T24'e yazdığım son yazıyı arkadaşım Dilek Dinçer'in gönderdiği P. Burcu Yalım çevirisi bir Gilles Deleuze metni çevresine kurmaya gayret etmiştim. Deleuze o metinde, "Sol olmanın anlamı, hakkı yaratmaktır" diyordu.
Yazıda yine daldan dala atladığım için meramımı tam anlatamadığım hissine kapılmıştım. Tekrar okudum... İçeriği doğruydu ya, örnek sayısı artıp örnekler de farklı alanlardan olunca sanki yazı “olmamıştı.”
Anlatmaya çalıştığım şuydu: Hukuk sonuçta “hakimiyet”le ilgili bir alandır. “Hakimiyet”le ilgili olmasına rağmen yine de akışkandır. Kendi hakkını yaratmak için ısrarla talepkâr olmazsan, o akışkanlık aleyhine durağan bir hal alır. Ya da tersinden söylersek, hukuk 'hakim' olanın lehine akışkanlığını sürdürür. Deleuze'un “hak yaratmak” dediği şeyi ben böyle okudum.
Nasıl oluyor da oluyor?
Dile getirmeye çalıştığım şeyi somutlayan gelişmeler oluyor memlekette. Yasalar, hepimizin gözü önünde eprimiş bir kumaş gibi yırtılıyor. Buna rağmen kimse "Nasıl oluyor da oluyor?" demiyor. Çünkü, yasayı delip geçenler kendi “haklarını” yaratmış durumdalar. Gelinen noktayı kabul etmeyenler bile "Çözülsün de artık" bıkkınlığı içinde bir biçimde ikna olmuş görünüyorlar.
Düşünün şimdi...
Üzerinde kimliği olmayan, yıllardır “terörist” diye anılan insanlar ülkenin sınırına dayanıyor. Sonra içeri alınıyorlar. Önce polisin karşısına çıkmak zorundalar yasa gereği. Öyle olmuyor, durum “özelleşiyor.” Özel yetkilendirilmiş savcıların ardından içlerinden bazıları hâkimin karşısına çıkıyor. "Biz sizin 'suçlu' dediğiniz gruptanız. Ama bizce yaptığımız suç değil. Sizin 'suç' dediğinizi de, 'suçlu' dediğinizi de övüyoruz, öveceğiz" diyorlar. Üzerlerinde yıllardır yasak belletilen kendi “üniformaları” var. Tek gram geri adım atmıyorlar. Kimlikleri olmadığı halde sınırdan geçip, savcının, hâkimin huzurundan ayrılıp insanların arasına karışıyorlar.
Çünkü, onlar kendi “hak” bildiklerini yaratmış durumdalar... Buna hukuk hiçbir şey yapamıyor. Yapabileceği tek şey bu de facto karşısında kendini yenilemek, değiştirmek ve zamanın ruhuna uymak...
Taksim'e zorlaya zorlaya girenler
Beri yandan, yıllardır “1 Mayıs” alanı belledikleri Taksim'e çıkmak için yemedikleri dayak, solumadıkları gaz, girmedikleri kodes kalmayanlar... Onlar da, inatla ve ısrarla adım adım yarattıkları “hak”larının karşılığı olarak her yıl biraz daha çoğalarak çıkıyorlar Taksim'e. Son olarak IMF toplantılarını protesto etmek için "GİRİLMEZ" yazan Taksim'e yeniden çıkıyorlar gaz, cop, tazyikli su pahasına...
İkisi de aynı hukuk
Öte yandan gerek teorik, gerek meşruiyet sorunları nedeniyle “hak”kını yaratamayan bir sürü bilim adamı, profesör, gazeteci aylardır Ergenekon davasından hapiste yatıyor. Oysa hiçbiri isnat edilen suçları kabul etmiş değil, isnat edilen suçları işlediklerine ya da o suça örgütlü olarak niyet ettiklerine dair elle tutulur hiçbir bulgu yok okuduğum kadarıyla... Üstüne üstlük bahse konu edilen “terör örgütü”ne mensup oldukları ikrarında bulunmuş değiller, aksine her daim reddediyorlar. Suç olmasına rağmen özel konuşmalarını okuyoruz gazetelerden...
Neyle suçlandıklarını bilmeden ve elde yeterli delil bulunmamasına rağmen içerde tutulmaları bir yana, aynı davada haklarında daha somut deliller bulunduğu iddia edilen darbe hayali kuran generaller ve onların yancılarıyla aynı muameleyi görmelerine itiraz edebilme olanakları, yine aynı ülkenin hukuku tarafından kolaylıkla bertaraf edilebiliyor.
Onları içerde tutmaya yarayan yasalar, resmi olarak da “terör örgütü” olarak kabul edilen bir başka oluşumdan gelenlere ve bunu sakınmadan deklare edenlere uygulanamıyor. Sakın "Onlara da uygulansın" dediğim sanılmasın. Tam tersine...
Yasalar uygulanamıyor, çünkü “Kürt sorunu” bir hukuk sorunu olmayı aşmış ciddi bir siyasal sorundur. Siyasetle hukukun iç içeliği gereği Kürt hareketinden gelenlerin dayatmaları ve doğru bulalım bulmayalım “hak” arama ısrarları, o ısrarı sürdürürken yarattıkları güç, gelinen noktada hukuku değişime zorlamaktadır.
Ergenekon davasında ise konu özü itibarıyla gayrimeşru bir zeminde cereyan ettiği için “hak yaratma” mümkün olamamakta, “hakimiyet” alanında olanlar, hakimiyetin kapsama alanı dışında kalanları kuşatıp, enterne etmektedir.
* * *
Görüldüğü gibi hukuk durağan değilse, lehimize değişebilirse, bunu talep etmekten, bunda ısrar etmekten vazgeçersek, bize ait olanı başkalarının bizim adımıza tesis etmesine izin verirsek, onların bizim için iyi şeyler yapmasını beklemek iyimserlikten öte ahmaklık olur.
Haaa! “Biz” kim miyiz? Kimin hukuka, adalete, eşitliğe, özgürlüğe ihtiyacı varsa “biz” “o”yuz. Sorun zaten “biz”de değil de, daha çok hâlâ “nerede” olduğumuzda...