‘Kızılderilileri’, kendi kuşağımdan bir çok kişi gibi filmlerde izleyerek, çizgi romanlarda okuyarak tanıdım. Yine kendi kuşağımdan bir çok kişi gibi, bu filmlerdeki negatif imajlarına rağmen pek sevdim. Hayatımda bir ‘Kızılderili’ ile ilk kez, 2003 senesinde New York eyaletine bağlı Long Island'ta tanıştım. New York şehir merkezinin 2 saat kadar doğusundaki Southampton'daki Kızılderili Bölgesi’nde (Indian Reservation) tanıştığım ve pek de filmlerde gördüklerime benzemeyen yerliyle, etnik kimlikleri üzerine sohbetimiz biraz ilerleyince, Türkiye'de kendilerini nasıl adlandırdığımızı sordu? Hiç düşünmeden hemen o güne kadar çok sempati duyduğum adı söyledim: "Kızılderili". Bir iki defa telaffuzunu tekrar etmek isteyip de başarısız olunca "Zor bir kelimeymiş. Tam İngilizce karşılığı ne?" diye sordu. İşte bu isimlendirmedeki tuhaflığı da hayatımda ilk kez o an farkettim. Biraz da sıkılarak, "red skin" diye tercüme ettim.
Burdan devam edeceğim ama önce gerçekte ‘’kim bu Kızılderililer’’ sorusuna, geçmişte bu konuda yazdığım bir yazıdan özetle bir yanıt vereyim.
Kesin sayı bilinmemekle beraber Kuzey ve Güney Amerika kıtasında, sadece 14 milyonu Peru’da olmak üzere 50 milyona yakın Kızılderili yaşıyor. Avrupalılar kıtaya ilk kez geldiğinde Meksika'nın kuzeyinde kalan Kuzey Amerika'da yaklaşık 10 milyon Kızılderili yaşadığı tahmin ediliyor. Bugün ABD’deki Kızılderili nüfusu(Alaska yerlileri dahil) 5.2 milyon. Yani, 1492'de yüzde 100'ü Kızılderililerden oluşan Kuzey Amerika nüfusunun bugün sadece yüzde 2'si Kızılderili. ABD’nin 50 eyaletinden 14’ünde Kızılderili nüfusu 100 binden fazla. Bu eyaletler, California, Oklahoma, Arizona, Texas, New Mexico, Washington, New York, North Carolina, Florida, Alaska, Michigan, Oregon, Colorado ve Minnesota. Alaska yüzde 20 ile en yüksek yerli oranına sahip eyalet.
Amerikan Nüfus İdaresi'ne göre, 1 Temmuz 2007 tarihi itibarı ile, federal hükümetin resmen tanıdığı 566 kabileye mensup 4,5 milyon Kızılderili yaşıyor. Orta Amerika ve Güney Amerika'da ise, yerli nüfusu ciddi bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Peki nereye gitti onca "yerli"?
Kızılderili soyunu uzunca bir süre en çok kırıma uğratan Avrupalıların eski dünyadan yanlarında getirdiği mikroplar oldu. Yüzyıllar içinde oluşan bağışıklık sistemi sebebiyle eski dünya insanları için öldürücü olmaktan çıkan, çiçek, su çiçeği, kızamık ve nezle mikropları, bunlara karşı hiçbir bağışıklık sistemi olmayan Kızılderililerin en ölümcül düşmanı oldu. "Salgın" nedir bilmediklerinden, nezle, çiçek ve kızamık bulaştığı köyü haritadan siliyordu. Bazı tarihçilere göre, bazı kabilelerin yüzde 80'i, Avrupalılarla ilk karşılaştıkları birkaç yıl içinde bu hastalıklara yakalanarak öldü.
