Cemal Tunçdemir

15 Ocak 2018

Her şeyi herkesten iyi bilen bir devlet başkanı

"Tarihin en yüksek IQ’lerinden birine sahibim"

‘’Özür dilemek güzeldir. Ancak bir yanlışınız olması lazım. Bugüne kadar hiç yanlışım olmadı ama gelecekte bir gün bir yanlış yaparsam veya yanlış bir söz söylersem o zaman özür dilerim’’

‘’Siyah kitle ile harika ilişkim var. Siyah kitle ile her zaman en harika ilişkiye sahip biriyim’’

‘’Televizyon programım The Apprentice’e katılan bütün kadın yarışmacıların nihai amacı benimle yatmaktı’’

‘’Tarihin en yüksek IQ’lerinden birine sahibim’’

‘’Ben IŞİD’in başına bugüne kadar gelmiş en kötü şeyim’’

‘’Günlük başkan bilgilendirme brifinglerine ihtiyacım yok, ben zeki bir insanım’’

‘’Benim seçilmemden sonra Amerika’nın dünyadaki saygınlığı arttı’’

‘’Bu ülkenin tarihinde, altyapı konusunu Donald Trump kadar bilen yoktur’’

‘’H1B ve H2B vizelerini biliyorum. Kimse benden iyi bilemez’’

‘’Kimse kadınlara benden daha saygılı değil’’

‘’Kimse sporu benim kadar iyi bilemez’’

‘’Kimse benden daha güçlü değil’’

‘’Kimse benim sahip olduklarımdan daha iyi oyuncaklara sahip değil’’

‘’Kimse, askeri konularda benden daha iyi ve daha büyük değil’’

‘’Kimse İncil’i benden daha fazla sevemez’’

‘’Kimse duvar işini benden iyi bilemez’’

‘’Kimse, engelliler konusunda benim kadar çalışmamıştır’’

‘’Kimse benim kadar eşitlik için çalışmamıştır’’

‘’Kimse benden daha muhafazakar değil’’

‘’Kimse, Trump’ın mitingler için topladığı kalabalıkları toplayamaz’’

‘’Kimse, nükleer tehlikenin korkunçluğunu benden iyi bilemez’’

‘’Kimse, uranyum satmanın anlamını benim kadar bilemez’’

‘’Kimse ticaret konusunu benden iyi bilemez’’

‘’Kimse politikacıları benden iyi tanıyamaz’’

‘’Kimse vergi konusunu benden iyi bilemez’’

‘’Kimse borçlanma konusunu benden iyi bilemez’’

‘’Kimse sistemi benden iyi bilemez. Onun için yalnızca ben tek başıma düzeltebilirim’'

- Donald Trump’ın son 1,5 yıldaki konuşmalarında, kendisinin başka herkesten daha iyi olduğunu iddia ettiği yüzlerce konudan birkaçı -

Washington Post gazetesinin muhafazakar köşe yazarı George Will, geçtiğimiz yıl Mayıs ayı başında çok ses getiren köşe yazısında Trump’ın psikolojik açıdan ‘ağır sakatlıkla malul’ bir vaka olduğu teşhisi yapacaktı. Ona göre, Trump’ın sorunu sadece cahil olması değildi. Hatta, bilmediğini bilmemesi de değildi. Trump'ın asıl sorunu, bir şeyi bilmenin ne olduğunu bile bilmemesiydi.

Bloomberg View dergisinden öğrendiğimize göre, Will’in makalesinden birkaç gün sonra Brown Üniversitesinde, ‘Analitik düşünce, palavralara inanma temayülü ve yalan haber duyarlılığı’ konulu bir bilimsel konferans yapılmış. Brown üniversitesi psikologlarından Steven Sloman da, Will’in Trump hakkındaki söz konusu köşe yazısını da bu konferansın gündemine taşımış.

Sloman, 2017 başlarından yayınlanan “Bilme İllüzyonu” kitabı ile önemli tartışmalara kapı aralamış bir psikolog. Kitapta, insanlara, tuvaletlerin çalışma sisteminden, fermuarlara ve genel sağlık sigortasına kadar herkesin günlük hayatında ortalama bir yeri olan belli konuları bilip bilmediklerinin sorulduğu deneyler de yer alıyor. Sorulduğunda herkes bu günlük hayat konularını gayet iyi bildiğini belirtiyor. Ancak bu sistemlerin detaylarını açıklamaları istendiğinde, çoğu insan, ‘çok iyi bildiğini sandığı’ bu konularda tatmin edici bir yanıt veremiyor.

