Cem Dizdar

11 Mart 2010

Arabesk bir yere gitmedi, buralarda bir yerde ama...

Hayatın düzeni içinde arabesk sadece biraz çaptan düştü, performansı yitirdi.

 

'Ruh çağırma' seansları kaybettiklerimizden bize haberler getirmez, biliriz. O sesleri ya yanımızdakiler çıkarır ya da zihnimiz amatör bir illüzyoniste dönüşüp bize küçük oyunlar oynar. Yine de güzeldir geçmişten duyduğumuzu sandığımız sesler, bize iyi gelir. İçimize bakmamızı, kendimize göz atmamızı sağlar... Ama keşke murâd ettiklerimiz gerçekleşebilse, keşke...
Ertuğrul Özkök, "Aha da şuraya yazıyorum arabesk dönüyor" demiş. Kanımca bunu söylerken çok temel bir yanlışa düşmüş. Çünkü arabesk geri dönecek kadar uzağa gitmedi hiçbir zaman. Buralarda bir yerdeydi hep, olması gereken yerde, ‘çevre’de. Birileri hala çalıp söylüyor, birileri de hala dinliyor emin olun. Minibüslerde yasaklandı ama taksilere binenler, küçük atölyelere girenler pekâla duyabilirler karşılıksız aşkların, kavuşamamanın şarkılarını…


Ama şu rahatlıkla söylenebilir; hayatın yeni düzeni içinde arabesk biraz çaptan düştü, performans yitirdi. Ve elbette kendi doğasına uygun olarak dönüştü dönüşüm sırasında da başka formları besledi.
Yine de belirtilmeli ki, eğer arabesk dediğimiz türden; Orhan Gencebay, Mine Koşan, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses ve ardılları anlaşılıyorsa boşa umut edilmesin o form bir daha geri dönemez... Çünkü kendini tekrarlayan hiçbir şey kendini yeniden üretemez. Kaldı ki, ‘kült arabeskin’ kendini yeniden üretebilme koşulları Özkök'ün de tespit ettiği gibi geçmişte kaldı.
Yine de o yazıda benim için garip olan şu oldu. Ertuğrul Özkök, arabeskin dönüş müjdesini tam da arabeskin muarrızları üzerinden vermeye çalışıyordu. Yazıda adını zikrettiği tüm müzisyenler arabeskin 'altın çağı'nda büyümüş olabilirler elbette ama ciddi bir sorun var bu noktada. O şarkıcıların hepsi 'merkez’in çocukları. Oysa arabesk 'çevre'nin müziğidir. O, 'içeri' değil 'dışarı'dır. Ve o muhalif gibi görünen hali de bu 'dışarı'lıktan, 'çevre'den olmasından kaynaklanır.
Her mesele gibi arabesk meselesinin de iki yüzü vardır. Evet, ilerici, muhalif bir yanı vardır kuşkusuz. Zaman zaman "Batsın bu dünya", "Bizi bu fark yaraları öldürür" gibi radikale çalan bir dil de kullanır ama çoğunlukla verili düzenin hiç istemediği pesimist bir itiraz diline sahiptir. Ve işte bu potansiyel hayatın dönüştürülmesi için çok önemli bir çıkış noktasıdır. Nasıl mı? O da artık ayrı bir yazı…
Arabeskin diğer yanı ise itiraza ve isyana en çok ihtiyacı olan toplumsal katmanların ruhunu 'ıslah' ediyor oluşudur. Evet, isyankârdır ama daha çok içe kapanık bir isyankârdır. Ya da belki şöyle söylemek gerek, isyanı içinde yaşadığı hayat üzerinden kendinedir. Değiştirmeye dönüştürmeye ilk elden aday değildir, kabullenmeye kurguludur. O nedenle eğlenceye değil eleme yatkındır. Tıpkı din meselesinde olduğu gibi arabesk için de rahatlıkla 'yoksulların iç çekmesi' tanımı yapılabilir... İnsanı kederiyle baş başa yaşatan ve kendisi gibi kederli olanlarla bir araya gelmesini engelleyen bir dili de vardır ki arabeskin bu da ‘gerici’ yanı olarak kaydedilebilinir.


