Cem Dizdar

12 Şubat 2010

O TABUTTAKİ ADAM BENİM İÇİN 'İYİ BİRİDİR'

Memur çocuğuyuz, tek maaşa, bir de anneannenin üç aylığına bakıyoruz o zamanlar...

Memur çocuğuyuz, tek maaşa, bir de anneannenin üç aylığına bakıyoruz o zamanlar. Üstelik üç çocuğuz, öyle sık sık elbise, ayakkabı alınamıyor. Bayramda bayramlık bir şeyler, bir de okul açılırken bir çift ayakkabı, belki bir kaban. Daha çok annem dikiyor üstümüzü başımızı. Çorapların çoğu yamalı.
O aralarda neden bilinmez, belki de iyi yüzüp, denizi sevdiğimden olsa gerek, belki daha yakışıklı olacağımı düşündüler beyazlar içinde, bizimkiler 23 Nisan yürüyüşünde oğullarına bir denizci subayı üniforması aldılar. 23 Nisan yürüyüşünde giydiğim o üniformanın kerametini sonra anladım... Bir tavuktan hem çorba, hem pilav hem de bir öğün yemek çıkarılan bir evde o üniforma aynı zamanda sünnet kıyafetiydi bu faninin.
O üniformadan sonra ta bir de Burdur Er Eğitim Taburu'nda giydim üniformayı, bedelli askerlik döneminde. Ne arada ne devamında hiç ilgimi çekmedi üniforma. Çekmediği gibi üniformalı insanlardan hep korkarak, kaçarak büyüdüm. Hep peşimizdeydi üniformalılar, üniforması olup da 'sivil'i tercih edenler. Hiç barışmadı üniformalılarla yıldızım. Arkadaşım elbette oldu polis/asker. "Niye ya, başka iş mi yoktu?" diye sorduklarım da oldu, dilimi tutamam üzerim onları diye dinleyip geçtiklerimde. Benim üniformalı arkadaşlarımın bir kaçı hariç, hepsi de iyi çocuklardı.
Ama gizli bir sorun vardı hep aramızda, biz iktidar istemiyorduk, onlar bize karşı iktidarı koruyorlardı. Farklı şeylere inanıyorlar, farklı bir iktidarı koruduklarını düşünüyorlardı belki de, bilemiyorum. Ama askerin de, polisin de koruduğu iktidar aklımın erdiği 5 yaşında neyse, 46 yaşına geldim hâlâ o.

ASLOLAN İKTİDAR POSTUNA ÇÖKMEKSE EĞER...
İşin içine iktidar olma hırsı girince inanç, vicdan, fazilet, erdem, merhamet gibi binlerce yılda oluşturulan insana ait özellikler de duman olup bacadan uçuveriyorlar işte. Ne ki, aslolan iktidar postuna oturmak...

O TABUTTAKİ ADAM BENİM İÇİN 'İYİ BİRİDİR'
Takip edilip tuzağa düşürülmüş karısı tabutuna sarılıp "Berkciğim bizi yaktılar" diye feryat ederken, camideki o tabutun başında Kıdemli Kurmay Albay Berk Erden'in delikanlı oğlu gözleri nemli annesini teselli etmeye çalışırken, bir yerlerde bütün bunları izleyip gülümseyen birileri vardı bu dünyada.
Ben o tabutta yatan adama, bilemiyorum, ya anababamın bana aldığı o beyaz denizci üniforması vesilesiyle ya da haysiyeti cellatların elinde parçalandığı için kendimi çok yakın hissettim... Artık aramızda olmayan o adamın iyi biri olarak öldüğünü düşünüyorum...
Ama...
Askerlerin iktidarını sarsmak için -ki gerçek iktidarın sarsılması için uğraşanlar grubuna dahilim - o kadını o tuzağın içine çekip, videosunu şehvetli bir yavşaklıkla bütün dünyaya göstermeyi marifet sayanlar belki o sabah namaz kıldılar, belki çocuklarını öpüp okula gönderdiler... Belki Albay intihar etmeden bir gece önce onlar da ailece annelerini ziyaret edip elde açılmış börekleri yediler, çaylar içtiler. Bilinmez belki babalarıyla, enişteleriyle, yengeleriyle bir kadeh rakı bile tokuşturdular. Yani onlar da o gece hepimiz kadar insandı.
Fakat, yaşadıklarından sonra dünyadan, sevdiklerinden vazgeçen Albay o sabah cellatlarına kötü bir oyun oynadı. Onları insan olmaktan çıkarıp, lanetliler ordusunun neferi yaptı.
İktidar denilen o lanetli güç yüzüğü varolabilmek için işte böylesi acımacız 'yakın korumalar'a muhtaçtır. O yüzüğü parmağına geçirecek olanların ihtişamları, büyülü sözleri, vaatleri bütün yakın korumaların gözünü kamaştırıp, akıllarını başlarından alırken, onlara en olmayacak işleri yaptırıp, hepsini birer haysiyet cellâdına çevirebiliyor.

İKTİDAR 'KORKUTARAK' VAROLUR
Öte yandan Albay Erden toprağa verildikten sonra bile oğlunun annesiyle ilgili hazırlanan o video bu dünyada hâlâ birilerinin izlemesine açık olarak ortalıkta dolaşıyorsa bu, bu dünyanın çivisinin çıktığına dair daha fazla delile ihtiyacımız olmadığını da gösteriyor kanımca.
İktidarları altında tutmak istedikleri bizi, "Bakın istediğimiz zaman bir muktedire bile nelere yapabiliyoruz, görün" diye korkutmaya çalışanlar hayatımızı bir alacakaranlıkta geçirmemizi istiyorlar. Ya korkup, onların bizi alacakaranlıkta yaşatmaların izin vereceğiz ya aydınlığa varmak için aydınlığı, esenliği arayanlarla bir araya gelmenin yollarını arayacağız. Tecrübelerimiz bize işimizin zor olduğunu söylüyor ama biliyoruz ki, bütün başlangıçlar zordur. Yine biliyoruz ki, havanın ışıması için atacağımız küçük bir adım, minicik bir itiraz en elzem olandır. 'Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği...' Başka şansımız var mı?