Sloman, ‘bilme illüzyonunun’ hepimizin belli dozda yaşadığı bir illüzyon olduğunu belirtirken, Trump’ın ise bu illüzyonu oldukça üst düzeyde yaşadığına vurgu yapıyor. Çoğu insan için illüzyon, tuvalet sistemini, sağlık sigortasını veya fermuarın çalışma sistemini izah edemediğini farkettiğinde sona eriyor. Ancak Trump için illüzyonun bir sonu yok. Çok iyi bildiğini iddia ettiği bir konuda, detaylı açıklama isteyen bir soru geldiğinde hemen konuyu değiştiriyor, ve her zamanki ezberlerini art arda sıralamaya başlıyor. Böylece, o konuyu çok iyi bildiğine ilişkin özgüveni hiç sarsılmamış oluyor.

Trump’ın, ‘ben herşeyi herkesten çok iyi biliyorum, kimsenin bana laf anlatmasına gerek yok’ kafası, normal politikaları da aşarak, ancak konuya yıllarını vermiş uzmanlarının çok iyi bileceği alanlara kadar uzanıyor. ABD, Donanmasına, nasıl daha gelişmiş bir uçak gemisi yapılabileceği konusunda herkesin ağzını açık bırakan tavsiyeleri örneğin; ‘’Dijital. Bana kötü bir fikir gibi geldi. Dijital teknoloji kullanıyorlar. Nedir dijital? Çok karmaşık. İnsanın bunu anlaması için Albert Einstein olması gerek’’.

Peki, bu tür politikacıların konuşmalarının özünü oluşturan ve bahsettiğim konferansa da konu olan ‘bullshit (palavra)’ ne anlama geliyor? Konferansa, “bullshit receptivity (palavralara inanmaya hazır olma kapasitesi)” konusundaki konuşmasıyla katılan Yale Üniversitesi psikologlarından Gordon Pennycook da ‘kendine hayranlık’ ve ‘aşırı özgüven’ konularındaki çalışmalarıyla bilinen bir isim. Pennycook, ‘bullshit’ hakkında filozof Harry Frankfurt’un tanımını kullanıyor: ‘’Gerçek olma konusunda hiçbir endişesi olmayan söylemler’’.

Yani delili ortaya konabilen gerçek verilere değil, sadece bir kabule dayanan, yani beyinde değil, Nietzeche’nin deyişi ile bağırsaklardan kopup gelen konuşmalar. Kendi farkındalığı olmayan liderlerin konuşmaları genellikle 'bullshit' oluyor ve bu desteksiz atışları alkışlayan kitle de genellikle kendisi hakkındaki farkındalığı düşük bir insanlardan oluşuyor. Nitekim, Pennycook, yaptığı deneysel bir çalışmada, öğrencilerine, ‘Güzelliğin paralel olmayan çıkarımının dönüştürücü gizli anlamı’ gibi tamamen rastgele uydurduğu ‘sözde derin palavra’ bir sözü açıklamalarını istediğinde, kendisi hakkındaki farkındalık düzeyi düşük öğrenciler, bu sözde çok fazla derin anlamlar görür. Kendi farkındalığı daha yüksek öğrenciler ise, sözü anlamadıklarını itiraf ederek, sözü biraz açmasını rica ederler.

Nihayetinde bu konferans da, bugünlerde bir çok gazeteci, analist ve psikiyatristin Trump yorumlarında olduğu gibi sözü Dunning-Kruger Etkisi olarak bilinen psikolojik mekanizmaya getirecekti. Yani, biz insanların kendi yetersizliklerimizi kendimizin farketmemizi oldukça zorlaştıran psikolojik mekanizma. İnsanın kifayetsizliği ve cehaleti ne kadar büyükse, kendisinin kifayetsizliği ve cehaletini farketme gücü de o oranda küçülüyor. David Dunning ve öğrencisi Justin Kruger’ın 1999 yılında yayınladıkları makaleyle tanımlamalarından beri onların adıyla anılan bir psikolojik mekanizma.

