Celal Başlangıç

09 Ağustos 2015

Kâbesi insan olan usta!

Ara Güler: Tortum'un oradan keleğe binip de hangi deli Fırat'ı geçeceğim diye yola çıkar?

89 yaşında yitirdiğimiz büyük usta Fikret Otyam'ın 80. yaşını İstanbul'da Büyük Londra Oteli'nde kutlamıştık. 2005'in Aralık ayında yapılan bu kutlama vesilesiyle ustanın yaşam öyküsünü Radikal'de, 'Zaman Mekan ve İnsan' köşesinde yazmıştım. Hayatın Rengi Gökkuşağı adlı kitabımda da yer alan bu yazı ile 'Kabesi insan olan' bu ustanın onurlu yaşamı önünde bir kez daha saygıyla eğilelim.

Yemen çöllerinde bir haber gelir eczacı Yüzbaşı Vasıf İbrahim'e. İstanbul'daki eşi çok hastadır. Düşer yollara. Yemen'le İstanbul'un arası iki aydır o yıllarda. Varır ki memleketine, karısını bir gün önce toprağa vermişler.

“Tam da Kerime Nadir romanlarından bir yaprak gibi”dir yaşanan. Döner yine Yemen'e. Bir süre sonra orada Beyşehirli Kolağası Osman'ın kızı Naciye'yle evlendirirler. Tastamam 12 yıl Yemen çöllerinde kalmıştır Yüzbaşı Vasıf. Bunun iki yılı da İngilizlere esir olarak geçmiştir.

Artık İstanbul'a dönüş zamanıdır. Limandan Alman bandıralı Baron Bek gemisiyle yola çıkılır. Naciye hamiledir. Denizde sancısı tutar. Askeri operatör Nedim Bey doğumu gerçekleştirir. Bir oğlan çocuğu dünyaya gelmiştir. Doğumu yaptıran doktorun adı verilir subaylar tarafından; Nedim. Gemi kaptanı da geminin adını verir; Baron Bek. Gemi tayfası da denizde doğduğu için “Bahr”' adını verir. Böylece olur adı Nedim Bahri Baron Bek. Yıllar sonra ünlü bir besteci, orkestra şefi olacak bu çocuk Nedim Otyam'dır.

Ağabeyinin bu hikâyesini anlattıktan sonra kahkahayı bastı Fikret Otyam. 80. yaş gününü kutladığı Beyoğlu'ndaki Büyük Londra Oteli'nin kadife perdeleri bile titredi. 82 yaşındaki ağabeyi Nedim Otyam da tam karşısındaydı Fikret ustanın. Babaları, ordudan ayrıldıktan sonra Niğde Aksaray'da eczane açmış. Tüm kardeşler, o eczanede çırak. Daha çok köylülerle ilgilenen Fikret Otyam, teneke üzerine onların resimlerini yapıyor. 

"Halkımı o yaşlarda, eczanede tanıdım. İnanılmaz bir fakirlik vardı. İkinci Dünya Savaşı yılları daha felaketti. Sıtma, uyuz, trahom halkı kırıp geçiriyordu. Dürüstlüğü, insan sevgisini babamdan öğrendim." 

Liseden sonra İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'nde öğrencidir Fikret Otyam. Dönemin ünlü yazar, şair, ressam, oyuncu ve gazetecileriyle tanışır hocası Bedri Rahmi'nin atölyesinde. Bir gün Beyoğlu'ndaki Yorgo'nun meyhanesinde yanındaki arkadaşına yazdığı bir öyküyü okumaktadır Fikret Otyam.


Sait Faik'in vasiyeti


"Sarı saçlı, kirli pardösülü biri arka masadan bizi dinliyor. Polis sandım. Bedri Rahmi'yi falan takip ediyorlar zaten. Öyküyü bitirdim. O adam, “Anlattığın gibi yazsana” dedi. Sait Faik'miş. Ölünceye kadar dost oldum. Hep, anlatım dilinde yazmaya çalıştım. Onun vasiyetiydi."

Öğrenciliğinde gazeteciliğe başlar Fikret usta. 1952 sonunda Dünya'nın röportajcısıdır. Doğu ve Güneydoğu ile ilk kez bu yıllarda tanışır:

"1953'te akademiyi bitirdim. Falih Rıfkı dinlenmemi istedi. Bir vapurla Hopa'ya gidip gelmemi önerdi. Masrafları da gazete verecekti. Ama aklım bölgedeydi. Sonunda kendimi, Sirkeci'de bir kamyonda buldum. Ankara, Adana derken bir salın üzerindeydim, Bilecik'te Fırat Nehri'ni geçiyordum."
Diyarbakır'a, oradan Van'a uzanır. O sıralarda Cumhuriyet'in röportajcısı Yaşar Kemal'le yarış vardır aralarında. Dönüşlerinde Dünya'da tam sayfa yayımlanır bir ay boyunca Otyam'ın röportajları. Diğer yandan da Cumhuriyet'te Yaşar Kemal'in. 
"Yer yerinden oynadı yazılar karşısında. Yabancı ajanslar yazılarımızdan bölümleri dünyaya yaydı. Doğu, bizim tuttuğumuz aynayla ortaya çıkmıştı."

