Cemal Tunçdemir

16 Aralık 2013

Papa: Marksist değilim ama…

Time dergisinin Papa’yı yılın kişisi seçmesi, Time'ın listesine oldukça yerel bir gözlükle bakan Türkiye için biraz sürpriz oldu.

Time dergisinin Papa’yı yılın kişisi seçmesi Türkiye’de biraz sürpriz oldu. Aslında bu sürpriz Türkiye’nin dünyadan ne kadar koptuğunun göstergelerinden biri. Çünkü, henüz Papalıkta sekizinci ayını dolduran Papa Francis’in söz ve yaklaşımları Batı dünyasının temsil ettiği ekonomik düzene dönük çok daha kapsamlı bir otokritiğin ilk adımlarıysa Papa’yı sadece bu yılın değil şimdiden önümüzdeki 10 yılın da adamı olarak görmek abartı olmaz. Zira Batı dünyasının temel paradigmaları değiştirebilecek bir söylemin sinyallerini veriyor Papa Francis. Dahası, bu söylem, ağzından çıkan laflar ‘söylem’ olarak kalmayacak çok güçlü bir makamdan geliyor.

Yeryüzünün en etkili din adamının, dinin toplumsal sorumluluğunu kültürel alandan ekonomik alana taşırması hiç şüphesiz çok önemli sonuçları olacak bir hareket. Polonyalı Papa Jean Paul’un Doğu Bloku’nun yıkılışında ve yeni bir dünya düzeni oluşumunda çok önemli rol oynadığı sıklıkla yapılan bir tespit. Papa Francis’in de bir kaç 10 yıl sonra, ‘kontrolsüz kapitalist düzenin yıkılışındaki rolüne’ ilişkin değerlendirmeler yapılacağı tahmininde şimdiden bulunanlar var.

15 Mart 2013’te bu köşede yazdığım ‘Francis adı köklü reform sinyali mi?’ başlıklı yorumda, Antik dönemi saymazsak Avrupa dışından seçilen ilk Papa’nın kendisine bugüne kadar hiç bir Papa’nın seçmediği ‘Francis’ papalık adını seçmesini reforma yönelik güçlü bir sinyal olarak görülmesi gerektiğini yazmış ve eklemiştim: Reform için önünde olabilecek en büyük engel olan ‘kilisenin günahsızlığı’ fikri ise; istismarcı papazlar, Vatikan’daki yolsuzluk iddiaları ve müstafi bir Papa ile birlikte eski gücünde değil artık. Yani değişim mümkün ve dahası kaçınılmaz.

Mütevazı yaşam tarzıyla bilinen 76 yaşındaki kardinal Jorge Mario Bergoglio’nun Papa seçildiği Mart ayından sonra da yaşam tarzını değiştirmemesi aslında ikinci sinyaldi. Papaların yaşadığı 12 odalı daire yerine parasını kendisi ödediği mütevazı hotel dairesinde yaşamaya devam etti. Casa Santa Marta Hotelinin yemekhanesinde diğer müşterilerle beraber yemek yiyor. Papa seçilir seçilmez, ilk işlerinden birinin Arjantin’deki gazete dağıtıcısını bizzat arayarak aboneliğini iptal ettirmek olması insanlara saygısının bir ifadesi olarak yorumlandı. Hakeza, günlük ayinleri Vatikan bürokrasisinin üst düzey isimleriyle yapmak yerine Vatikan’daki emekçilerle çalışanlarla birlikte yapması gibi. Kendisinden önceki tüm papalardan farklı olarak kendisiyle beraber Vatikan’a getirdiği tek bir özel yardımcısı bile yok.

Selefinin aksine kırmızı papa ayakkabısı giymedi. Normal ayakkabılarını kullanmaya devam etti. Som altından Papalık yüzüğü yerine altın kaplama gümüş bir yüzük takıyor. Beyaz Papalık elbisesinin altına görünür şekilde siyah pantolon giymekten çekinmiyor.

Kendisini ‘Roma piskoposu’ olarak görüyor bir kral olarak görmüyor. Resmi kağıtları bile, Papaların kullandığı ünvanların hiç birini kullanmadan sadece ‘Francis’ diye imzalıyor.

