Cemal Tunçdemir

09 Ocak 2014

Haberler neden klişe dolu?

Şahsen klişeleri önemserim. Çünkü hiç bir şey boşu boşuna klişe olmaz. Ama onların da nihayetinde bir son kullanım tarihi olmalı.

Matbaa kitle medyasının ilk aracı oldu. Basım, kelimeleri sosyal köklerinden özgürleştirdi. Kelimeler artık göçmenlerle beraber yavaşça hareket etmekten çıktı ve hızla kıtalara yayılır oldu. Yazı erbabının kitleler üzerindeki gücü tarihte olmadığı kadar arttı. İngiliz dil bilimci Geoffrey Huges, matbaa devriminin sonucu olarak basım dünyasında 3 anlamsal öğenin öne çıktığını yazar: Slogan, klişe ve basmakalıp(stereotype).

Slogan kelimesi, İskoç-Galce’de ‘’savaş narası’’ anlamına gelen ‘’sluagh-ghairm’’ deyiminin ‘slogorn’ şeklindeki İngilizceleşmiş halinden geliyor.  İngilizce’deki ilk kullanım kaydı 1513 yılına ait. Yani görece olarak epey eski.  

Klişe (cliché) kelimesi ise 19’ncu yüzyılın ortalarına doğru (ilk kullanımı 1832) gazetelerin yükselişe geçtiği çağda yaygın kullanıma girdi. Fransızca ‘birleştirmek, birlikte dizmek’ gibi anlamlara gelen ‘clicher’ fiilinden geliyor. Eski matbaa basım tekniğinde dizgiciler (mürettip),  yazıları tek tek kurşun harfler kullanarak diziyorlardı. Sayfa basıldıktan sonra, kalıplar sökülür ve kurşun harfler kutularına kaldırılırdı. Ancak benzer olaylarda tekrar kullanımı mümkün başlık ve cümlelerin kalıpları işçilik ve zamandan kazanmak için sökülmez ve saklanırdı. Bu kalıplara klişe denirdi. Ne zaman bu tür bir yazı denk gelse yeniden kurşun harfleri dizmek yerine hemen hazır ‘klişe’ kullanılırdı.

Stereotype (basmakalıp) ise aslında klişenin atası olarak ondan kısa süre önce doğmuştur. Fransız matbaacı ve yazıcı Firmin Didot, 1798’de geliştirdiği ve baskı masrafını oldukça azaltan tekniğe bu adı verdi. Yunanca ‘stereo (yekpare/bütün) ve tipos (karakter-izlenim)’ kelimelerinin birleşimi ile oluşmuş. Üzerinde oynar harflerin dizildiği yekpare hazır kalıba denildi. İnsanlarla ilgili yaygın kullanımına 1850’lerde kavuştu. Günümüzde, her Müslümanı ‘terörist’, her Hristiyanı ‘emperyalist’, her Yahudiyi ‘para düşkünü’ görmek gibi önyargı kalıpları için kullanılıyor daha çok.

 İşte bu üç anlamsal öğenin gazeteciliğin olmazsa olmazları haline gelmesi boşuna değil.

Popüler gazetecilik düşünceyi, durumları ve olayları aşırı basitleştirme üzerine kurulu. Olan biteni anlaşılır kıldığına inandığı bu aşırı basitleştirmeyi, ‘mümkün olduğunca geniş bir kitleye’ ulaşabilmenin şartı olarak da görür ki haklı bir bakış açısıdır.

 Aslında ‘dil’in kendisi bile hayatın sonsuz karmaşıklığını ifade etmede bir basitleştirme aracıdır. Sonsuz düşünce, hayal ve fikirleri, sınırlı ses ve sözcüklerle aktarmaya çalışırız. Bu açıdan medyada önemli oranda ‘tekrar’lar kullanılması bir yerde kaçınılmaz. En entelektüel gazetelerin bile ‘klişe’lerle dolu olmasına yol açan ana sebep budur. Böyle olunca bir konu hakkında yaygın kabul gören bir tanımlama, benzeri gerilimlerin tamamında kullanılmaya başlanıyor.  

Örneğin hemen her çatışma, uzlaşmazlık ve günümüzde savaşlar ‘kriz’ olarak adlandırmak bir gazetecilik klişesidir. Yunanca, hastalıkta ani değişikliği ifade eden ‘krisis’ kelimesinden Latinceye geçen ‘kriz’, ilk kez 1627 yılında İngiliz Parlametosu’ndaki bir tıkanıklık için kullanılarak politik literatüre geçti. ‘’Parlamentoda kriz var’’ sözü, ‘parlamento ya yaşayacak ya da ölecek’ gibi çok keskin bir anlamda kullanıldı. Ancak sonraki yüzyıllarda krizin bu sert politik anlamı yumuşadı ve günümüzde neredeyse önemli önemsiz her politik gelişmede kullanılır hale geldi. Colin Seymour-Ure, ‘Kitle Medyasının Politik Etkileri’ adlı kitabında, ‘günümüzde bir şey ne zaman krizdir?’ sorusuna ‘medya bunu böyle adlandırdığı zaman’ yanıtını veriyor ve ekliyor: ‘’Lord Boyle, kabinenin rutin idari görevleri dışında işlerindeki öncelikler listesini belirleyen tek şeyin medyanın gündemi olduğunu söylemişti’’.

