Cengiz Özdemir

29 Haziran 2012

Ekümenopolis ya da Aşağı Mahallenin Yenilgisi

Geçtiğimiz haftalarda gösterime giren Ekumenopolis filmi Turkiye\'de bir belgeselden umulmayacak bir performansla 6 hafta kadar vizyonda kalabilmeyi başardı

Geçtiğimiz haftalarda gösterime giren Ekumenopolis filmi Turkiye'de bir belgeselden umulmayacak bir performansla 6 hafta kadar vizyonda kalabilmeyi başardı. Kuşkusuz bu durum yapımcıları bile şaşırtmıştır. Çünkü internet üzerinden takip edebildiğim kadarıyla filmi oynayabilecek salon bulunamadığından bir takım kampanyalara ücreti ödenerek filmin oynatılması dahi düşünüldü.


Aşağı mahalleye karşı yukarı mahallenin zaferi


Film bir gecekondu mahallesi üzerinden bir kentsel dönüşüm hikayesine odaklanmış durumda. Küçükçekmece Ayazma Mahallesi'nin nasıl birkaç yılda el değiştirdiğini, sahiplerinin nasıl mağdur edildiğini, yoksulluktan ve çaresizlikten insanların nelere "evet" demek zorunda bırakıldıklarını anlatıyor. Mahallenin kaderi hemen yanı başlarında insa edilen Olimpiyat Stadı'ndan sonra değişiyor. Sonrası bilinen hikaye, arazi değerleniyor. Belgesel Ağaoğlu inşaat grubunun "ben yaptım, olacak" sloganıyla başlattığı projenin aşamalarını gözler önüne seriyor. Bu belgeseli izlerken bir Fransız atasözü aklıma geliyor: Sefiller için bir mahalle bile olamaz.


Osmanlı'dan günümüze mahallenin evrimi


Osmanlı düzeninde mahalle dini eksende örgütlenmiş bir organizma gibiydi. Mahalleler cami, mescit, sinagog ya da kilise etrafında şekillenir, mahallenin lideri ise imam, rahip, haham gibi dini önderler olurdu. Din temelli bu yapıda sınıfsal bir ayrım olmazdı. Yani mahalleler dini temelde, birbirine temas etmeden, iç bükey bir hayat yaşar, zengin Müslüman ile yoksul Müslüman, zengin Hristiyan ile yoksul Hristiyan aynı mekanı paylaşıldı. Bu nedenle mahallelerde bir cemaat ruhu her daim vardı. Aynı mahallede sufli denilen tek katlı basit kerpiç ev ile fevkani denilen konak tarzı ev bir arada güvenli bir biçimde yer alabiliyordu. 19. yy dan sonra din temelli bu mahalle örgütlenmesi yavaş yavaş terk edilmeye başlandı. Özellikle yeni yerleşim alanları açıldıkta-Boğaziçi gibi- yeni bir yaşam tarzı şekillendi. Bu yaşam tarzında belirleyici olan din değil, sosyal statü olmaya başladı. Bu temelde ilk kez "zengin muhitleri" diye bir kavramla karşılaştık. Ayrışma artık dinsel değil, sınıfsaldı. Cumhuriyetten sonra ise mahallenin bir merkezi ya da nirengisi kalmadığını söyleyebiliriz. Mahalleler esas olarak göçlerle şekillendiginden hemşehrilik belirleyici rol üstlenmiştir. Buna rağmen biraz zenginleşen kim varsa derhal zenginlerin yaşadığı muhitlere taşınmaya başlamışdır.


TOKİ'leşen şehir ya da Ekümenopolis


1980'lerden sonra hızlanan bir ivme ile İstanbul özellikle son on yılda akıl almaz bir şekilde büyümeye başladı. Sürecin başında şehrin "pisliğinden" kaçmak isteyen bir kısım elit, şehir dışında, bir takım uydu kentlere yerleşti. Bahçeşehir ve Kemer Country bunun en tipik örnekleriydi. Bu güvenlik ve prestij arayışı çok sürmedi. Çünkü özellikle Anadolu'dan akın eden yeni zenginler ve orta sınıflarla komşu olmak zorunda kaldılar. Bu yeni "mahalle"lerde katılım, dayanışma, tanışıklık ve güven kültüründen bahsetmek imkanı yoktur. En başta gelen ihtiyaç güvenlik ihtiyacı idi ve bunu sağlamak için site sakinleri site yönetimlerine yüklü miktarda aidatlar ödemeye razı oldular. Pencerelerinden baktıklarında duvarlarının hemen dışında giderek büyüyen, başka gökdelenlerde yaşayan bu yeni komşularından da korkar oldular. Çünkü o insanlarda en nihayetinde evine temizliğe geliyor ya da rezidanslarının altlarindaki AVM lerde kasiyer, tezgahlar olarak çalışıyorlardı. Bu yönüyle bu yeni plazalar Osmanlı'nın yabancıları dışlayan, içe dönük yaşam tarzına benzeyen mikrokozmozlar yarattı. Ancak onlardan farklı olarak sorunların beraberce çözüldüğü katılımcı yapılar yerine sorunun parası ödenerek halledildiği insan siloları ortaya çıktı.

Avrupada 2. Dünya Savaşı'ndan sonra inşa edilen bu toplu konut-sosyal konut tarzı yerleşimlerin nasıl sosyal sorunlara yol açtığı görülerek, bu tarz yerleşimler hızla terkedilmeye başlanmıştır. Bu yabancılaşma, tamamen seçilen yerleşim tarzının bir sonucudur. Nitekim bugün Bahçeşehir ya da Kemer Country gibi şehrin dısında inşa edilmiş uydu kentler de kuşatılmış durumdadır. Buralarda yaşayan insanların birçoğu yeniden sehir merkezine dönmeye başlamışlardır. Aynı durumu evleri zorla ellerinden alınan ve Kayabaşı'na yerleştirilen Sulukule halkı için de söyleyebiliriz. Onlar alışık oldukları komşuluk ilişkileri ile ekonomik, kültürel ve sosyal dayanışmayı bu yeni yaşam alanlarında göremediklerinden hızla şehre geri dönmüşlerdir. Bildiğim kadarıyla halen Kayabaşı'nda bir aile kalmış geri kalan tüm aileler Sulukule civarına geri dönmüstür. Yeni kabul edilen kentsel dönüşüm yasası ile bu sosyal ve ekonomik yıkım daha da yaygınlaşacaktır.

Ekümenopolis, 1967 yılında Grek şehir plancısı Constantinos Doxiadis tarafından ortaya atılan, günümüzün kentleşme ve nüfus artışı hızları göz ününe alındığında, gelecekte dünyadaki bütün kentleşmiş alanların ve megapollerin kuşaklar halinde birbirleriyle birleşeceği ve tek bir şehir oluşturacağı fikrini temsil eden bir terimdir. Bu akıl almaz genişlemenin izlerini yaratacağı sosyal ve çevresel sorunlara hazır mıyız?