Fiziksel sıkıntıları nedeniyle insanların dokunmaya veya yüzüne bakmaya çekindiği bir çok insanı kucaklayıp, kutsamaktan çekinmiyor. Geceleri normal rahip elbisesi ile Roma sokaklarında dolaşıp evsizlere yemek götürüp onlarla beraber akşam yemeklerini yediği yakın zaman önce yaptığı ortaya çıktı.

Farklı inançlara tepeden bakmıyor. Ortodoks Hristiyanlığın lideri Patrik Bartholomeos’a ‘kardeşim’ diye hitap edecek ve sandalyesini, Patriğin ve diğer dini liderlerin olduğu seviyeye taşıyarak onlarla aynı seviyede oturacaktı. Ayak yıkama ayininde, selefleri gibi rahiplerin değil aralarında Müslüman bir kadının da olduğu bir grup mahkumun ayağını yıkayıp öpecekti.

 Ateistleri dışlamıyor. 1 Ekim günü Ateist çizgideki solcu İtalyan gazetesi Reppublica’ya röportaj vermekten çekinmedi. ‘’Dünyanın başındaki en büyük bela gençlerin işsizliği, ihtiyarların yalnızlığıdır’’ diyerek bunun mümin ya da ateist herkesin sorunu olduğunu söyledi.

Röportajı yapan solcu gazeteci Eugenio Scalfari, Papa’nın kendisiyle görüşmeyi kabul etmesinin şaşkınlığını röportaj başlarken bile yaşıyordu. İlk şakayı Papa yapar. Gülerek Scalfari’ye, ‘’Seni tanıyan bazı arkadaşlarım beni kendi inancına çekmeye çalışacağını söyledi’’ der. Scalfari de, ‘’Benim bazı arkadaşlarım da senin için aynı uyarıyı yaptı’’ şeklinde şakayla karşılık verir. Papa yeniden gülmser ve şunları söyler:

Proselitizmin (başkalarıyla sadece kendi inancına döndürmek için konuşmak) bir mantığı yok. Birbirimizi tanımaya, dinlemeye ve etrafımızdaki dünya hakkında bilgimizi artırmaya ihtiyacımız var. Bazen böyle bir görüşmeden sonra hemen yeni bir görüşme daha talep ediyorum. Çünkü yeni fikirler doğuruyor ve yeni ihtiyaçlar oluşturuyor. Bu çok önemli: İnsanları tanımak, dinlemek, fikri çerçevemizi genişletiyor. Dünya bizleri bir araya getiren ya da uzaklaştıran yolların kavşaklarıyla dolu. Ama önemli olan bu yolların hepsinin iyiliğe yönelmesi.

Seleflerinin aksine gayleri de dışlamıyor. ‘Ben kimim ki onlar hakkında hüküm vereyim’ yaklaşımıyla, eşcinselleri dışlayan düşman gören anlayışın tersi bir tavır almaktan çekinmedi.

Vatikan bürokrasini değiştirmeye kararlı olduğunu ve bunda çok ciddi olduğunu da gösterdi. 125 yıllık Vatikan Bankası tarihinde ilk kez bu yıl kazanç raporunu kamuoyu ile paylaştı. Papa, özel bir komisyon kurarak Vatikan Bankası etrafındaki tüm şaibeler hakkında soruşturma başlattı. Vatikan içindeki yolsuzluk organizasyonlarına ve suistimallere açtığı savaş sonrası, bu düzenin en büyük yararlanıcısı olan mafyanın hedefi haline geldiği iddia edildi. Hatta, Kasım ayı ortalarında mafyanın Papa’ya suikast yapabileceği iddiası medyaya yansıdı. İtalya’nın karanlık suç örgütlenmelerine yönelik mücadelesiyle bilinen savcı Nicola Gratteri, Il Fatto Quotidiano gazetesine yaptığı açıklamada, Papa’nın icraatlarının mafyayı çok rahatsız ettiğini söyledi ve ekledi: Mafya Papa’yı indirme fırsatını bulursa kesinlikle tereddüt etmez.’’