Aslında Pennycook’un da dikkat çektiği gibi ne Dunning-Kruger etkisi ne de ‘bilme illüzyonu’ birer psikolojik rahatsızlık değil. Ancak kifayetsiz ve cahil insanlarda bu mekanizma ve illüzyon ortalamanın çok üstünde bir etkiye sahip. Ve demokrasinin bir cilvesi olarak eğer bu insan, önemli kararlar alma makamında bir insansa o ülkede toplumsal ve politik düzenin nihayetinde bir karikatüre evrilmesi çok sürmüyor. Dahası, bu kifayetsiz muhterisler demokratik sistemi ve yargıyı istedikleri şekilde manipüle etme gücü kazandıklarında ise o ülke için manzara ilk seçimden sonra unutulacak bir karikatür olmaktan da çıkıp, kuşaklar boyunca sürecek bir travmanın sahnesine de dönüşebiliyor.

Trump da kendisi gibi, ‘herşeyi zaten bildiği için okumak veya bilenlere danışmak zorunda olmadığına’ inanan bir çok lider gibi, sürekli zekasını ve bilgisini gösterme veya ispat etme ihtiyacı hissediyor. Bu da çoğu zaman aşırı bir öz-methiye şeklinde kendini gösteriyor. 2017 yılının Şubat ayında ABD Kongresinin her iki kanadının ortak oturumuna hitap ettikten sonra, ‘’Birçok insan diyor ki, bu konuşma, Kongre’de bugüne kadar yapılmış en iyi konuşma’’ şeklinde konuşabilecekti. İtalya eski başbakanı Silvio Berlusconi de, bir defasında kendisinin, Avrupa ve dünyanın gelmiş geçmiş en iyi politik lideri olduğunu iddia etmişti.

Daha Trump’ın politik macerası bile söz konusu değilken, evrim biyoloğu Dominic Johnson ve politik bilimci James Fowler, 2011 yılında Nature dergisinde yayınlanan ve cahillerdeki bu aşırı özgüvenin kaynağını tartıştıkları ortak makalelerinde, bu aşır özgüvenin, sahibini, hatalı değerlendirmelere, gerçekçi olmayan beklentilere ve tahripkar kararlara yönlendirmesinin kaçınılmazlığına dikkatimizi çekeceklerdi. Normalde, hepimiz hayatımızda belli dozlarda bu duyguları yaşarız. Ancak ‘kahrolası gerçekler’ ortaya çıkıp da, -ki eninde sonunda mutlaka çıkar-, ‘canım teorimizi’ berbat ettiğinde yaptıklarımızın sonuçları ile yüzleşmek zorunda kalmayı da kabulleniriz.

Ancak, ‘psikolojik vaka’ konumundaki aşırı özgüven sahiplerinde, ‘gerçekle yüzleşmek’, sorgulamadan çok, itham edici bir savunmacılığa yol açar . Trump, halk oyunda rakibinden 3 milyon daha az oy aldığı ve başkanlık seçimini Amerikan halkının çoğunluğunun oyu ile değil, elektoral sistemin azizliği sonucu kazandığı gerçeğini, başkan olduğu seçimi ‘hileli ve sahte bir seçim’ ilan ederek aşmaya çalışabiliyor. Trump Üniversitesinin, kendisinin bile anlaşma yoluyla varlığını kabul ettiği yolsuzluğunu aklamadığı için, Indiana’da doğup büyümüş Amerikalı yargıcı, ‘Meksikalı olduğu için intikam peşinde olan biri’ olarak niteleyebiliyor Amerikan Anayasasına apaçık aykırı şekilde, ‘belli bir din mensuplarına ülkeye girme yasağı’ getirmek istediğinde, kendisi dışında hemen herkesin beklediği şekilde bu kararı iptal eden yargıyı, ‘Amerika’ya ihanet içinde olmakla’ suçlayabiliyor. Yargının Anayasayı çiğnemesi gerektiğine inanabiliyor bunu bekleyebiliyor. Çünkü kendisi doğru olduğuna inandığında rahatlıkla çiğnemeye yeltenebiliyor.

