Kaçınılmaz olan değişime bir kıyıdan da 'bozulma' denebilir mi emin olamadım, ama herkes de kaçınılmaz olana gönül indirmek zorunda değil, biliyorum.
Nasıl ki artık meyhanede 'yaş günü' kutlamak 'kaçınılmaz', tıpkı bunun gibi... 40 yıllık meyhaneci, hiç yüzünü görmediği birine bir telefonla 20 kişilik masa rezerve edebiliyor artık... O 20 kişi masaya doluşup "Happy Birth Day"i söylüyor bir ağızdan, yan masada sevgilisinden, karısından, çocuğundan ayrılmış ya da bir yakını ölmüş kederlinin ne halde olabileceği ise ne meyhanecinin, ne de o 20'de birin aklının ucundan geçiyor. İşte kaçınılmaz olan...
Hayatımız proje!
Hava karardı mı büyük bir telaş, gergin bir huzursuzluk kol geziyor sokaklarda. Kendini göstermek için ne yapacağını bilmez halde sinir içinde koşturuyor insanlar o bardan bu meyhaneye. Ara sıra insanların akıllarını yitirdiğini bile düşünüyorum. Öyle ki, bazen, acayip olma halinin ötesine taşıyor durum.
Alın müzik ve yemekle ilgili acayip ötesi bir durum.
Projeler çağındayız malum. Örneğin, ne çalındığının önemi yok, müzik dinlemiyor artık kimse, müzik projeye dönüşmüş, alınıp, satılıyor. Böyle bir proje çerçevesinde Müslüm Gürses çağrılıyor mekâna. Yere yarı çıplak bir kadın yatırılıyor, üzerine suşi diziliyor, birileri bunun bir Japon 'yemek servisi sanatı' olan Nyotaimori olduğunu iddia ediyor, Japon olmayanlar "Bize ne ya" demeksizin bu iddiayı kabul ediyor. Müslüm söylüyor, "İtirazım var" diyor. Müşteri, kadının üzerinden aldığı sashimiyi wasabili soya sosuna bandırıp, yuvarlıyor. Post ötesi bir modernist eğlence!
Suşi yiyecekler bir 'projenin parçası' olarak oradalar... Ne Müslüm dinliyorlar, ne Nyotaimori ile sunulan suşiyi yiyorlar. Evet Müslüm'ü duyuyorlar, suşiyi yutuyorlar ama buna artık ne kadar 'dinlemek' ne kadar 'yemek' denebilirse... Amaç, orada bulunmak, projenin parçası olmak, “oradaydım” diyebilmek...
Müslüm en çok neye yakışır?
Öte yandan Müslüm'ün de bu durumu çok dert ettiğini sanmıyorum. Sonuçta biz öyle olmasını istiyor olsak da bir siyasal figür ya da bir filozof olma iddiasında değil ya adam! O da parasını kazanıyor.
Ama adım gibi eminim, aynı zamanda çok iyi bir şarkıcı olan, söyleyebileceği her parçanın hakkını veren o adam en çok meyhaneye yakışıyor. 'İçli olan' mekânlara... Rakıya, biraya, ucuz şaraba... Ocakbaşı dumanına, kayıkhanede tel ızgaradaki istavrite, akşamüstü bir marangoz atölyesinde çay bardağıyla yuvarlanan rakıya eşlik eden mangal üstündeki iki kalem pirzolaya, üç tavuk kanadına... Kızın mahallesinde tur atılan arabaya yakışıyor en çok...
Abartılı yoksunlukların şarkıcısından, abartılı tatminsizliklerin şarkıcısına dönüyor Müslüm. O buna gönül koymuyor belki, işini yapıyor sadece ama değişmiyor, 'kaçınılmaz' olandan kaçılmıyor. Evet, ilerlemenin doğası iki yönlü olduğundan rüküş olanı da kültüre dahil edeceğiz kuşkusuz, çünkü bu bayatlık eğlence denen şeyin ayrılmaz bir parçası aynı zamanda. Ve biliyoruz ki, bu eğlence endüstrisi bayatı üretmeden önce onun müşterisini üretiyor... Ama bizlerin de kaçınılmazları var, elimizdeki olanaklarla buna itiraz etmek gibi...
Yurttan sesler, daima!
Alın müzikle ilgili acayip ötesi bir durum daha...
Bir yıldır tamir edilmeyen stüdyoları yüzünden 'sessiz' kalan İstanbul Radyosu Yurttan Sesler Korosu çalışanları, Harbiye'deki Radyoevi önünde gösteri yapıyor. Hakikaten garip bir ülke burası... Daha geçenlerde Başbakan Erdoğan televizyonda karşısında Neşet Ertaş "Gönül Dağı"nı söylerken huşu içinde, ülkenin derin kültüründen dem vuruyordu. Bir yanda 'susturulmuş' Yurttan Sesler, diğer yanda kültür üzerine vaaz...
Yurttan Sesler'le ilgili kayıtları ararken 'ekşisözlük'e de denk geldim. Gençlerin çoğu, ülkenin birikimine derinden akan sessiz bir ırmak gibi su taşıyan Yurttan Sesler'i arkaik bulduklarını dile getiren alaycı bir dil tutturmuştu.
Bugün yaşadığımız coğrafyada müzik diye artık ne dinliyorsak hepsinde -buna rock ve pop da dahil- o 'kelle bağlama'ların, 'bir örnek giyinmiş, tekdüze yüz ifadeleriyle türkü söyleyen' kadınların, adamların payı, etkisi, katkısı var. Yurttan Sesler, ağır ve sıkıcı bir işi üstlenmiş durumda, belki de hiç arzu etmedikleri, başka şeyler yapmak istedikleri halde... Tıpkı bilim adamlarının, sanatçıların 'sıkıcı' ama kaçınılmaz olanda ısrar etmeleri gibi... Bilinir ki, geleneğin itinayla korunması, hayatın yenilenerek gelişmesi için 'kaçınılmaz'dır.
Meyhanenin korunması, 'eski' Müslüm Gürses'in korunması (!), Yurttan Sesler'in korunması da yeninin önün açılması için yürütülmesi gereken mücadeleye dahildir. Walter Benjamin, bugüne dek tarihin hep yenenler açısından yazıldığını, artık yenilenler açısından yazılması gerektiğini belirtmişti, tam o hesap... "İktidarsız" olduğu için zaman dışı, tuhaf, gülünç ve önemsiz görünene sahip çıkarak geleceğe sahip çıkma inadı, hepsi bu...