Papa bir ‘insan’ olduğunu vurgulamaktan çekinmiyor. Birkaç gün önce gençliğinde bir gece kulübünde fedailik yaptığını açıkladı. Ama belki de en etkili hatırası Esther Careaga adlı Arjantinli kadın ile olan arkadaşlığıydı. Henüz Cizvit tarikatına girmeden önce 1953 yılında tanışmış ikili. Birbirine hiç benzemeyen iki insan arasında onlarca yıl sürecek bir dostluğa dönüşmüş. Ateist ve Marksist olan Careaga, Arjantin’in askeri diktatörlüğün vahşi karanlığını yaşadığı 1977 yılında ‘kayboldu’. Askeri cuntanın kaybettiği binlerce insan arasında yer alan Careaga, kaybolmadan önce kayıp çocukların anneleri olan Plaza de Mayo Anneleri’ne katılmıştı. Careaga’nın evindeki binlerce yasak kitabını polis baskınına karşı saklamasını rica ettiği kişi 2013’te Papa olacak arkadaşı rahip Bergoglio’ydu. Careaga’dan 8 Aralık 1977’den sonra bir daha haber alınamadı. Son görenler polis merkezinde korkunç bir işkenceye tabi tutulmasının şahitleri. Bergoglio ise 1998 yılında Buenos Aires başpiskoposu oldu. 2005 yılında bulunan bazı kemiklerin Careaga’ya ait olduğu tespit edildikten sonra mezarlık yerine Buenos Aires’teki bir Katolik kilisesinin bahçesine defnedilmesini sağladı. 

Papa, ismini aldığı Aziz Assisli Fransis’in ‘İnancı tebliğ et, sadece gerektiğinde kelimeleri kullan’ prensibine bağlı olarak, ‘tavsiye etmek yerine bizzat yaşamayı’ tercih ediyor. Bu da Katolik Kilisesi’ne uzun yıllar aradan sonra yeni bir manevi heyecan getirdi.

Kasım ayı başında La Stampa’ya konuşan sosyolog Massimo Introvigne, sadece İtalya’da, uzun yıllar önce kiliseye gitmeyi bırakan en azından 100 bin kişinin yeniden kiliseye gitmeye başladığını aktarıyordu.

Bütün bu olup bitenler ise tutucu çevreleri endişelendiriyor öfkelendiriyor. Tutucu İtalyan gazetesi Il Foglio, bir kaç ay önce ‘Papa Francis’i Sevmiyoruz’ başlıklı bir başyazı bile yayınladı. Amerikalı politikacı Sarah Palin, Papa’yı ‘solcu’ ilan etti. Tutucu çevrelerin Papa’ya yönelik sessiz eleştirileri ise Papa’nın Kasım ayında yayınladığı ve Kapitalist düzene ciddi eleştiriler getirdiği çok önemli bir dökümandan sonra açıktan bir kampanyaya dönüştü.

Avrupalı ve ABD’li bazı muhafazakar çevreler utangaç eleştirileri bir kenara bırakarak açıktan Papa’nın Marksist’ olduğununu iddia etmeye başladı. Önceki gün İtalyan La Stampa gazetesine verdiği röportajında Papa, ‘’Marksist ideoloji yanlış. Ancak hayatım boyunca bir çok Marksist ile tanıştım. Hepsi iyi insanlardı. Bu sebeple de hiç rahatsız olmadım. Kilisenin sosyal doktrini içinde yer almayacak bir tembih yoktu.’’ dedi.

Papa’nın ‘Tembih’ dediği, vahşi kapitalist düzene yönelik sürpriz eleştirilerini dile getirdiği Kasım ayında yayınlanan, Evangelii Gaudium(İnancın Neşesi) adlı Papalık Tembihi’ydi. Papalık Tembihi (Apostolic exhortation), Papa’ların Katolik cemaatine yönelik yayınladıkları tavsiye metinleridir. Ancak Kilisenin resmi doktrini yani ‘bir fıkhi içtihadı’ temsil etmezler. Bu anlamda doktrinel bir değişimi ifade eden Papalık Tamimi(Papal Encyclical) diyebileceğimiz resmi genelgelerden bir derece daha alttadır. Ancak, her hangi bir konuda oluşan dini sorunu çözen Papalık Mektupları’ndan (ecclesiastical letters) ise daha güçlü konumda.

