Celal Başlangıç

15 Aralık 2014

Bu işi 'Türk Baharı' temizler mi Olric!

Şaka gibi geliyor insana ama yaşanılan gerçekten 'çılgınlık hali'ydi...

Öyle büyük bir çılgınlığın içine sokuldu ki bu ülkenin insanları, artık içinde bulunduğumuz delirme halini, ancak Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ındaki hayali kahramanı Olric açıklayabilir.

Ülkesini "Fenike Kuşu"na benzeterek başladı anlatmaya.

Zamanı gelince alev alev tutuşup yanan, geriye külleri kalan; ama küllerinin içindeki "kor*dan yeniden dirilen, yaşama dönen, kocaman siyah kanatlı bir kuşu anlatıyordu.

"Fenike Kuşu", yani "Phoenix", yani "Anka" ya da "Simurg".

Ama Suriyeli akademisyen Dr. Şadi Ahmet "İki dakikanız kaldı diye uyarmayın beni" diyordu "Çünkü çok doluyum, bizim yaşadığımız ne 'Arap Baharı', ne devrim. Bizim yaşadığımız tam bir felakettir".

Yeniden doğma, yaşama dönme aşamasında değildi "Fenike Kuşu".

Şu anda tutuşmuş, alev alev yanma, kül olma sürecindendi Dr. Ahmet'in ülkesi Suriye.

Tıpkı her coğrafyada farklı anlatılan mitolojik "Fenike Kuşu" öyküsünde olduğu gibi...

Libya Araştırma Merkezi Başkanı  Senussi Bsaikri, ülkesinin geleceğinden umutsuzdu.

"Libya yakın gelecekte toparlanamaz. Biri doğuda, diğeri batıda iki ayrı meclis, iki ayrı hükümet var.   ABD, İngiltere, İtalya, Fransa gibi 'büyükler'i bekliyoruz. Bir an önce müdahale etmeliler ve iki ayrı hükümeti birleştirip ulusal birliğimizi sağlamalılar. Bunun başka yolu yok, dışardan müdahalenin dışında bir çözüm göremiyorum."

Mısırlı akademisyen Dr.  Walid Salama ülkesindeki diktatör Hüsnü Mübarek'ten kurtuldukları günlerin umudunu, Müslüman Kardeşler iktidarının yaşattığı kabusu, arkasından askeri darbenin ceberrut yüzünü anlatırken aslında bir diktatörden kurtulurken askeri bir darbenin kucağına düşmüş  ülkesinde savrulan hayatların; yaşanılan umuttan, düş kırıklıklarına dönüşen hazin bir tablo çiziyordu.

En umutlusu Uluslararası İşbirliği İçin Mağrip Formu'nun Tunuslu Başkanı Muhammed Adil'di.

Çünkü ülkesinde diktatörü devirmişlerdi. Yeni anayasa yapıp, seçimlere gitmişti. İlk seçimleri, Müslüman Kardeşler çizgisine yakın görünen, ancak köklerini buradan almayan İslamcı Nafta kazanmıştı. Daha bir ay önce yapılan ikinci seçimleri, sola, sosyal demokrasiye yakın çizgisiyle, seküler bir parti olan Nida kazanmıştı. Şimdi de yeni cumhurbaşkanlarını seçeceklerdi.

"Bahar bitmez, devrim bitmez" diyordu Dr. Adil geleceğe dönük umudunu dile getirirken.

Yani "Arap Baharı"nın ilk kıvılcımını çakan Tunus dışında kimse ülkesinin geleceğinden umutlu değildi.

Ataşehir Belediyesi'nin desteğiyle Sosyal Dönüşüm Vakfı Girişimi'nin düzenlediği "Tunus'tan Kobane'ye Arap Baharı'nın Etkileri" panelinde Mısırlı, Tunuslu, Suriyeli, Libyalı akademisyenler, aydınlar ve yazarlarla birlikte konuşmacıydık.

CHP'nin Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, deneyimli diplomat, Ortadoğu'da uzun süre görev yapmış Murat Özçelik de bir diğer katılımcısıydı panelin.

Kuzey Afrika'dan Ortadoğu'ya, oradan Türkiye'ye doğru uzanan bir yolculuk yapıyorduk panelde.

Salon tıklım tıklım doluydu. Çok duyarlı, konuyu anlamak, bilmek, sorularına yanıtlar bulmak isteyen çok değerli bir izleyici kitlesi vardı karşımızda.

Suriyeli akademisyen Dr. Ahmet'ten sonra sıra bana gelmişti. Kobane'den Rojava'dan Türkiye'ye doğru bir geçiş yapacaktım.

Ancak. Kuzey Afrika'dan, Ortadoğu'dan gelen konuşmacıların çoğunun anlatımıyla öyle bir umutsuz, kanlı, ülkelerin çoğunu yakıp kül eden bir tablo çıkmıştı ki ortaya, "Arap Baharı"nın küllerinden yeni bir yaşama dönüşmesi için daha çok "Fenike Kuşu"nun alev alev tutuşması gerekiyordu.

Sıra bana gelince "Aslında, 'Arap Baharı', deniliyor ama bence bunu 'Kürt Baharı' diye adlandırmak lazım. Çünkü bu süreçten en karlı çıkanlar Kürtler oldu" diye başladım sözlerime.

