BİR 4/C ÇALIŞANI 4/C'Yİ ANLATIYOR...
TEKEL işçilerinin eylemi, doğru bellenen yanlışların yeniden gün yüzüne çıkmasına da vesile oldu.
Özelleştirmenin 'her şey' geri kalanın 'hiçbir şey' olduğunu belletmek için yırtınan öğretinin ipliği pazara çıkalı çok olmuştu ya eylem küllenmiş eski tartışmayı yeniden gündeme getirdi.
Şöyle ki... Epeydir 'sol nedir, solcu kimdir?' sorularının yanıtları güme gitmişti. Bu soruların yanıtlarını arayanlar solcular dışında herkesin 'sol' tanımını öğrendi de 'solcu'ya sormak hiç birinin aklına gelmedi.
Oysa; şu özelleştirme, hele de bizim ülkedeki özelleştirme bahsi bile başlı başına 'sol' ile 'sol olmayan'ın farkını belirlemek için şahane bir turnusoldu.
Nihayet TEKEL işçileri turnusol kağıdını sıvıya batırdı. Asit ile baz ortaya çıktı.
* * *
Ahmet Altan, TEKEL işçilerinin durumunu 'dram' olarak nitelediği Taraf'taki köşesinde (2 Ocak 2010), o gün gazetenin toplantı masasında ikiye bölündüklerini, bir grubun olaya 'akıl', diğerinin 'duygu' ile yaklaştığını belirtiyor.
Ve sonra da artık ezbere bildiğimiz tezleri sıralıyor.
Globalleşen dünyada devlet 'tekelleri'nin ekonomi mantığına tümüyle aykırı olduğunu saptayarak yola koyuluyor.
Tahmin edileceği üzere Altan'ın itirazı tekel oluşturan sermayeye değil onun aitliğine. Devlete aitliğine... Ve de devleti yöneten iktidarların sermayeyi arpalık olarak kullanmasına...
Ama biliyoruz ki, arandığında özel sermayenin de gizli ya da açık tekeller oluşturabildiği onlarca örnek bulabiliriz.
Burada, bir önceki yazıda kullandığım kapitalizmin 'kaba üretim formülü'ne (Sermaye + Emek + Üretim aracı = Mamul madde) yeniden bir gönderme yapıp hatırlatarak; ürünün niteliği ile sermayenin sahipliği arasında doğru orantı olmadığını tekrarlamakta fayda var. Ürün ile sermaye sahipliği arasında kurulan bağ tamamen 'siyasal, konjonktürel tercihlerle' ilgilidir. O tercihlerde malum, şartlara göre değişebilir. Yani bu üretim biçimine göre olmazsa olmazlardan biri 'sahiplik' değil, sermayenin kendisidir...
* * *
Diyor ki Altan, "Bizim devlet de diğer devletler gibi ekonomik alandan çekiliyor ve kendine ait kuruluşları özel sektöre devrediyor."
Bunu söyleyenler bir şeyi ya unutuyor ya da bilerek atlıyorlar... Son kriz bir kez daha gösterdi ki, en 'akıllı'ların yönettiği 'akıllı ekonomiler' sonunda devlet kasasından çıkan halka ait paralarla kurtarılmak zorunda kalındı. ABD, Almanya, İngiltere başta olmak üzere bir çok 'akıllı ekonomi' böyle ayakta tutuldu. Yani devletin ekonomik alandan çekildiği tezi en azından yakın tarihte doğrulanamadı.
Ayrıca zaten itiraz tam da burayaydı. Devlet, bir çok kârlı ekonomik alanı yok pahasına özel sektöre devretti, örneğin enerji... Bir çoğunu da çekilirken 'imha etti/ediyor', SEKA gibi, TEKEL tütün gibi...
Daha önce devlete ait işletmeleri 'arpalık' olarak kullananlar, bu işletmeleri rasyonel çalıştırmak yerine herkese ait olanı itirazlara rağmen yok pahasına elden çıkarıyorlar. Bakınız, bir önceki yazıda anlatıldığı gibi 'TEKEL İçki' 2.5 yılda neredeyse 4 katı değerlenebiliyor. Bunu ekonomik rasyonellerle açıklamak en azından toplama, çıkarma yapmayı bilenleri keriz yerine koymak olur ki, o kadar da değil...
'Ekonomik akıl'dan yana olduklarını iddia edenlere sormak gerek... Başka birilerinin kafası da 2.5 yılda o müthiş fikirleriyle MEY İçki'yi 'uçuranlar' kadar çalışıyor olamaz mıydı?
* * *
Geçmişte herkese ait olanları arpalık olarak kullananların devamı olanlar, altınları hemen elde etmek için yumurtlamasın diye horozsuz bıraktıkları 'altın yumurtlayan tavukları' keserken insanlar bir de alkışlasın isteniyor. E, ama tavuk iyi kötü herkesindi zaten. Şimdi o da yok!
Bilinir, liberaller her zaman demokrat görünmeyi severler! İyi de, zaten demokrasi kendine ait olanı savunma ve onu geliştirme mücadelesi değil midir? Savunma aracı elinden alınan birinin demokrasisi olur mu? Ne işine yarar adamın o demokrasi? 4-5 yılda atılan bir 'oy'dan mı ibarettir demokrasi?
* * *
Liberal söylem 'ekonomik akıl'dan yana olduğunu ısrarla vurgularken iş karmaşıklaşıp, içinden çıkılmaz bir hal alınca dil birden 'hak'ka döner. Aniden en keskin 'eşitlikçi' kesilir.
