak talep edecekleri yorumları sıklıkla yapılmaya başlanmıştı. Uluslararası Kriz Grubu’nun 19 Mart 2003’de yayımladığı raporun B bölümünde, federalizmin Irak’ın hala çözümlenmemiş Kürt sorunu için tek çözüp olup olmadığı, federalizmin nasıl yapılandırılacağı, en önemlisi istikrarın sağlanabilmesi için demokrasinin, insan haklarının ve aktif bir sivil toplumun Irak’taki düzeyinin ne olduğu sorgulanıyordu.

Anayasa’nın 2005’de kabul edilmesi ardından birleşik demokratik federal Irak için Kürtler ellerinden gelen tüm özveriyi gösterdiler. Fakat demokratik federal bir Irak inşa edilemedi. Sünni ve Şii kesimlerin iktidarı paylaşma yerine, tek başlarına iktidar olma anlayışı, fonksiyonel bir yönetimin inşasını da engeldi. Araplar arasındaki silahlı mezhep çatışmaları son bulmadı. Ayrıca Arapların kendi aralarındaki mezhepsel açmazı Kürtlerin çözmesi mümkün değildi. 2014’de IŞİD’in Musul ve çevresini işgaliye politik ve ekonomik kriz doruğa ulaştı. İran yanlısı Nuri El Maliki’nin başbakan olduğu 2006-2014 yıllarında Erbil ile Bağdat arasındaki makas daha da açıldı, ilişkiler neredeyse kopma noktasına geldi. Anayasanın 140. maddesinde yer alan, başta Kerkük olmak üzere Kürdistan idaresinden koparılan bölgelerde en geç 2007’de referanduma gidilmemesi, Kürdistan’ın payına düşen yüzde 17’lik payın tırpanlanması, peşmergeye silah ambargosu ve benzeri konular Maliki’nin başbakanlık döneminde başladı. Kürtlere yapılan tarihsel haksızlığın telafisi yönünde imza atılan ve söz verilen taahhütler yerine getirilmediği gibi, bu haksızlığı sürdüren sistematik bir siyaset izlendi.

Şimdi ayrılık vakti

Federal Irak, maalesef bir başarı öyküsü olamadı. Artık Kürtler için federalizm, geçmişte otonomi gibi tek başına bir anlam ifade etmiyor. 1960 ve 70 otonomilerinin içi doldurulamadığı için Kürtler “Irak’a demokrasi Kürdistan’a otonomi” şiarını, “Irak’a demokrasi Kürdistan’a gerçek otonomi” olarak değiştirdiler. Federal yapıya geçiş ardından, “federal Irak” yerine “demokratik federal Irak” vurgusunu öne çıkardılar.

Saddam rejiminin devrilmesi ardından Irak’ın, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki Japonya ve Almanya değil de, soğuk savaş sonrası Yugoslavya olması durumunda kalıcı çözümün olamayacağı uyarısı her zaman yapıldı. Emekli asker ve yazar Ralph Peters, Yugoslavya deneyiminden yola çıkarak; “Yugoslavya’nın bize öğrettiği en önemli ders, baskıya maruz kalanların kendi bağımsızlıklarını ve kimliklerini yeniden elde etme arzusunun asla son bulmayacağıdır. Yoğunluğu ne olursa olsun diplomatik baskılar, yardımlardaki rüşvetler ve barış güçleri bu hedefi engelleyemez” tespitini yapar.

Kosova, Makedonya ve Bosna’nın hayatta kalabilmek için dış yardımlara, karaborsaya ve borca bağımlı olmaya devam ettiğini belirten Peters, bu üç devletten ikisinin kanlı bir biçimde ortaya çıkmış yeni devletler olduğunu ve zorluklarının hala devam ettiğini belirtir. Ancak halk iradesi gibi kaygıları olmayan diplomatlar tarafından, kendilerine dayatılmış keyfi suni sınırları kabul etmeyen uluslar için bunların hiçbir anlamı olmadığını vurgular. Kürtlerin de bağımsızlıkları için benzer tüm zorlukları göğüsleyeceğini ifade eder.

Federalizmi Irak’a getiren Kürtlere dün karşı çıkanlar, bugün işlemeyen federalizmi Kürtlere dayatıyorlar. Kürdistan’ın bağımsız devlet olması durumunda bölgede istikrarın bozulacağı ve kaosun artacağını savunuyorlar. Kürtler ise, mevcut düzenin devamı durumunda istikrarın devam etmeyeceğini, “istikrar” kavramının statüko olduğunu müdafaa ediyorlar.

Güney Kürtleri, kendi geleceklerini dün federal birleşik Irak’tan yana kullandığında, Irak halkı ve uluslararası toplum Kürtlerin özgür kararına nasıl destek verdiyse, bugün bu hakkı barışçıl yollardan bağımsız devletlerini kurmak için istiyorlar. Bu açıdan 25 Eylül referandumu, Kürtlerin istiklal taleplerinin dünyaya ilanı ve bağımsızlığa yolcuklarının meşru adımdır.


[1] Irak’ta Kürtlerin varlığı geçmişte Türkiye, İran ve Suriye’de olduğu gibi hiçbir zaman inkar edilmemiştir. Kraliyet, Baas iktidarları ve günümüz Irak anayasalarında Kürtlerin Irak’ın kurucu uluslarından biri olduğu daima vurgulana gelmiştir.

[2] Birinci Dünya Savaşı ardından Osmanlı İmparatorluğu’ndan Britanya İmparatorluğu’na geçen Irak, Basra Şiiler, Bağdat Sünniler ve Musul Kürtler ağırlıklı şekilde üç vilayete ayrılarak yönetilmeye başlandı. Homojen bir yapıya dönüşmeyen Irak, gerçek anlamda hiçbir zaman ulusların ve mezheplerin ortak devleti olamadı.  

@cetin_ceko