Oscar mevsimi geldi. Her Oscar sezonunda olduğu gibi yapım şirketleri, kendi filmlerinin etkinliğini artıracak, rakip filmlerin ise havasını bozacak spekülasyonları medyada yayma peşinde. Bu yılki Oscar adayı filmler etrafındaki spekülasyon ve tartışmaların ana teması ise tanıdık: Sinema, tarihe ne kadar sadık?
Çünkü bu yıl Oscar’da en iyi film dalında yarışan en önemli üç filmin ortak özelliği, ‘based on a true story (yaşanmış bir hikayeye dayanmaktadır)’ iddiasında bulunması.
1980 rehine krizinde yaşandığı iddia edilen bir öyküye dayanan Argo, Bin Ladin’in öldürülmesi operasyonun anlatıldığı Zero Dark Thirty ve Abraham Lincoln’u konu alan ‘Lincoln’ filmlerinin, tarihi gerçekleri ne derece doğru yansıttıkları etrafında tartışmalar yaşanıyor.
Aslında, bu 3 filme ek olarak, deli-kanlı yönetmen Tarantino’nun Django Unchained (Zincirsiz) filmine de, beyaz ırkçısı derin güneyde önüne geleni katleden siyah kovboylar portresi çizmesi nedeniyle bazı siyahlar ‘tarihi çarpıtan film’ tepkisi vermiyor değil. Ancak neyse ki Tarantino’nun daha önce de kadınlar (Kill Bill) ve ikinci Dünya Savaşı Yahudilerini (Inglourious Basterds), acımasız şiddeti gerçekleştiren taraf olarak yansıtarak ironinin dibine vurmuş bir yönetmen olduğunu bilenler çoğunluktaydı. Tarantino severler, önümüzdeki yıllarda, bir grup ‘acımasız’ eşcinselin ‘zavallı’ heteroseksüeller üzerindeki kanlı şiddetini seyretme olasılığını da gözardı etmiyor.
En etkili sahnesi (havaalanında kovalamaca) bile tamamen kurgu olan Argo’ya en büyük tepki, dikkatli bir Hollywood izleyicisi olan İran’dan geldi. Filmin ‘tarihi gerçekleri yansıtmadığını’ iddia eden İran, kendi ‘Argo’sunu çekmek için kolları bile sıvadı. İran’ın kendi Argo’sunun ‘tarihi gerçekleri aynen yansıtacağı’ açıklaması da iç rahatlatıcı…
Zero Dark Thirty filmi ise, Bin Ladin’in öldürülmesinde ‘esas oğlan’ın ne ilk günlerde bolca medyaya pompalandığı gibi Obama, ne de sonradan çıkan kitaplarda (mesela No Easy Day) iddia edildiği gibi Navy Seals (Özel Kuvvetler) mensupları değil, CIA ajanları olduğunu gösterme derdinde. CIA’nin ‘etkisi artırılmış sorgu tekniğinin (eski adı işkenceydi bunun)’ Bin Ladin’in izinin bulunmasında rolü de inceden işleniyor. Tek bir düşman, tek bir devlet ve hepi topu 2,5 yıl önce gerçekleşmiş tek bir olay var ama 3 ayrı kurumun gözünden bakıldığında bile Rashomon gibi 3 ayrı öykü çıkabiliyor. Cilve cilve üstüne…
Zero Dark Thirty’nin Oscarlı yönetmeni Kathryn Bigelow’un ve filmin senaristi Mark Boal’un defalarca Virginia’ya giderek CIA yetkilileri ile görüştüğü ortaya çıktıktan sonra, CIA de filme ‘’katkı’’ yaptığını gizlemedi zaten.
Aslında ‘tarihi film’ işlerine en meraklı ABD devlet kurumu Pentagon olageldi. The Longest Day to Green Berets’ten Iron Man’a ve Acts of Valor’a kadar birçok filmin yapımında Pentagon perde arkasındaki destek gücü oldu. Hatta Pentagon’da sadece film taleplerine yardımcı olacak, Film Liaison Office (Film İrtibat Ofisi) adlı bir birim bile var. Pentagon, ‘’yararlı’’ gördüğü filmlere her türlü bilgi, araç gereç ve mekan desteği sağlıyor. Apocalypse Now gibi zararlı gördüğü filmlere ise kapıyı kapatıyor. Akredite olan filmler, askeri şiddeti ve harekatları çekici hale getirerek yansıtıyor. CIA de son yıllarda Pentagon’u da sollayarak, desteklediği bazı filmlerle, kurumun faaliyetlerini ve işkenceyi gerekli bir çaba olarak kamuoyunda benimsetmeye çabalıyor. Zero Dark Thirty bu yöndeki en üst düzey çalışmaları oldu. Zaten Buzzfeed adlı popüler site de, bu filmi CIA’nin ‘Top Gun’ı olarak nitelendirdi.
Ancak bu filmlerin hiçbiri ABD’de Lincoln’un neden olduğu kadar, ‘’tarihi olayları anlatan filmler, tarihi gerçeklere ne kadar uygun’’ tartışmasına yol açmadı. Abraham Lincoln’un ABD’nin ‘Muhteşem Başkan’ı olması dolayısıyla tartışmaya tarihçiler de katıldı.
