ABD iç politikasının en keskin fay hatlarından birini ‘kürtaj’ tartışması oluşturur. Tartışmanın bir tarafında tahmin edileceği üzere, devletin kürtajı tamamen yasaklamasını isteyen bir kısım muhafazakarlar yer alır. Bunlar sözde yaşamı savundukları için kendilerine ‘pro-life(yaşam yanlısı)’ derler. Ancak, kürtaj karşıtlarının karşısında, yani tartışmanın diğer tarafında kürtaj taraftarları yer almaz. ABD’de veya dünyanın her hangi bir yerinde ‘kürtaj güzeldir, destekleyelim, gençleri özendirelim’ diyen kimse yok zaten. Kürtaj, kimsenin kimse için isteyebileceği bir şey değil. Peki öyleyse, kürtaj karşıtlarının karşısındaki grubun derdi ne? Bir kadının bedeni ile ilgili son derece kişisel ve mahrem alana, başkalarının ve hele hele devletin girip karar alabilmesi ihtimalinden duydukları rahatsızlık…
Savunmaları şu: Kürtaj, anne ile doktoru arasındaki mahrem ve kişiden kişiye, gebelikten gebeliğe, vakadan vakaya değişen boyutları olan son derece kişisel bir karardır. Bedeni söz konusu olan kişi ve doktoru dışında kimsenin, hele hele devletin bu konuya müdahil olmaya yetkisi yoktur. İşte bu yüzden, kürtajın ‘devletçe’ genel geçer kaba bir yasağa tabi tutulmasına karşı çıkanlar kendilerine, ‘pro-abortion (kürtaj yanlısı)’ demez, ‘pro-choice (özgür seçim yanlısı)’ der. Devletin girmemesi gereken bir alana girmesinedir itirazları. Asla kürtaj yaptırmayacak, felsefi veya sosyal platformda tartışıldığında kürtaja şiddetle karşı çıkan çok sayıda kadın da, tartışma hukuksal zeminde (devletin müdahale yetkisi) olduğunda ‘pro-choice’ tarafındadır. Amerikan hukuk yaratıcıları da bu görüştedir. ABD Yüksek Mahkemesi’nin 1973 tarihli ‘Roe vs. Wade’ adlı içtihadından beri, eyalet kongreleri, devlet gücünün, kadın ile doktoru arasına girmesine izin verecek düzenlemeler yapamıyor. Genel geçer bir yasak kararı çıkaramıyor.
Eşcinsel evlilik tartışmasındaki ayrışma da kürtaj tartışmasındaki ayrışmaya benziyor. ABD’deki veya diğer gelişmiş toplumlardaki ‘eşcinsel evlilik’ tartışmasının bir tarafında homoseksüeller, diğer tarafında ise heteroseksüeller veya bir tarafında ‘eşcinsel evlilikle aile kurulur’ diyenler, diğer tarafında ‘hayır kurulmaz’ diyenler yok. Sosyal platformlarda bunu tartışanlar elbette var ama hukuksal alandaki tartışma bu değil.
Eşcinsellerin haklarını savunanların çoğu eşcinsel olmayan insanlar. Bu kişilerin en öncelikli endişesi de, eşcinsel arkadaşlarının takdirini kazanmak değil, devletin, yurttaşlarının yaşamında karışma yetkisi olmadığı alanlara karışması. Devletin, sizin benimsemeyeceğiniz bile olsa bir yaşam tarzına müdahalesini, onu kısıtlamasını desteklediğinizde, sizinki de dahil bütün yaşam tarzlarına müdahalesine de bir meşruiyet yaratmış olursunuz. Bu toplumlarda, aydınların ve medyanın önemli bir kısmı bunun vehametini farkedebilecek donanımda.
Diyeceğim o ki, ABD Yüksek Mahkemesi’nin eşcinsel evliliğin devlet otoritelerince tanınmasını zorunlu kılan tarihi kararındaki mantık, mahkemenin kürtaj tartışmasına yaklaşımının tutarlı bir devamı oldu. Yani Yüksek Mahkeme, Türkiye’de medyanın iddia ettiği gibi ‘eşcinsel evliliği onaylamadı’, ‘devletin eşcinsel evliliğe uyguladığı ayrımcılığı yasakladı’. Çünkü ABD Yüksek Mahkemesi bir ‘moral’, ‘dini’, ‘ahlaki’ otorite değil. Mahkeme başkanı Roberts’ın da belirttiği gibi neyin doğru neyin yanlış, neyin meşru neyin gayrimeşru olduğunu belirleme yetkisi de hakkı da yok. Neyin anayasal haklara uygun, neyin anayasal haklara aykırı olduğunu tespitle yükümlü. Örneğin, mahkemenin son içtihadı kiliselere, eşcinsel evlilik nikahı kıyma zorunluluğu getirmiyor. Buna inancınız izin vermiyorsa böyle bir nikah kıymama hakkınız var. Ama federal veya eyalet resmi kurumlarının yani devletin, eşcinsel evlilik yapan çiftlerin, bu evlilik sözleşmelerini, geleneksel evlilik sözleşmesi gibi tanımasını zorunlu kılıyor.
