Cem Dizdar

06 Ekim 2009

O Nike bizi bize anlatıyor!

Özbek'in eylemi önce “tersten okunacak”, sonra da “tersten çakılacaktı” şüphesiz. Öyle de oldu.

Birgün gazetesi editörü Selçuk Özbek'in IMF Başkanı Dominique Strauus-Kahn'a fırlattığı ayakkabı, daha doğrusu “Nike” ile - kimisine göre de 'nayki' - epey bir dalga geçildi basında, twitterda, facebookta. Geçmişte de böyleydi, "Hem Amerikan kotu giyiyorsun, hem devrimcilik yapıyorsun" diye alay edilirdi solcularla. Hani dersiniz yoksulluk, adalet ve emek mücadelesini solcu yapmasa o arkadaşlar yapacak!.. Sanırsınız, solcu önünü kesmese hepsi bir halk önderi olacaktı!
Demek ki, "Bu solcularda en ufak bir değişiklik yok" diyenlerde de en ufak bir değişiklik yok. Bunca yıldan sonra yapabildikleri sadece “kot” ile “Nike”ı yer değiştirmek.
Affedilmeyecek bir hataydı solun muarızları için kot giyen solcu. İhtiyacı yoktu ya solcunun onların affına, onlar da zaten hiç affetmediler. "Peki kot giymeyen solcu affedildi mi?" diye soracak olursanız, o da affedilmedi onların indinde. Zaten esasen affedilmeyen kot ya da Nike değil, devrimcilik, itiraz geleneği, yeni ve bir başka dünya arayışıydı. Bağışlanmayan, diş bilenen bu arayıştı.
* * *
Özbek'in eylemi önce “tersten okunacak”, sonra da “tersten çakılacaktı” şüphesiz. Öyle de oldu.
Kimi bunu “Arap özentisi” gibi ırkçılığa varan bir dille yaptı, kimi “solun kısırlığına, cahilliğine” bağlayıp "IMF Irak'ta olduğu gibi ülkeleri işgal etmiyor, hükümetler IMF'ye geliyor" türü -burada 'geliyor'daki 'biz' tonuna özellikle dikkat- bir dil tutturdu. Yetmedi, üzerine bir de şunu ekledi fırsat bulmuşken: "Kendisine Marksist, sosyalist, komünist ya da sosyal demokrat diyenlerin, -bütün bunlar artık nasıl aynı insanlar olabiliyorsa- faşist darbe tezgâhlayanlarla, radikal milliyetçilerle aynı hatta durduğu tek ülke Türkiye'dir."
Bildik ve son yıllarda sıklıkla yinelenen bu bilinçli saldırgan genellemeyle bir kez daha anladık ki; "solcular salaktır."
Şimdi sorsak, "Abi, hangi Marksist, sosyalist ya da komünist, faşist darbe tezgâhlayanlarla aynı yerde duruyor, bir isim lütfen" diye, alacağımız yanıt ya "Onlar kendini biliyor" ya da "Ik mık, kem küm" olacaktır.
Bu vicdan ve ahlak dışı dil, solu ısrarla ve inatla kendi kafasındaki tanıma mahkûm etmeyi sürdürüyor.
* * *
Solu eleştirilenlerin yakın dönemdeki “ince taktikleri” Selçuk Özbek'in eylemini analiz ederken de devreye girdi. Bunda da garipsenecek bir şey yok doğrusu. Onlar “ulusalcılık”la “sol”u aynı içeriğe oturtarak değerlendirmenin rahatlığını kullanmak istiyorlar. Kullanıyorlar da.
Eylemi “Arap özentisi” olarak suçlamak tam da karşı durduklarını iddia ettikleri kalıpla düşünmelerinin bir sonucu. Bir türlü solun enternasyonalist bir tavır olduğunu anlayamıyorlar. Sol, sadece bir ülkenin değil, dünyanın tamamını değiştirmeye taliptir. Bunu yapmaya muktedirdir, değildir, ayrı mesele ama iddiası “gezgene dair”dir.
Haliyle sol için Arap, Kürt, Türk, Yahudi, işçi, köylü, bilge, mühendis, kara, beyaz fark etmez. Sol ezilen, adalet ve eşitlik arayan herkesten yanadır. Anlayamadıkları budur. Sol ezilenlerin dünyasıdır, ezilen, ezildiğini söyleyen herkestir. Daha iyi bir dünya için kurdun, kuşun derdini kendine dert etmektir.
Evet, her şeyi kendisi gibi olan herkesten öğrenebilir. Bunda bir acayiplik görenler Selçuk Özbek'in eyleminin içini boşaltma gayretinde olanlardır. Eyleme bakmak yerine “marka”ya bakmak onların bilinçli tercihidir. Hani Mao'ya da atfedilen "Ben onlara gökyüzünü gösteriyorum, aptallar parmağıma bakıyorlar" darb-ı mesel misali...
* * *
Bir başka tuhaflık da, bu cenahın, solculara aslında “sol”un ne olduğunu öğretmeye gayret etmeleri. Dersiniz ki hepsi Marx'ı, Engels'i, Gramsci'yi, Althusser'i, Adorno'yu, Horkheimer'i yalamış yutmuşlar. Ellerinden Galeano'yu, Deleuze'u düşürmüyorlar. Sanırsınız, nerede bir direniş haberi alsalar, bir itiraz görseler koşarak omuz veriyorlar. “1 Mayıs” pankartlarını omuzlarından düşürmüyorlar. İşçilerin, köylülerin, yoksulların hakkını, hukukunu onlardan çok savunan yok. Bunları okuyanlar sanır ki, Sovyet Devrimi'nden kazayla buralara sekmişler de, burada gördükleri solcular küçük dillerini yutturmuş onlara.
Dillerinden "İşçi sınıfı yok artık, bitti"yi düşürmezler de, sürekli artan işsizliğin öznelerinin kim olduğunu bir türlü açıklayamazlar. Solcuyu “eski” olmakla suçlarlar da, “işçi” dendiğinde hâlâ 18. yüzyılın kodlarıyla düşünme alışkanlıklarından vazgeçmek istemezler.
Şimdi bu arkadaşların söylediğini doğru bellesek IMF'nin aslında bir “yardımlaşma sandığı” olduğuna bile inanabiliriz. Öyle ballandırarak anlatırlar ki bunu, insan onları dinleyince o “acı reçeteleri” milletin eline bizim rahmetli pederin tutuşturduğunu sanabilir.
Ezcümle diyeceğim o ki, eylemin ardından çıkan Birgün'ün kapağındaki gibi, "Herkesin bir gün bir ayakkabıya ihtiyacı olabilir." Bunu da bir kenara yazmak gerekir.