Avrupa tarihinin en yolsuz politikacılarından biri olan Berlusconi de, hakkında oldukça güçlü delilleri olan soruşturma yürüten yargıyı, ‘adalete bulaşmış kanser’ olarak nitelendirecek ve, ‘ben politikanın İsa Mesihiyim’ diye konuşarak, haksızca çarmıha gerildiğini ima edecekti. Aynı aşırı özgüven Berlusconi’ye, 2011 yılında, ‘bunga bunga’ partilerinde 18 yaşından küçük kızlarla seks yaptığı hakkındaki soruşturma sırasında, ‘’100 kadına benimle seks yapıp yapmayacakları sorulduğunda 30 kadın ‘evet’ derken, geri kalan 70 kadın, ‘nasıl yani? yine mi?’ diye cevap vermiş’’ şakasını yaptıracaktı. Aynı aşırı özgüven Trump’a hem de seçim kampanyasının ortasında canlı yayında, ‘’Beşinci Caddenin ortasında silahımı çekip rast gele birini alnının ortasından vursam tek oy kaybetmem’’ diye konuşturacaktı.

Peki, bu aşırı özgüvenli karakterleri, onların da durması gereken hudutlar, çiğnememesi gereken yasalar, normlar, etik ilkeler olabileceği konusunda bu kadar cahil yapan ne?

Harvard Business Review dergisindeki bir makaleden öğreniyoruz ki Joyce Ehrlinger, Ainsley Mitchum ve Carol Dweck adlı üç sosyal psikologa göre bu sorunun yanıtı, aşır özgüvenli cahilin, karakterin değişkenliği ve yeteneğini geliştirme konusuna bakışında yatıyor. Onlarca yıldır yapılan psikolojik araştırmalar, bazı insanların, karakterin ve kişiliğin, doğuştan gelen değişmez bir yapı olduğuna inandığını gösteriyor. Bu inancın, kendimiz ile ilgili kanaatimiz, diğer insanlarla ilişkimiz ve öğrenmeye bakışımız konularında çok önemli sonuçları var. Örneğin, ‘kendisini doğuştan bir üstünlük’, ‘olmuş bitmiş’ gören karakterler, kendilerini daha bilgili ve daha zeki yapacak yollara başvurma ihtiyacını da hiç hissetmezler. Bütün çabaları, etraflarına ne kadar zeki olduklarını göstermeye ve ispat etmekten ibarettir. Kifayetsiz otoriterlerin, kitapları, okuma ameliyesini neden küçümsediğini, önlerinde temanna edenler hariç üniversiteye neden bu kadar derin düşmanlık duyduğunu da açıklayan şeydir bu.

Ehrlinger ve psikolog ekibi, aşırı özgüvenli kifayetsiz insanlarla ilgili bir çalışmalarıyla da biliniyor. Öğrencilerine, sınav sonuçları açıklanmadan önce, kaç bekledikleri sorulduğunda, ‘doğuştanlığa’ inanan karakterdeki öğrenciler, genelde gerçek notlarının yüzde 25 veya daha fazlasını söylüyor. Karakter ve zekanın, sahibinin performansına göre gelişebilir, değişebilir olduğuna inanan karakterde öğrenciler ise performaslarını en fazla yüzde 5 oranında abartır. Kendisinin doğuştan veya Allah vergisi yeteneklerle mükemmel yaratıldığını düşünenler, kendi yeteneklerini çok aşırı şekilde abartma eğiliminde oluyor.

Peki bu zihin yapısında istikrarı nasıl sağlıyorlar? Neden hiç kendi potansiyellerinden şüpheye düşmüyorlar? Bunu anlamak isteyen psikologlar öğrencilerin sınav sorularını nasıl yanıtladıklarını incelemeye başladığında çarpıcı bir gerçekle daha karşılaşıyorlar. Aşırı özgüvenli kifayetsiz öğrenciler, oldukça kolay sorulara çok fazla zaman ayırırken, oldukça zor sorulara çok kısa süre ayırıyordu. Yani, çözebilmeleriyle kendileri hakkındaki yanlış kanaatlerini pekiştirecek sorularla çok meşgul olurken, üstesinden gelemeyecekleri soruları tamamen görmezden geliyorlardı. Yani, bu aşırı gururları, başarısızlığın ikamesi olarak ortaya çıkan bir şey değildi, başarısızlığa giden yolu ilk etapta açan şeydi.

