Cemal Tunçdemir

09 Kasım 2016

ABD başkanlık seçiminde ‘Electoral College’ neden var?

Birçok siyasi analist Electoral College'ı 'arkaik' bulup eleştirse de, ABD'nin kurucularının zihniyetini yansıtan bir müessese olarak koruma yanlıları çoğunlukta kaldı

Dünyanın halen yürülükteki en eski anayasası ABD Anayasasıdır. Bu son derece başarılı anayasanın en başarısız unsuru ise ‘Electoral College’ denen ve ABD başkanını seçen Seçiciler Meclisidir.

ABD’nin kurucu babaları özgürlükçü ve cumhuriyetçiydi. ABD’nin bağımsızlığını ilan ettiği 1776’dan bugünkü ABD’nin temeli olan Anayasanın kabul edildiği 1787 yılına kadar geçen 11 yılda eyaletlerde uygulanan tam demokrasinin her kolonide yerel çaplı çoğunluk diktatörlüğü oluşturması, yönetimlerin demagogların liderliğinde çetelerin eline geçmesi hepsini ‘aşırı demokrasi’ konusunda temkinli hale getirmişti. Başkanın doğrudan halk tarafından seçilmesi işte bu nedenle 1787 yılı Mayıs ayında toplanan Philadelphia Anayasa Kongresinin daha başından itibaren ölü bir öneri olarak kaldı. Bazı nüfusu kalabalık eyaletlerden birkaç delege kongrenin ilk haftalarında bu fikri ortaya atarak ortam yokladığında, çoğunluğun ‘çok tehlikeli’ itirazı ile karşılaştı.

Philadelphia Anayasa Kongresinin zabıtlarına göre  Massachusetts delegelerinden Elbridge Garry, ‘aşırı demokrasiden’ şöyle yakınacaktı:

‘’Yaşadığımız felaket aşırı demokrasiden kaynaklanıyor. Halk erdemsiz değil ama çakma vatanseverlerce kolayca dolandırılacak kadar saf. Massachusetts’te, halkın hemen hergün düzenbazlarca piyasaya sürülen son derece zehirli kararlar ve düşüncelerle yanıltılmasını bizzat tecrübe ediyoruz.’’ 

South Carolina delegesi John Rutledge da bu eleştiriye destek verecekti: ‘’Eğer bu Anayasa Kongresinin delegelerini de bölgelerindeki halk doğrudan seçseydi, bu heyetteki nitelikli isimlerin çoğu burada olmayacaktı.’’

Virginia delegesi George Mason da, ‘halkın başkanlığa en uygun gördüğü karakter tercihine dayanmak, kör birine renkler arasında tercih yaptırmak kadar gayritabiidir. Ülkenin büyüklüğü halkın, adayların iddialarını tek tek yargılama kapasitesini imkansız kılıyor’ itirazı ile bu görüşe destek verdi.

Amerikan Anayasasını yaptıkları için ‘framers (devlete çerçeve çizenler)’ diye anılan bu 55 adam, işte bu endişeyle yeni devlette sadece Temsilciler Meclisi üyelerinin doğrudan halk oyu ile seçilmesine izin verdiler. Senato üyelerinin bile eyalet kongrelerince seçilmesi benimsendi (1913 anayasa değişikliği ile halk tarafından seçilmeye başlandı).

İkinci ve güçlü alternatif başkanın Kongre tarafından seçilmesiydi. Ancak bu konuda da çekinceler dile getirilmeye başlandı. Başkanın kendisini seçen Kongre üyelerine minnet altında kalacağına bunun da Başkan ile Kongre arasında ‘denge ve denetlemeye zarar veren’ bir yakınlaşma yaratacağına dikkat çekenler oldu. Bazıları, böylesi bir sistemde, Kongrenin toplum mühendisleri ve particilerin oyun sahasına dönüşeceği çekincesini dile getirdiler. Bu yöntemin kısa sürede yıkıcı bir gruplaşmaya dönüşeceği endişesi yaygın kabul gördü. Devlet içindeki tek bir kuruma, yani Kongre’ye başkan seçme yetkisinin verilmesinin, asillerin ve yabancı güçlerin yeni kralı belirlemek için savaştıkları Polonya’daki meşruti monarşideki gibi şiddet içeren bir hizip savaşına yol açabileceğine dikkat çekildi. Ancak çoğunluğu ‘kongrenin seçmesi’ seçeneği konusunda tereddüde düşüren asıl gerekçe, bu yöntemin onlara yeni kurtuldukları ve tefessüh etmiş İngiliz parlamenter sisteminin kuvvetler birliği yöntemini (başbakanın aynı anda hem hükümete hem de parlamentoya hakim olduğu) hatırlatmasıydı. İşte bu nedenle, başkanı kongrenin seçmesi fikri, doğrudan halkın seçmesi fikrinden daha güçlü bir muhalefetle karşılaştı.