Avrupalı yerleşimcilerce, topraklarından alışık olmadıkları iklimlere zorla göç ettirilmeleri de bir başka etken. Bu göçler sebebiyle, yüzyıllarca bir birlerinden uzakta ve ilgisiz yaşayan kabileler yakın toprakları paylaşmak zorunda kaldılar. Bu da sonu gelmez kabile savaşlarına yol açtı. Beyaz erkeklerin kızılderili kadınlarla evlenmeleri de, yerli nüfusunu bitiren kayda değer bir başka etken olarak anılıyor. Ve tahmin edileceği üzere, bir de onlara karşı uygulanan devlet şiddeti…
Keşif doktrini ile kaybedilen topraklar
ABD'nin kurulmasından sonra, federal hükümetle bazı Kızılderili kabileleri arasında 100 yıldan fazla süren savaşlar yaşandı. Günümüzde, Kızılderili nüfusunun neredeyse yüzde 90'ı Mississippi Nehri’nin batısında yaşıyor. Bunun en önemli sebebi, 1830 yılında çıkarılan Kızılderili Tehcir Yasası (Indian Removal Act). Bu yasa, Avrupalı göçmenlere ve yerleşimcilere yer açmak bahanesiyle, Mississippi nehrinin doğusunu Kızılderililerden arındırmayı amaçlıyordu. Atlantik sahili eyaletlerindeki yaklaşık 100 bin Kızılderili zor kullanılarak ülkenin orta kesimlerine sürüldü. 1823 yılında Amerikan Yüksek Mahkemesi, federal hükümetin yerlilere karşı toprak politikasının temeli haline gelen ünlü içtihadını kabul etti. "Johnson v. M'Intosh" adlı dava, aynı toprağı biri o toprakların yerlisi Kızılderili kabilesinden, diğeri ise Amerikan hükümetinden satın almış iki çiftçinin hak mücadelesini içeriyordu. Temyizler sonucunda davanın önüne geldiği Yüksek Mahkeme, Kızılderililerin topraklarını yerleşimcilere satamayacaklarını, çünkü o toprakların hukuki sahibi değil sadece meskunu olduklarını ilan etti. Mahkeme, kararının gerekçesinde, hükmünü, Avrupa'nın 300 yıllık "keşif doktrini (discovery doctrine)"ne dayandırdığını açıkça kaydetti. Yani, "keşfettiğin toprak senindir". Yani, bildiğimiz sömürge doktrini...
Ancak, ABD devleti 20 yıl sonra bu yaklaşımdan geri adım attı. 1851 yılında "Indian Reservations" olarak anılan ve Kızılderililerin yönetimine bırakılan toprak parçaları oluşturdu. Gerçi bu kez de, kendilerine yaşamaları için verilen toprak parçalarına yerleşmekte direnen kabilelerle bir 20 yıl daha sürecek savaşlar yaşandı. Halen varlığını devam ettiren "Indian Reservation" denen bu alanlar, bugün eyalet yönetimlerinden bağımsız konumdalar ve doğrudan federal hükümetin İçişleri Bakanlığı Kızılderili Dairesine bağlılar. Bu topraklarda, kimlik, ehliyet vermek, yerel vergileri toplamak ve benzeri tüm iç yetkiler, kabile yönetimlerine ait. Günümüzde ABD'de Federal hükümet tarafından resmen tanınan 325 Indian Reservation bölgesi var. Sadece eyalet yönetimlerince resmen tanınanlar da dahil edildiğinde ise bu bölgelerin sayısı 618’e kadar çıkıyor. 300 yıl önce kıtanın tamamının sahibi olan Kızılderililer, 9,5 milyon kilometrekarelik ABD toprağında bugün sadece 225 bin kilometrekare toprağa sahipler. Bu bölgeler vergilerden ve eyalet yasalarından muaf oldukları için, 1980'li yıllardan itibaren kumarhane merkezleri olmaya başladı.
2010 yılı nüfus sayımına göre Kızılderili nüfusunun sadece yüzde 22’si bu özel bölgelerde yaşıyor. ABD Federal Nüfus Dairesi verilerine göre evde hala bir yerli dili konuşan Kızılderili oranı ise yüzde 21.
‘Kızılderili’ isimlendirmesi ırkçı ve rencide edici
Bu arka-plan özetinden sonra geleyim sadede. ‘Kızılderili’ adlandırmasına…
Türkiye’de çok duyulmadı ama son aylarda ABD’de bu adlandırma etrafında hararetli bir tartışma sürüp gidiyor. Aslında ABD’de yerlilerden kamusal alanda ‘Red Skin’ diye bahseden, onlar hakkında bu ismi kullanan pek kimse yok. Haklı olarak bu çok ırkçı bir yaklaşım kabul ediliyor. Peki tartışma nereden çıktı? Amerikan Futbolu Ligi NFL’in önde gelen takımlarından Washington Red Skins (Washington Kızıl Derilileri) takımının adı yüzünden. Ülkenin başkenti Washington DC’nin NFL’deki temsilcisi Red Skins’in adını değiştirmesi için başta Amerikalı yerliler olmak üzere bir çok kesim on yıllardır sürdürdükleri mücadeleye son aylarda yeniden hız verdi.