Ama Doğu ve Güneydoğu insanının sesi olmak, onun yoksulluğunu, horlanmışlığını, ezilmişliğini, yolsuzluğunu, susuzluğunu, elektriksizliğini, okulsuzluğunu, doktorsuzluğunu yazmak öyle kolay değildir bu ülkede. Hemen polisten damgayı yer Fikret usta; Kürtçü-komünist.

O günden beri bölgenin insanını hiç boşlamamıştır. Onların gözü, dili, savunucusu olmuştur. Cumhuriyet gazetesindeki yıllarında, Aksaray'da, çocukken tanıdığı “Kızılbaşlar”ın peşine düşmüş, fotoğraflarını çekmiş, türkülerini derlemiş, kitaplarını yazmıştır. Peşlerinden Horasan'a, Necef'e, Kerbela'ya gitmiş, Irak çöllerinde deli danalar gibi dolaşmış, buraları gönülden yaşamıştır. Alevi olmadığı için üzgündür, ama Bektaşiliği seviyordur.

Röportajlar kitaba dönüşmüş: Gide Gide, Ha Bu Diyar, Hu Dost, Harran, Irıp, Ey Samandağ Samandağ, Topraksızlar, Bir Karış Toprak İçin, Mayınlar Çiçek Açmaz.

12 Eylül'e giden yollara döşenen kanlı taşların da tanığıdır Fikret Otyam. Kahramanmaraş katliamını önceden görüp uyaran bir gazetecidir. Ancak ne dönemin İçişleri Bakanı'na, ne de Ulus gazetesinde birlikte çalıştığı Başbakan'a anlatamamıştır gelen tehlikeyi. Sonunda İçişleri Bakanı'nı istifaya çağırmış, birkaç gün sonra da kent kan gölüne dönmüştür; 103 ölü.

Onun gazeteciliğini anlatırken dostu Ara Güler, "Maceracıdır, kâşiftir" der, "Tortum'un oradan keleğe binip de hangi deli Fırat'ı geçeceğim diye yola çıkar?"

1950'de başladığı gazeteciliği 30. yılında bırakmıştır Fikret Otyam, eski denizlerine, fırçasına ve tuvaline yelken açmak üzere. Gider Antalya'nın Gazipaşa'sına yerleşir. Gazeteciliğe, “Al atını ve tımarını” der. Nedeni de çok basit:

"Yapamadığım resmi yapabilmek için, yazamadığım kitabı yazabilmek için, içemediğim rakıları içebilmek için, giremediğim denize girebilmek için, soluyamadığım temiz havaları soluyabilmek için."


'Ne güzeldir yaşamak'

 

1980'li, 90'lı, 2000'li yıllarda Doğu'da, Güneydoğu'da; Urfa'da, Harran'da, Diyarbakır'da, Van'da, Cizre'de haber, röportaj peşinde koşarken hep bu yollardan benden önce geçmiş birini takip ediyormuşum duygusunu yaşadım. Bu usta Fikret Otyam' dı. Şimdi Tepebaşı'ndaki Büyük Londra Oteli'nde onun doğum gününü kutluyorduk; yalnız çiğ köfte değil, davul-zurna bile vardı salonda. Tam ortalarında, derin bir yudum alıyordu rakısından, "Ne güzeldir yaşamak. Kıvançtır. Güzel bir gökyüzü, güzel bir deniz, karlı bir dağ, akşam rakısı buz gibi, güneş rakı burcuna girerken bir kadeh içki içmek, bir kuş sesi duymak, güzel bir müzik dinlemek, güzel bir haber almak. İşte bunlar yaşamanın kıvancı" der gibi.

Hep Kâbesi insan olmuştu Fikret Otyam'ın. Önce gazeteci olarak; kalemiyle, teybiyle, fotoğraf makinesiyle; şimdi de fırçasıyla tuvaliyle; ama hep sevdasıyla, yüreğiyle. Yoksulların, kimsesizlerin, marabaların, Doğu ve Güneydoğu insanının yazarı, fotoğrafçısı, ressamı olmuştu. 80. yaşın kutlu olsun usta.