Bu yazıda da öyle oluyor ve aynen şöyle diyor Ahmet Altan; "Eğer devlet, 'işsiz kalan' işçilere para verecekse, bu para çalışanların parasından verilecek. Çalışanların paralarını alıp, bu paraları “çalışmayanlara” ya da emeklerine artık ihtiyaç duyulmayanlara dağıtmak hak kavramına uygun mu?" (Hatırlanırsa, emekli maaşlarını açıkladığı gün Başbakan Erdoğan da bu tezi benzer cümlelerle tekrar etmişti...)
O zaman sorsak, "Hani liberal serbest piyasa ekonomisi, sistemlerin en akıllısıydı!" diye, ne yanıt alırız acaba!..
İnsanları işsiz güçsüz ya da onların deyimiyle 'emeklerine artık ihtiyaç duyulmayan' birine dönüştüren bir sistem nasıl oluyor da 'akıl'lı olabiliyor. Çalışanı işsiz, parasız bırakan, dolayısıyla sağlık, eğitim gibi temel hizmetleri bile alamaz hale getiren bir sistemin 'aklı' nerede, neresinde!
Kendimizi kandırmayalım, sistemlerin 'aklı', 'vicdanı' olmaz. Onlar insanlarda olur. Ve insanlar için daha iyi bir dünyayı da ancak 'aklı' ve 'vicdanı' olan insanlar hayal eder, tasarlar. O nedenle bu 'akılsız dünya'ya karşı yeni bir akıl, bu 'vicdansız dünya'ya karşı yeni bir vicdan geliştirmek gerekiyor.
* * *
"Hayat 'akılla' çok fazla çatışamaz, çatışırsa sonuçta sorunlar daha da büyür" diyor Ahmet Altan. Doğru...
Şimdi TEKEL işçileri için sorun büyüdü, hayat 'akıl'la çatıştı. Peki sorunu onlar mı büyüttü? Ve hadi diyelim ki onlar büyüttü... Peki şimdi ne yapacağız? Onlara nasıl bir hayat önereceğiz? Çocuklarına, kadınlarına, evde baktıkları ihtiyarlarına ne diyeceğiz? Bu dünyada 'ihtiyarlara yer yok' mu diyelim? "Fukaranın çocuğuna bu gezegende hamamböceği kadar değer veremeyiz" mi diyelim? Hadi bir 'akıl' verelim şimdi onlara, varsa biraz umut verelim!
* * *
"Ayrımcılık", "eşitsizlik" kavramlarını da eğip büküyor Ahmet Altan, kullanışsız hale getiriyor... Diyor ki; "Özel sektörde çalışanlar rekabetin kızgın olduğu bir alanda ve her türlü riski göze alarak çalışırken, “devlet çalışanlarının” rekabetten ve riskten uzak bir çalışma hayatı sürdürmeleri eşitliğe ne kadar uygun? (Başbakan Erdoğan bu bölümü de tekrarladı o konuşmasında.)
Üretim biçiminin değiştiği, makinelerin işçilerin yerini aldığı bir dünyada “işsizlik” kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkıyor ve bütün dünya işsizliğin yakıcı acısını yaşıyor. (Bu 'kaçınılmaz sonuç' akıllı bir ekonomiye uyuyor mu? Bunu halledemiyorsa neresi 'akıl'lı olur?)
Ama devlette çalışanları bu acıdan kurtarıp, özel sektörde çalışanları bu acıyla karşı karşıya bırakmak ciddi bir ayrımcılık olmuyor mu? Özel sektörde çalışanlar neden verdikleri vergilerle “devlette” çalışanların hayat garantisi olsunlar?"
Bu bölüm için sayfalarca yazılabilir de bir örnekle geçeyim.
Barack Obama, sağlık yasasını çıkarmaya çalışırken isyana varan yürüyüşler düzenlemişti iş ve para sahibi beyaz Amerikalılar. Ne diyorlardı; "Benim vergimle yoksula, fakire, işsize sıhhat verme!"
Nasıl benziyor ikisi de birbirine değil mi? Dünyanın en 'akıl'lı ülkesindeki akıllılarla, dünyanın akılsız ülkelerinden birindeki 'akıl'lılar aynı dilde buluşuyorlar...
* * *
Ve Altan sorunun çözümü için yönü gösteriyor; "Bugün bütün dünyada politikacılar, özellikle de “yeni sol”, akıl ile duyguyu biraraya getirecek yeni bir politika arıyorlar."
İşler kalabalıklar için çözülemez bir yumak halini alınca çözüm için 'sol' referanslara başvurmaktan daha anlaşılır bir şey olmaz elbette. Epeydir IMF'in, Dünya Bankası'nın kıdemlilerinin hep 'solcular'dan seçilmesi tesadüf değil elbette.
Ve elbette hep birlikte 'yeni sol'u arayalım. Arıyoruz da zaten... Ama 'eski sol' bu meşhur formüldeki en temel problemi çok önce tespit etmişti zaten. Şu meşhur 'sınıf mücadelesi' problemini... Doğru düşünebilmek için bari orayı 'elde var bir' yapalım. 'Elde var bir'i bırakıp 'sıfır'a dönersek onlarca yıldır verilen mücadele sonucu bize devredilen bilgi heba olmuş olur.
Son 30-40 yıldır sürdürülen ve şimdilerde de 4/C başlığıyla yürütülen kapışma, adını beğenseniz de beğenmeseniz de, 'köhne kavram' diye dudak büküp alay da etseniz düpedüz 'sınıf mücadelesi'dir.
Yasalar, gerek idelojik ve moral üstünlük, gerekse çalışanların örgütlerinin darmadağın edilmesi sonucu toplumsal gücü tekrar ele geçirenler lehine hızla değiştirilmektedir. Çalışan sınıfların onlarca yıllık mücadelesi sonucu elde edilen haklar, birer birer geri alınmaktadır. Bu 'sınıf mücadelesi' değilse gerçekten de nedir?..