‘Kızılderililer’, 1992 yılında ABD Patent Dairesi bünyesindeki Ticari Marka Davaları ve Temyiz Kurulu’na(TTAB), ABD yasalarının, aşağılama, ahlaksız, skandal içeren kelimelerin marka olarak kullanılamayacağı gerekçesiyle müracatta bulundular. Müracaatı haklı bulan TTAB, 1999 yılında verdiği kararla ‘Red Skins’ marka adı tescilini iptal etti. Ancak futbol kulübü bu kararı temyize taşıdı ve Washington DC Temyiz Mahkemesi, 2003 yılında kurul kararını, usul hataları gerekçesiyle iptal ederek, kulübün ismi kullanmaya devam etmesinin yolunu açtı. Bu konuda açılan ikinci dava ise sürüyor.
Son dönemde kampanyaya tekrar hız veren ‘Kızılderililer’ ve duyarlı çevreler takımın adını ve logosunu değiştirmesi için radyo ve televizyonlara reklamlar veriyorlar, gösteri, konferans ve paneller organize ediyorlar. Mayıs ayında bu çabaya destek olmak üzere 10 Kongre üyesi Washington Red Skins takımının sahibi ile NFL başkanına mektup göndererek, Amerikan yerlilerini rencide eden bu ismin değiştirilmesini istediler. Kongre’ye de bu ismin kullanılmasını yasaklayan bir yasa tasarısı sunuldu. Öyle ki tartışmalara ABD Başkanı Barack Obama bile katıldı. Obama, bir televizyon yayınında, ‘’Eğer ben kulübün sahibi olsaydım bu ismi değiştirirdim. Çünkü Amerikan yerlilerinin çoğunu rencide ediyor’’ dedi. ABD genelinde, Red Skins adını kullanan 70 kadar da lise, üniversite takımı daha var aslında. ‘Kızılderililer’, bunu, NFL takımının gençleri kötü etkilemesinin ispatı olarak gösteriyor. Ama Washington Red Skins’in sahibi Daniel Snyder nerdeyse tek başına bu ismi kullanmakta ısrar ediyor. USA Today gazetesine yaptığı bir açıklamada, ‘’Asla değiştirmeyeceğiz bu ismi, asla!’’ diyor.
Bununla beraber Red Skins için bu ismi taşıma mücadelesi hiç bu kadar zora girmemişti. Kulüp son olarak, bir ‘Kızılderili’ reisinin, ‘bu isimden rencide olmadığı aksine Kızılderilileri onurlandıran bir marka olduğu’ açıklamasıyla baskıyı kırmaya çalıştı. Ancak, ‘Kızılderililer de Kızılderili ismini seviyor’ kampanyasının kahramanı olan Reis Dodson’ın gerçekte bir reis olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Hatta, Kızılderili kökenli olduğu bile artık tartışmalı.
‘Red skin (kızıl derili)’ isimlendirmesinin hikayesi ise görece masum bir hikaye aslında. Kökeni tam kesin değil. Bir teoriye göre, beyazlarla anlaşma törenlerine yüzlerini kırmızıya boyayarak geldikleri için, ilk yerleşimcilerce bu şekilde anılmışlar. İngilizce Oxford sözlüğe göre ise, bazı kabilelerin derilerinin kırmızıya çalan esmerliği sebebiyle. Ancak kesin bir şey var, ilk kullananlar Kızılderililerin kendisiydi. Bir çok belgede Kızılderililer kendilerinden ‘kızıl derili’ ve karşılarındaki Avrupa kökenlilerden ‘beyazlar’ diye bahsediyor. Sadece İngilizce kaynaklarda değil, Fransız hakimiyeti döneminde de ‘Peau-Rouge (kızıl derili)’ isimlendirmesi içeren yığınla tarihi kayıt var.
Resmi kayıtlarda ilk kullanım kaydı ise 19’ncu yüzyıl başına ait. ABD’nin dördüncü başkanı James Madison, 1812’de ülkenin değişik yerlerinden gelmiş Kızılderili kabile reislerini kabulde şöyle konuşacaktı:
‘’Kızıl evlatlarım, babanızı görmek için uzak yolddan geldiniz. Sizi buraya sağ salim ulaştırana şükrediyorum. Büyük bir adadaki 18 bölgede beyazlarla birlikte yaşayan kızıllar, aynı ruha sahiptir. Tek fark renktir.’’