Aylardır tartışılan filmi son günlerde ‘tarihi gerçekler’ açısından gündeme bir kez daha taşıyan isim ise Connecticut milletvekili Joe Courtney oldu. Steven Spielberg’in filminde, köleliği ve zorla çalıştırmayı yasaklayan anayasa değişikliğine (13th Amendment), Connecticut delegasyonunun ‘hayır’ oyu verdiği belirtiliyor. Hemen ‘Google’da kısa bir araştırma yapan Connecticut milletvekili ise böyle bir şeyin söz konusu olmadığını, Connecticut milletvekillerinin köleliğin kaldırılmasına ‘evet’ oyu verdiklerini görüyor. Tabii ki bu bilgi Connecticut’tan da filme yönelik eleştiriler yükselmesine neden oldu. Ancak ben en çok, tarihi gerçeklere apaçık şekilde aykırı olarak eyaleti yanlış pozisyonda gösterilen milletvekilinin tepki düzeyini sevdim. Yeas & Nays’e konuşan milletvekili, ‘’Bu film elbette herşeyi kılı kırk yarar derecede doğru vermesi gereken bir bilimsel dökümantasyon değil’’ dedi. Speilberg’e gönderdiği mektubundaki tek ricası ise filmin DVD’sinde tarihte Connecticut’un köleliğin kaldırılmasından yana olduğunu belirten bir not eklenmesi.
Ancak, politikacıların seviyeli ve ölçülü eleştirilerinin aksine bazı tarihçiler, filmde tarihi gerçeklere uyulmadığı konusunda tartışmayı uzattıkça uzatıyor. Filmdeki bazı olayların gerçekte hiç yaşanmadığından, Lincoln dönemindeki birçok olayın filmde hiç yer almadığına kadar bir dizi eleştiri dile getiriyorlar. Daily Beast’ten, Harold Holzer’ın aktardığına göre Steve Spielberg bu tarihçilere şu yanıtı veriyor:
‘’Tarihin bilinmeyen yerleri hakkında konuşmak tarihçiler açısıdan işlerine ihanettir. Ancak, filmci, kendi yaratıcı hayalgücü ile tarihin karanlık yerlerine kendince ışık tutar. Hiç şüphesiz bu en iyi şekilde yapıldığında bile sadece bir fantezi ve hayaldir. Sanatın işlerinden biri de tarih biliminin girmekten kaçınması gereken yerlere girmesidir’’
Lincoln dönemi Amerikasının en uzman tarihçilerinden biri olan Kevin Levin de, Atlantic’te yazdığı makalede, Spielberg’e keskin eleştiriler yönelten meslektaşlarına seslenerek, ‘’Filmcilerin sanatsal amaçları ve sınırları konusunda daha duyarlı olmalıyız. Filmcileri, olmadıkları bir meslek grubundanmışlar gibi eleştirmeyi keselim. Onlar tarihçi değil, sanatçı’’ dedi. Levin, tarihi olayların birçok açıdan yoğunlaşılarak farklı yönleriye anlatılabileceğine dikkat çekerek, ‘’Lincoln’ filminde de Spielberg’in ‘Abraham Lincoln’un ABD’deki kuzey güney ayrılığını bitirip birliği sağlayan’ başkan olmasından çok, ‘siyahlara yönelik özgürleştirme mücadelesini’ öne çıkarmayı tercih ettiğine işaret etti. Levin, Speilberg’in, seyirciye Lincoln’un hikayesinin tamamını vermek zorunda olmadığını ve eski başkanın yaşamından tercih ettiği kısmını öne çıkarabileceğini kaydetti.
Levin şöyle yazdı:
Spielberg, tarihi detayları doğru vermemiş olabilir. Ancak bir filmcinin yapacağı şeyi yapıyor: Bir çağın ruhunu yeniden oluşturuyor ve hepimize çok önemli bir zaman diliminin mitleri ve gerçekleri hakkında yeniden düşünmek için ilham veriyor.
Spielberg’e hak veren tarih profesörü Matthew Pinsker diyor ki, hiçbir filme tarih öğrenilmek için gidilmez. Tarihi deneyimlemek için gidilir. ‘’Gidin ve bir filmcinin yarattığı tarihi illüzyonun keyfini çıkarın.’’
2002 yılında yaşamını yitiren ünlü psikolog Richard Lazarus, vaktiyle yaptığı bir davranış araştırmasında, izleyicinin, ‘gerçek bir hikaye olduğunu’ öğrendiği filmlerden, diğer filmlerdekinden fazla etkilendiğini belirlemişti. Bu tür filmleri izlerken avuç terlemesi, tensel iletkenlik artışı gibi fiziksel belirtiler bile ortaya çıkıyormuş.
İşte bu nedenle, ‘based on true story’ Hollywood’un en sevdiği işlerdendir. Çünkü seyirciyi kazanmanın en kolay yoludur. Hollywood’ta olur olmaz her filmin başına bu ibarenin konulmasına en anlamlı tepki ise Coen Biraderlerden gelmişti. Coen’ler, ‘gerçek hikaye’ olayını hicvetmek için, her sahnesi hayal ürünü olan efsanevi ‘Fargo’ filminin başına “bu gerçek bir hikayedir’’ ibaresi koymuştular.
Şimdi diyeceksiniz ki, ‘’bizim Muhteşem Yüzyıl’’ tartışmasındaki aksiyon ve heyecanın yanında çok sönük bir tartışma. Hak veririm. Üstelik, Obama ya da her hangi bir üst düzey yetkili bile tartışmaya katılmış değil. Hele, filme müdahale edilmesi ya da yasaklanması için ilgili devlet kurumlarına çağrı yapan, gösteri yapan tek bir kişi bile yok. Kaldı ki, Connecticut ahalisi de dahil, filmdeki tarihi hataları eleştirenler bile filmden büyük keyif aldıklarını ve heyecanla izlediklerini gizlemiyorlar.
Görüldüğü gibi ‘’Tarihi filmler ne kadar tarihe uygun’’ tartışması her ülkede yaşanıyor. Ancak tartışmanın aktörleri, düzeyi ve üslup her ülkede aynı değil. Based on a true story..!