‘’Allah vergisi bir üstünlük ve yetenekle yaratıldığını’’ düşünen bu kişiler, zorluklara çok gelemiyorlar. Üstesinden gelemeyecekleri bir konu gördüklerinde hemen geri adım atıyorlar ve başarısızlıklarını başkalarına, dış güçlere, düşmanlarına bağlamak gibi bahaneler yaratarak savunma psikolojisine giriyorlar. Bu yapıdaki insanların tek tipçi, genellemeci ve ırkçı olmalarının da nedeni budur. Açıklayamadıkları şeyler hakkında kestirmeden hüküm vererek, kendilerini kifayetsiz kalacakları bir anlama çabasından koruyorlar. Yine psikologlara göre bu karakterdeki insanlar, ‘sorun çözmek’ değil kendilerini dayatma peşinde oldukları için intikamcı ve çatışmacı bir karaktere de sahip oluyorlar. Kendilerinin her gün çiğnedikleri yasaları, kuralları, normaları çiğneyen başka birini gördüklerinde herkesten daha cezalandırıcı olabiliyorlar. ABD’nin Anayasasından yasalarına, etik kurallarından teamüllerine kadar her konuyu hiçbir çekince göstermeden çiğneme eğlimindeki Trump’ın, ABD’nin sadece vize kurallarını ihlal eden göçmenlere karşı, ‘’yasalara uymayana haddi en ağır şekilde bildirilmeli’’ tavrını da daha anlaşılır kılıyor bu.

Vox.com sitesinin Washinton’u yıllarca yakından takip etmiş yayın yönetmeni Ezra Klein, son bir yılda, Donald Trump’a Oval Ofis’te brifing veren, toplantı yapan veya ondan talimat almak için birebir iletişime giren bir çok bürokrat, uzman ve her iki partiden politikacı ile konuştuğunda neredeyse hepsinin Trump izleniminin aynı olduğunu gördüğünü aktarıyor; Trump sadece dikkat çekecek düzeyde bilgisiz bir insan değil, bilgilendirmesi de muazzam düzeyde zor bir insan. Her hangi bir muhatabının ona söylediklerine verdiği dikkat çok ama çok alt düzeyde. Sadece, duymak istediklerini duyan bir karaktere sahip. Sürekli konu değiştirip konudan konuya atlıyor. Biraz komplike bir konuşmayı, açıklamayı veya tartışmayı takip etmekte çok zorlanıyor. Kendisine herhangi bir konuda örneğin bir dış politika konusunda verilen bir brifingi anlamakta zorlandığı gibi, saniyeler önce söylenen bir cümleyi doğru şekilde tekrarlamaktan bile aciz.

İnsanların değişme, kendisini geliştirme potansiyeli her zaman vardır. Kendi yetersizliğinin farkındalığına varmak,  bunun ilk adımıdır. Sloman’a göre de devlet başkanlığı deneyiminin Trump’a, aslında zannettiği kadar bilgili biri olmadığını farkettirmesi bir olasılık. Nitekim, Trump, Kongre'den rahatlıkla geçeceğine emin olduğu sağlık sigortası reformunu Kongre’den geçirtmek isteyip de başarısız olduğunda, ‘’Kimse, sağlık sigortası konusunun bu kadar komplike olabileceğini bilmiyordu’’ diye konuşmuştu. Yani, iki yıllık politik hayatında ilk kez bir başarısızlığını, dış güçlere, küreselci lobilere, Müslümanlara, Yahudilere, göçmenlere, Meksikalılara, 'haydut Hillary’e, medyaya mal etmeden, o konudaki yetersizliği ile açıklamıştı. Trump'ın bu tek cümlesi, bugün Amerika için tek umut kırıntısını temsil ediyor. Aksi halde, kendi deyişi ile 'istikrarlı bir dahi' olan Trump, istediklerini yapabilme gücüne kavuştukça büyük bir ekonomik ve politik kaos kaçınılmaz olacak. Tabii ki ülkesinin yaşayacağı bu müstakbel yıkımda Trump’ın hiç bir rolü olmayacak. Ne olacaksa, O’nu çekemeyen, Amerika’yı yeniden süper güç yapmasını hazzetmeyen dış güçler, küreselci lobiler, Demokratlar, işbirlikçi Cumhuriyetçiler ve elbette vatan haini medya yüzünden olacak.