Papa söz konusu tembihinde Batı dünyasında şok etkisi yaratan şu tespitte bulunuyordu:

 ‘’Piyasaların ve finans spekülasyonlarının mutlak egemenliğinin reddi ve eşitsizliği yaratan yapısal nedenlerla savaş gibi radikal müdahalerle yoksulların yaşadığı sıkıntılar çözüme kavuşturulmadığı sürece, dünyanın hiç bir problemine çözüm bulunamaz’’

Bir başka paragrafta ise Papa, ‘’10 Emir’de nefsi müdafaa dışında öldürmeye sınır getirerek insan yaşamına değer veren ‘öldürmeyeceksin’ emrine uyarak, bugün de dışlayıcılığın ve eşitsizlğin ekonomisine hayır demeliyiz. Çünkü bu ekonomi öldürüyor.’’ diye belirtecekti. Papa, kapitalizmi ‘tiranlık’ olarak nitelendirirken, herkesin saygın bir iş, eğitim ve sağlık sigortasına sahip olduğunu garanti edilmesinin önemini vurguluyordu bu tembihte.

İnsanlığın, ‘’piyasanın öngörülemez güçlerinin ve görünmez eline’’ artık daha fazla güvenemeyeceğini ifade Papa, ‘’basit zenginleşme mantığının ötesine geçilmesi’’ çağrısında bulunuyordu. Toplumun önceliklerine de dikkat çeken Papa, ‘’Nasıl olur da bir yaşlı evsizin sokakta ölmesinin haber değeri yokken borsanın 2 puan kaybetmesinin var?’’ diye soruyordu.  

Bu çok tartışılan Tembih’in bir de doğrudan Roma Kilisesine bakan yönü vardı. Papa, kilise bürokrasinin merkezileşmesine, vaaz ve irşadlardaki zayıflığa, doktrine aşırı vurguya da eleştirilerde bulunuyordu. Rahiplere daha yaratıcı olmalarını ve Roma’dan beklemeden inisiyatif almalarını, açık ve şeffaf olmalarını tavsiye ediyordu.

Evangelii Gaudium, diğer Papaların yayınladığı tembihlerden sadece bu içeriği değil tarzıyla da farklılaşıyordu. Önceki Papalık Tembihlerinin aksine akademik değil günlük konuşma dilinde kaleme alınmıştı. Sürükleyici ve kolay anlaşılır bir dile sahipti. 47 bin 560 kelimelik metinde, ‘sevgi’ kelimesi 154 kez, neş’e 109 kez, ‘yoksul’ 91 kez, ‘barış’ 58 kez, ‘adalet’ 37 kez, ‘ortak iyilik’ 15 kez tekrarlanarak metne ruhunu veren kelimeler olarak öne çıkıyordu.

Papa’nın bir tembihte, serbest piyasa ve finans düzenine yönelik bu sert eleştirileri, özellikle ABD’de büyük yankı yaptı. ABD’de birçok tutucu muhafazakar yorumcu Papa’yı ‘Marksist olmakla’ itham ettiler. Tutucu kesimin en etkili sözcülerinden biri olan radyocu Rush Limbaugh, ‘kendisini afallattığını’ söylediği Evangelii Gaudium’u ‘pür Marksizm’ olarak nitelendirecekti:

 ‘’Biliyorsunuz Papa Francis bir Papalık Tembihi yayımladı. Çok üzücü. Hatta inanılmaz. Bir yerinde Papa, Kapitalizm şeytanından bahsediyor. Bu çok üzücü çünkü bu Papa Kapitalizm ve Soyalizm konusuna geldiğinde neden bahsettiğini bilmediğini sergiliyor. Kontrolsüz Kapitalizmi ‘yeni tiranlık’ olarak nitelndirip dünya liderlerinden yoksullukla ve büyüyen eşitsizlikle mücadele etmelerini istiyor. Küresel ekonomik düzene daha önce getirdiği eleştirilerin de ötesine geçerek, paranın putlaştırılması olarak nitelendirip saldırıyor. Bir çok kez Vatikan’da bulundum. Tonlarca para olmadan Vatikan olmaz. Bu metni birisi onun için mi yazdı birisinde mi fikir aldı önemsiz. Ancak bu metin Papa’nın ağzından gelen pür Marksizm. Kontrolsüz Kapitalizm? Hiç bir yerde böyle bir şey yok. Kontrolsüz Kapitalizm liberal sosyalistlerin ABD’yi tanımlarken kullandıkları yafta.’’

Fox News’in İngiliz asıllı ekonomisti Stuart Varney göre ise Papa bir neo-sosyalistti artık.  Sadece kürtaj’ı tartışan eski Papa’ları özleyen Amerikalı muhafazakarlar, Papa’nın yoksulluk ve ekonomiye dikkat çekmesinden rahatsızlar. İronik şekilde bunu ‘politik alana müdahale’ görüyorlar. Stuart Varney’e konuk olan Judge Napolitano, Varney’nin ‘neden ekonomi hakkında konuşuyor ki?’ sorusuna, ‘’Keşke, inanç ve ahlak konularında kalmaya devam etseydi.’’ karşılığını verecekti.

Amerikalı muhafazakarlar, Papa’nın pekala iç politikanın hararetli konuları olan eşcinsel evliliği kınamalarını ve kürtaja karşı çıkmasını ‘inanç ve ahlak’ alanı içinde görüyor. Ama, Papa, milyarlarca insanı açlığa ya da yoksulluğa mahkum eden ekonomik çarpıklığa dikkat çektiğinde aniden ‘inanç ve ahlak’ın alanının dışına çıkmış oluyor.

Aslında Papa, daha önce, özellikle de ABD’deki Katolik mücadelenin nerdeyse tamamının bir şekilde ‘cinsellik’ ile ilgili konulara yoğunlaşmasından rahatsızlığını açık etmişti. Papa Francis, Ekim ayında, Hristiyanları, inancın rijit bir ideolojiye dönüşmesi tehlikesi hakkında uyaracak ve ‘’İnanç, tabiri caizse bir süzgeçten geçerek bir ideolojiye dönüşüyor. İdeoloji ise halkı çağıran bir şey değil. İdeolojilerde İsa da, onun sevgisi de, alçak gönüllülüğü de, duyarlılığı da yer almaz.  İdeolojiler her zaman köşelidir. Her açıdan rijit. İdeoloji korkutucudur. İdeolojik Hristiyanlar ciddi bir hastalık. Bu bir hastalık’’ şeklinde konuşacaktı.

Eylül ayında ‘’America’’ adlı yayına verdiği röportajda da, Katolik Kilisesi’nin kürtaj ve eşcinsel evliliğinden başka bir şeyi konuşamaz bir takıntılık içine girdiği eleştirisinde bulunacaktı. Kiliseyi ‘herkesin evi’ diye tanımlayan Papa, ‘’doktrin adına marjinallerin ve yoksulların dışlanmasına’’ tepki gösterecek, ‘yeni bir denge bulmalıyız’ çağrısı yapacaktı. Bunlar şüphesiz ki ‘kilise küçük olsun ama doktrine uygun olsun’ felsefesine bağlı selefi Papa Benedikt’in yaklaşımın tam zıddıydı.  

Papa, Hristiyan dindarları, kültür savaşlarının konforundan çıkarıp yer yüzünü cehenneme çeviren sahici sorunlarla yüzleştiren çok önemli adımlar atıyor bence. Darısı, hala kültür savaşı tartışmalarını(cinsellik, alkol, tesettür vb), toplumdaki asıl yozlaşmaları (ihale fesatları, yolsuzluklar, eşitsizlik, Müslüman ülkelerin liderlerinin aşırı zenginliği, hukuk ve insan hakları ihlalleri) konuşmaya tercih edegelen Müslüman dindarların başına…

 

Twitter: @CemalTdemir