Peki eşcinseller devletin kendi evliliklerini meşru ilan etmesinin peşinde değilse niye bu konuyu bu kadar önemli görüyordu? Evliliğe, ‘müessese’ denmesi tesadüf değil. Evlilik, her dini inancın veya sosyal geleneğin kendince özel anlamlar yükleyebileceği ‘nikah’ın ötesinde aynı zamanda resmi bir sözleşmedir. Türkiye toplumunda sayısı nedir bilmiyorum ama Batı ülkelerinde, on yıllardır aynı evde yaşayan, ortak hayatları olan, fiili mal birliğine sahip yüzbinlerce eşcinsel çift var. Bu insanlar, nerdeyse bütün hayatlarını paylaştıkları, ortak hayat kurdukları kişilere miraslarını bırakamamaları, mal birliği oluşturamamaları en basitinden en muhtaç oldukları günde hastanede refakatçi olamamaları gibi aklımıza bile gelmeyen yığınla haksızlığa maruzlar. İşte ABD Yüksek Mahkemesi diyor ki, ‘devletin’, bu kişilerin yaşam tarzına, subjektif moral gerekçelerle karışma yetkisi yok. Devlet, bütün yurttaşlarının özel yaşam kararları ve hakları gibi bu yurttaşlarının da özel yaşam kararları ve haklarına da saygı duymak zorunda.
Türkiye’de bir zamanlar uygulanan başörtüsü yasağı saçmalığı, maalesef hala gündemimizden çıkmamış olan alkollü içki yasağı tartışmaları da bunlara benzer. Kendinde, 20 yaşındaki bir kızın ne giyip ne giyemeyeceğine karışma yetkisi görebilen bir devlet otoritesi korkunçtur. Başörtüsü ile ilgili ‘sivil’ tartışmalarda ‘erkek egemen bakış’tan girip, Sümerlerden çıkabilirsiniz. Ama devletin, bir kadının ne giyip ne giyemeyeceğine karışması tartışması bundan farklı bir konudur. Keza alkollü içki özgürlüğünü savunmanız için alkollü içki tüketen biri olmanız gerekmiyor. Alkolun sağlığa zararlarına inansanız bile hukuksal alandaki 'alkol yasağı' tartışmasının bununla ilgili olmadığını, devletin ne olup olmadığı, neye karışıp karışamayacağıyla ilgili olduğunu bilirsiniz. Tavrınız, faşizm ile özgürlük arasında durduğunuz yeri gösterir.
Yargıtay’ın, diğer ibadethaneler gibi elektrik borcunu ödemeyen Cemevi’ne icra kararını bozmasına bir de bu açıdan bakmanın önemine inanıyorum. Peşinen belirteyim Yargıtay, alt mahkemenin kararını, her ne kadar açık ayrımcılık ve haksızlığı engelleme gerekçesiyle değil de sadece AİHM kararına atıfla bozsa da, olumludur. Ama medyanın bu kararı, ‘Yargıtay noktayı koydu: Cemevi ibadethanedir’ veya ‘Yargıtay, Cemevi’nin ibadethane olduğunu onayladı’ şeklinde sunması çok büyük yanlıştır. Bu başlıklar, bizim iliklerimize kadar işleyen çarpık ‘devlet’ algımızın bir göstergesinden başka bir şey değil. Yargıtay’ın veya her hangi bir devlet kurumunun neresinin ibadethane olduğunu belirleme veya ilan yetkisi olamaz. Yargıtay moral, manevi bir makam değil. Laik devlette böyle bir şey de sözkonusu olamaz. Dolayısıyla doğru başlık, ‘Yargıtay, Cemevi’ne devlet ayrımcılığını durdurdu’ şeklinde olmalıydı. İki başlık arasında iki dünya kadar fark var. Yargıtay'ın aksi kararı Cemevi'ni ibadethane olmaktan çıkaramazdı. Sadece ayrımcılığı sürdürürdü. ‘Devlet niye ibadethane diye bir yere ayrıcalık tanıyor’ itirazında bir ateist olabilirsiniz; Alevilerin ibadethane yerinin Cami olduğunu düşünen bir Alevi veya Sünni de olabilirsiniz; Ama, bunlar bile, devletin bu işe burnunu soktuğunda özgürlükten eşitlikten yana ve ayrımcılığa karşı tavır alıp Cemevi'nin yanında durmanıza engel olmamalı.
Dallandırıp budaklandırmaya gerek yok. Sivil haklar ve eşitlik söz konusu olduğunda kamusal alanda tek bir ayrışma vardır: Devlet karşısında özgürlüğü, eşitliği ve hakları, amasız fakatsız herkes için savunanlar bir yanda; bunları sadece kendisine benzeyenler, kendisi gibi yaşayanlar, kendisi gibi düşünenler, kendi din veya mezhebinden olanlar için savunanlar diğer yanda… Başkalarının özel yaşamlarına, etnik, dinsel, cinsel kimliklerine devlet müdahalesi, kısıtlama, ayrımcılık istemek kimse için demokratik ve insani bir hak değildir. İstisnasız her zaman zorbalık ve zalimliktir. Bu zorbalığın laneti de, bir gün aynı devletin gelip size de aynı müdahaleyi yapacak olmasının kaçınılmazlığıdır.
Bir toplum bu ayrımı ne kadar erken öğrenirse o kadar huzur bulur. Bu ayrımı yapamayan toplumlar, güce oynayanların, güçle oynayanların oyuncağı olmaktan hiçbir zaman kurtulamaz. İsterse o güç sahipleri kendi kimliğinden olsun... Ahlaki ve toplumsal çürümeyi hiçbir şey, kendinden olmayana zulüm ve ayrımcılığa rıza kadar hızlı sağlayamaz.
@CemalTDemir