Yine gazeteciliğin basitleştirme için ürettiği sosyal bir takım kategoriler vardır. Bunların anlamlandırılması, sınırları, sosyal gerçekliğine ilişkin algılar kişiden kişiye değişmesine rağmen tartışmalarda, haberlerde bu kategoriler bir ‘fact’ olarak kullanılır. Beyaz Türkler, İslami kesim, Atatürkçüler, Ulusalcılar, solcular, sosyalist kesim, beyaz yakalılar, mavi kanlılar, sessiz çoğunluk, gericiler, ilericiler, halk, misafirperver millet, hoşgörülü toplum vb… Bunların hepsi ‘pseudo-sosyolojik’ topluluklardır. Bunlar gerçekten sınırları belli, öznel ve homojen varlıklar değil ancak gazeteler bunları var kabul ettiği için hepimiz varmışlar gibi kabul eder bunlar üzerinden konuşuruz. Elbette bir şeyler anlatırlar ama her şeyi anlatmazlar.

Gazeteciliğin aslında spor ve ekonomi haberleri dalları diğerlerinden çok daha fazla klişe kullanımına sahne olur. Çünkü hem sporda hem ekonomiye konu olan olaylar tekrarlanıp durur. Örneğin bir takım bir tek maçı kazanır, kaybeder veya berabere kalır. Hazırlıktan sonra sezona başlanır maçlar yapılır şampiyon belli olur sezon biter. Ertesi yıl aynı şey tekrar eder. Şirket karları, döviz-altın fiyatları veya hisse senetleri düşer, yükselir veya düz bir seyir izler. Bu sebeple atılacak başlıklar ve kullanılacak gazete dili tekrar edip durur.

Ancak son yıllarda öncelikle spor ve ekonomi haberlerinde ama sonrasında politika haberlerinde de gittikçe artan oranda ‘şiddet’ literatürü de bir klişe haline gelmeye başlıyorki bu da ilginç bir eğilimdir. Bir zamanlar futbol takımının geri elemanları, orta saha oyuncuları ve ileri oyuncuları olurdu. Günümüzde gerideki oyuncuların adı ‘savunma’, ileri hattının adı ‘hücum’ oldu. Golcüye ise İngilizce’de ‘striker (ateşleyici- vurucu)’ deniyor. Çekişmeli maçlar yerine artık ‘kıran kırana mücadele’ oluyor. Saha ‘kemik sesleri’yle inliyor. Takımlar maçı kazanmıyor, rakibi ‘dağıtıyor’,  ‘eziyor’ veya ‘çimlere gömüyor’. Takım yenilmiyor, ‘hezimet’ yaşıyor. Yenilen takımın teknik direktörü hakeme ‘ateş püskürüyor’.

Ekonomide hisseler ‘çakılıyor’. Politika ‘bomba’ gelişme ve açıklamalara sahne oluyor. Magazin dünyası zaten ‘yıkılıyor’…

İster sert ister yumuşak tonda olsunlar klişeler, ‘geniş yığınlar’ın gündemdeki konular hakkında bir fikir edinip gündemi takip etmesine yardım ediyor. Ama bunların klişe olduğu unutulduğunda, bazı sorunların daha köklü çözümü de zorlaşabiliyor. Günümüzde televizyonlarda ‘krizleri’ tartışan profesyonel ağzı kalabalıkların yanı sıra, ‘entelektüel’ler, ‘uzman’ların bile düşünce sistematiğinin bu klişeler üzerine kurulu olması düşündürücü. Örneğin gündem olan politik sorunlarda, kültür, genel devlet yapısı, evrensel hukuka bakış, toplumsal veya ekonomik düzey gibi çok daha uzun vadeli yapısal unsurların etkileri görülemediği için 3-5 yılda bir aynı sorunları farklı ‘subject’ler üzerinden yeniden sanki daha önce hiç yaşanmamış gibi konuşmak da kaçınılmaz hale geliyor.   

Şahsen klişeleri önemserim. Çünkü hiç bir şey boşu boşuna klişe olmaz. Ama onların da nihayetinde bir son kullanım tarihi olmalı.

Ne varsa klişe, düne ait... Şimdi, yeni klişeler lazım…