Ancak, 19’ncu yüzyılda ‘deri rengi’ ve ‘ırk’ konusundaki algı ile günümüzdeki algının farklı olduğunu gözönünde tutmak lazım. 20’nci yüzyılın ortalarından itibaren bir çok yerli aktivist hareket bu isimlendirmeye karşı tepkilerini yükseltti.
Peki ‘Kızılderili’ yerine ne denmeli?
1960’lı yıllarda modern yerli hareketleri başlayınca ‘American Native (Yerli Amerikan)’ tabiri de yaygınlaşmaya başladı. Bununla beraber Birleşmiş Milletler’in de 2002’den beri kullanmaya başladığı ve Latince ‘yerli’ anlamından gelen ‘’Indigenous’’ ifadesi de var. Ancak Amerikan yerlileri, genel olarak ‘American Indian’ tabirini, tarihi bir yanlışa dayanmasına rağmen, ‘coğrafi’ bir isimlendirme olması, çok uzun süredir kullanılması ve her biri ayrı bir etnik topluluk olan kabileleri ortak adlandırması gibi gerekçelerle kabullenmiş durumdalar.
Aslında Amerikan yerlisinin, isimlendirme sorunu bununla sınırlı değil. Kristof Kolomb, 1492 yılında Karayip denizindeki adalara ilk defa ulaştığında yola çıkış hedefine yani Hindistan'a ulaştığını sanıyordu. Hayatı boyunca da burayı Hindistan sandı. Bu nedenle de burada karşılaştığı yerlilere, Hintli anlamında "Indian" dedi. İngilizcede Amerikan yerlilerine bugün bile "Indian" denmesinin sebebi Kolomb’un yanılgısı. Bizim karayip Adaları dediğimiz ada ülkelerinin insanları bugün bile ABD’de ‘West Indies (Batı Hintlileri)’ olarak anılıyor. Doğu Hintlileri olan Hindistan halkından tefrikle...
Amerika yerlilerinin genel adlandırmalarındaki yanlışlık bununla da sınırlı değil. Kabile isimlendirmelerinde de birçok sorun var. Kıtanın yerlileriyle özdeşleştirdiğimiz birçok isim de ya Eski Dünyalılarca ya da düşman kabilelerce takılmış aşağılayıcı isimler.
Örneğin ‘Kızılderili’ denince çoğumuzun aklına gelen ilk kabilenin yani Apaçilerin asıl adı "Dine kabilesi". Onlara Apaçi adını verenler, düşmanları Zuni kabilesi. Zuni dilinde Apaçi, "düşman" demek. "Dine" ise 'halkımız' demek. Dinelerin diğer kolu Navajo kabilesine ise bu ismi, düşmanları olan Pueblo kabilesi vermiş. Navajo, "hırsız, mülk işgalcisi" demek. Dakota’ları mesken tutan Lakota kabilesini ise bugün "Sioux" ya da "Siyu" diye anıyoruz. Lakota, halkımız demek. Sioux ise, "yılan" demek ve Fransızlar onlara bu ismi verdi. Yine örneğin bizim "Eskimo" dediğimiz Alaska yerlileri de kendini "Inuit" olarak adlandırıyor. Inuit, kabile dilinde ‘halkımız’ demek. "Çiğ et yiyen" anlamındaki eskimo adını onlara veren ise, düşmanları Cree kabilesi.
Haklı olarak diyeceksiniz ki, hem ‘Kızılderili’ adlandırmasının yanlışlığına dikkat çekiyorsun hem bütün yazı boyunca ‘Kızılderili’ demişsin. Konuyu anlaşılır kılmak için bu yola başvurdum. Ancak kendi adıma artık bu yazıdan sonra bir daha asla bu adlandırmayı kullanmamaya çalışacağımı kayda geçireyim. Bence Türkçe’yi de ‘Kızılderili’den temizlemenin vaktidir. Bu adlandırmaya olumsuz bir anlam yüklemek bir yana pozitif bile bulsak da, bu şekilde adlandırma o insanları rencide ediyor. Bu isimlendirmenin kullanılmaması onların isteği.
'Amerikan Yerlileri'nin çok önemli bir isteği daha var. Bir kaç yıl önce New York’ta katıldığımız bir etkinlikte gösteri yapan bir yerli dans grubunun reisi şu ricada bulunmuştu:
‘’Bizi görünce hemen herkes hemen elinin içiyle ağzını kapatarak ‘lu lu lu lu..’ yapıyor. Nedir anlamıyoruz. Bizim kültürümüzle uzaktan yakından ilgisi yok. Yapmayın.’’
Twitter: cemaltdemir