Anayasa Kongresinin önde gelen isimlerinden Gouverneur Morris, 'düzenli olarak bir araya gelen ve aralarında belli bir aşinalık oluşmuş bir heyetin başkan seçimi, entrikaların, kumpasların hizipleşmelerin ürünü olacak. Kardinaller kurulunun Papa seçmesi gibi…’’ diye konuşacaktı.

İşte bu noktada Pennsylvania delegelerinden James Wilson, başkanı seçenlerin seçildiği iki dereceli bir seçim önerisi getirdi. Yani, tek işi başkan seçmek olan ikinci bir Kongre daha seçilsin. Başkanı seçtikten sonra dağılsın. Ona göre bu sistem hem büyük eyaletlerin avantajını korurken hem de başkan seçimine de belli oranda demokratik element katıyordu. Wilson da bu öneriyi sıradan insana duyduğu hayranlıktan dile getirmemişti. Nitekim 8 yıl önce 1779’da İngiliz Krallığına bağlı Amerikalılara fazla yumuşak davrandığı gerekçesiyle ayaklanıp kendisini öldürmeye çalışan Philadelphialı halkının elinden canını zor kurtarmıştı. Wilson’ın saiki sağlıklı bir korkuydu. Özgür bir ülkede sıradan halkın da kendi görüşlerinin dikkat alındığını bilmeye ihtiyaçları olduğunu acı tecrübeyle öğrenmişti.

Fakat Wilson’ın başkanı seçenlerin seçildiği sistem önerisi başlangıçta görmezden gelindi. Ta ki Anayasa Kongresinin son haftalarında hala başkanın nasıl seçileceği konusu muallakta kalınca, Delaware delegesi John Dickinson’ın, ‘hiçbir seçimle gelmemiş bir başkanın ciddi meşruiyet sorunuyla yüzyüze kalacağı’ uyarısı yapmasına kadar... Dickinson, ‘başkana verdiğimiz yetkiler ve güç çok fazla. Halkın, eğer bu kişinin seçiminde kendilerinin de bir dahli olmazsa bu kadar gücün bir kişiye verilmesine sıcak bakmayacağı ortada’ diye konuştu. O ana kadar başkanı Kongrenin seçmesi fikrine eğilimli Anayasa yapıcılar bu provokatif uyarıyla yeni önerilere açık hale geldiler. Anayasa Kongresinin en etkili isimlerinden biri olan James Madison hemen Pennsylvania delegesi Wilson’ın ‘başkanı seçenlerin seçildiği’ sistem önerisini raftan yeniden indirdi ve ‘electoral college’ böylece doğdu.

Başkanın, her eyaletin, isabetli bir başkan seçeceği konusunda hükmüne güvendiği için belirleyeceği mümtaz kişilerden oluşacak bir Seçiciler Meclisince seçilmesi fikri benimsendi. Seçiciler Meclisinin üyeleri seçildikten sonra, başkan adayları arasında kimin en isabetli isim olduğuna, kamuoyundaki etkiye göre değil kendi şahsi hükümlerince karar verecekti. Jeffrey Pasley, Birinci Başkanlık Yarışı: 1796 kitabında Seçiciler Meclisini, Amerikan Anayasasının ‘mahalli kanaat önderlerine verdiği bir rol’ olarak nitelendiriyor.

Ancak bu meclisin Anayasa yapıcıların hayal ettiği Ulusal Kurul karakteri kazanması çok zordu. En fazla çok sayıda adayı aza düşüren bir filtre görevi gören bir mekanizmaya dönüşebilirdi. Çünkü ülke çok büyüktü ve mahalli birçok kanaat önderi, general George Washington dışında herhangi bir isimde ittifak edemeyecek kadar yerel görüşlüydü. Connecticut delegesi Roger Sherman, birçok mahalli kanaat önderinin kendi eyaletinden adaya oy vereceğini bunun da oldukça kalabalık bir başkan adayı listesi ortaya çıkaracağına dikkat çekti.