Ne zamanki yıllarca zorladığı 'merkezin kapı'sı kendine açıldı, merkeze davet edildi ve o davete icabet etti işte o zaman artık arabesk de 'eski arabesk' olmaktan çıkmaya başladı. Arabeskin sönümlenişinin - ya da dönüşümünün diyelim - miladı kanımca Orhan Gencebay'ın bir yılbaşı gecesi TRT'de görünmesidir. O bayrağın burca dikildiği bir zafer gecesi olduğu gibi inişin de ilk günüdür aslında.


Gencebay arabeski olduğu kadar toplumsal hayatı anlamamız konusunda da çok önemli bir fenomendir. Onun müziğinin öncesinin ve sonrasının izini sürerek memleketteki muhalif hareketlerin ruhları ve encamları üzerine epey bilgi toplayabiliriz. Dikkatle incelenirse Gencebay'ın müziği 80'lerin hemen başlarında ciddi ivme kaybetmiştir. Toplumsal formasyon değişirken Gencebay'ın müziği de ister istemez yavanlaşır, kurur. Gencebay ne kadar arandıysa da bir daha o eski duyarlığa ve kitleselliğe bir türlü ulaşamaz. Çünkü ayağını bastığı zemin eski zemin değildir ve ne yazık ki ‘aynı ırmakta iki kere yıkanılamaz…’


Konumuza dönersek... Özkök'ün dinlediğinde 'arabesk müjdesi bulduğu' gençler tam da arabeskin kitlesinin en uzağındaki seslerdir aynı zamanda. Arabesk şarkılar söylüyor olabilirler. Ancak Sezen Aksu 'Tanrı İstemezse'yi söyleyince nasıl arabesk söylemiş olmuyorsa bu arkadaşlar da aynı durumdadır. Onlar steril, temiz çocuklardır... Çevreye ve taşraya uzay kadar uzaktırlar. Haliyle arabeskin kitlesinin onlarla bağ kurabilmesi, onlar üzerinden kendilerini ifade edebilmesi, onları kendi ifade edemedikleri duygularının ifade edicileri haline getirmeleri imkânsızdır.


Bir zamanlar Can Kozanoğlu da benzer bir iddiada bulunmuş, çevreden merkeze hiphop söyleyen gençlerin akacağını ön görmüştü. Doğrusu önce bir iki kıpırdandı hiphop memlekette... Hele de Almanya'dan Cartel gelince ortalık şöyle bir sarsıldı. Cartel ruhu kenar mahalleli memleket çocuklarına değil de daha çok evlerinde odası olan gençlere ilham verdiyse de devamında Ceza'ya, Sagopa'ya kadar uzanan bir hat oluşturdu. Ancak bir gün Ceza, sahneden tam da hiphop'un ruhuna uygun olarak Kıraç'a küfürü basınca işler değişti. Millet önce "Ne oluyor?" dedi ama fazla sürmedi. Hemen özür diledi Ceza, ardından da reklâmlara, dizilere geçti. Hızla 'ıslah' oldu. Kanımca ıslah olmaya da zaten gönüllüydü.
Özkök'ün müjde bulduğu şarkıcılar da o misal... Gencebay, Gürses, Tayfur, Koşan ruhuna en uzak yerden zaten arabesk yapılamaz. Teoman, Mirkelam ve Yüksek Sadakat'i dışında tutarak söylüyorum, daha çok bir Sezen Aksu alt kadrosu olabilecek şarkıcılardan bu müjdeyi almak kanımca arabesk üzerine az kafa yormuş olmakla ilgili. Hele ki projeler çağında bir 'proje şarkıcılar/şarkılar' dinleyip oradan toplumsal itiraza dair ipuçları aramak belki de doğru yerde aranacak şeyi yanlış yerde bulmaya çalışmak olarak görülmeli.


Yine de kendi adıma, en azından beni arabesk üzerine yeniden düşünmeye sevk ettiği için Özkök'ün yazdıklarını çok önemsedim...