Bu çerçevede, her eyalete, ABD Kongresindeki üyesi sayısınca(Temsilciler Meclisindeki üye sayısı ve artı iki senatör) seçici delege belirlemesini (her eyalet kendi delegelerini belirleme yönteminde serbest bırakıldı) öngören Anayasanın İkinci maddesinin birinci fıkrası hazırlandı. Her eyaletin seçeceği delegeler, aynı gün kendi eyaletlerinde toplanarak başkan için oy kullanacaktı. Bu da herhangi bir hizipler savaşını önleyecekti. Federal devlet görevlilerine ‘seçici delege’ olma yasağı getirildi. Bu, başkanın ‘devleti yöneten iradece’ seçilmesini engelleyecekti. Her seçici delege biri kesinlikle kendi eyaletinden olmayan iki isim için oy kullanacaktı. Bu aday sayısını düşürecekti. Daha sonra her eyaletin bu seçici delegelerinin imzalı sertifikası ABD Kongresine gönderilecekti. Kongre kendisine ulaşan oy sertifikalarının sayımını yapacak ve çoğunluğun oyunu alan ilk iki ismi başkan ve başkan yardımcısı olarak ilan edecekti. Eğer hiçbir aday çoğunluğun oyunu alamamışsa, Kongre en fazla oyu alan 5 işim arasından başkanı seçecekti. Bütün bu süreçte halkın oyu ile seçilmiş seçici delegeler oyları ile bağlı değildi. Yani diledikleri kişi lehinde oy kullanabilirdi. Kendi adlarına seçilmiş bireysel kanaat önderleri, bireysel bir aday için oy kullanacaktı.

Bu format, 1787 Anayasa Kongresinin son haftalarında ulaşılmış bir uzlaşmanın ürünü oldu. Jeffrey Pasley, varılan uzlaşmanın temel saikinin, aşırı demokrasiden yalıtılmış ve eyaletlerin haklarını koruyan bir devlet yaratma motivasyonunu olduğunu belirtiyor. Kağıt üstünde, teorik olarak oligarşi ve aşırı demokrasi arasında, büyük eyaletler ile küçük eyaletler arasında denge sağlıyor görünüyordu. Anayasa Yapıcıların tartışmaya fırsat bulamadığı şey bu teorik çerçevenin uygulamaya ne ölçüde ve nasıl geçeceği oldu. Nitekim kısa sürede bazı kriz doğuran açıkları ortaya çıktı. Bunlar üzerine anayasa değişiklikleri ile bu açıkların etkisi azaltılmaya çalışıldı.

Günümüzde 538 sandalyeli Seçiciler Meclisinin aday listesi, her iki partinin eyalet teşkilatlarınca belirleniyor. Partinin adayına sadakat göstereceği kesin partili isimler listelere giriyor. Bu nedenle de her ne kadar Anayasal bir zorunluluk olmasa da Seçiciler Meclisi üyeleri Aralık ayında oy vermek için toplandıklarında, Kasım ayındaki seçimde eyaletlerini kazanan aday kimse onun lehinde oy kullanıyor. Aksi durum çok nadiren, o da sonuca etki etmeyecek eyaletlerde yaşanıyor. Dolayısıyla da Aralık ayının ikinci Çarşambasını takip eden ilk Pazartesi günü yapılan (Bu yıl 19 Aralık) ve aslında ABD'nin başkanının resmen oylandığı seçim bir formaliteye dönüşüyor. Seçiciler Meclisinde kazanmak için gerekli salt çoğunluk olan 270 oy desteğine kimin ulaşacağı Kasım ayının ilk Salı günü yapılan seçim akşamı 'fiilen' belli olduğu için başkanın kim olduğu da 'fiilen' o akşam belirlenmiş oluyor. 

Birçok siyasi analist Electoral College'ı 'arkaik' bulup eleştirse de, ABD'nin kurucularının zihniyetini yansıtan bir müessese olarak koruma yanlıları çoğunlukta kaldı. Kurucu babalardan Alexander Hamilton'ın 68 numaralı Federalist Makalede yazdığı gibi, ''Electoral College sistemi muhtemelen mükemmel bir çözüm değil, ancak hiç şüphesiz mükemmel çözüm diye birşey de yok.'' 

Pasley, "O noktada, Anayasa yapıcıların çoğu için aşırı demokrasi seçiciler meclisinin neden olabileceği sorunlardan daha öncelikli bir endişe kaynağıydı. Bu nedenle de Anayasayı, organize çetelerin yağma ve tahribatı olasılığına karşı yığınla yangın emniyet tedbiri ile donattılar’’ diye yazıyor. Seçiciler Meclisi sistemi de, kuruluşunda Amerikan devletine rengini veren işte bu denge denetleme sistemi etrafındaki entelektüel uzlaşmanın eserlerinden biri olarak yaklaşık 200 yıldır varlığını sürdürmeye devam ediyor.


@CemalTdemir