Çok sayıda CHP'li vardı salonda. Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt, Belediye Başkanı Battal İlgezdi, partinin çeşitli kademelerinde görev yapan yöneticiler, üyeler...

Zaten salonu dolduran kitlenin kimlerden oluştuğunu merak eden Arap konuklara, katılanların yelpazesini "CHP'liler çoğunlukta, sosyalistler de var. Ama ne yazık ki gördüğüm kadarıyla AKP'liler yok. Çünkü onlar genellikle bu tür toplantılara gelmiyorlar. Sadece seçimde gidip oy veriyorlar" diye çizmiştim.

Böyle bir kitlenin eğiliminin ne kadar solda olduğu, okuduğum Rojava Anayası'nın ilk cümlesi bitince gördüm.

"Din, dil, ırk, inanç, mezhep ve cinsiyet ayrımının olmadığı" diye başlayan ve "Bizler Demokratik özerk bölgenin halkları, Kürtler, Araplar, Süryaniler (Asuri ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz" sözleriyle biten Rojava Toplumsal Sözleşmesi'nin ilk cümlesini okuyunca salondan büyük bir alkış koptu.

Aslında bu CHP'yi soldan, sosyaldemokrasiden iyice uzaklaştırıp daha merkeze, hatta sağa doğru yaslama projesi yapanlara da iyi bir yanıt gibiydi.

Girişimin sözcüsü ve panelin moderatörü Gamze Akkuş İlgezdi toplantının başında yaptığı sunuşta "Arap Baharı"nın dinamiğini şu cümlelerle anlatmıştı:

"Aslında çok insani nedenlerle başladı “Arap Baharı”. İşsizlik, pahalılık, kötü yaşam koşulları, siyasi yozlaşma, rüşvet…İktidarların yolsuzlukları, hırsızlıkları, usulsüzlükleri…Kurdukları otoriter rejimlerle halkı baskı altına alan despotlara karşı bir harekete dönüştü. Bu coğrafyada yaşayan halklar insanca yaşamak, demokrasi ve özgürlük istiyordu."

Bu sunuştan sonra Arap ülkelerinden gelen aydınların büyük bölümünün geleceklerini ararken yaşadıkları zorlukları, bazı ülkelerin içine düştüğü yıkıntıları, çöküntüleri dinlerken içimin daraldığını farketmiş ve kendimi şöyle düşünürken yakalamıştım:

"İyi ki kendi 'baharını' arayan bir ülkenin yurttaşı değilim!"

Aslında ne kadar yanıldığımı, bunun nasıl da şuursuz bir düşünce olduğunu sabah uyanınca bir kez daha suratıma çarptı Türkiye'nin gerçeği.

Yine bir operasyona uyanmıştı bu ülke.

Gazeteciler, televizyoncular, hatta bir dizi filmin yönetmeni, yapımcısı, senaristi bile gözaltına alınıyordu "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni ele geçirmek amacıyla" diye başlayan bir dizi suçlamayla...

Zaten, günlerdir bir "çılgınlık" yaşanıyordu Türkiye'de.

Daha önce devletin içinden verdiği bilgilerin büyük bir kısmı doğru çıkan, devletin bütün istihbarat örgütlerinin aramasına karşın aylardır kim olduğunu bulamadığı, neredeyse bir efsaneye dönüşüp "Twitter fenomeni" adını alan Fuat Avni adlı bir kullanıcı büyük bir medya operasyonu yapılacağını yazmıştı.

Adı bile sahte olan bir twitter kullanıcısının attığı bir twet ülkeyi ayağa kaldırmış, günlerdir insanlar "Cemaat çizgisi"ndeki yayın kuruluşlarının, Çağlayan Adliyesi'nin önünde gösteri yapıyor, sabaha kadar nöbet tutuyorlardı.

Bu ülkeyi tanımayan bir yabancının kolaylıkla "çılgınlık hali" diye tanımlayacağı bir süreç yaşanıyordu.

Ama, o "çılgınlık" gerçek oldu ve biz pazar gününe canlı yayında Zaman Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'nın gözaltına alınışını izleyerek başladık.

Şaka gibi geliyor insana ama yaşanılan gerçekten "çılgınlık hali"ydi.

Hatta gözaltına alınanlar arasında dört yıl önce bitmiş bir dizinin yönetmeninden senaristine kadar çok sayıda insan vardı.

Herhalde suçları "televizyon dizisi çekmek yoluyla Türkiye Cumhuriyeti devletini ele geçirmeye kalkmak"tı.

Müthiş bir korkutma, sindirme, basını susturma, muhalif sesleri boğma dalgasının ortasında kalmıştık- yasa değişikliğindeki  "makul şüphe"nin daha Resmi Gazete'deki mürekkebi kurumadan.

Aslında Türkiye'nin aydınları, demokratları, sosyalistleri büyük bir sınavdan geçiyordu; hak ve özgürlükleri çifte standart kullanmadan, "ama"lı cümleler kurmadan çıkıp ortaya savunacaklar mıydı? Yoksa rövanşist bir anlayışla, sırtını AKP'nin operasyonuna dayayıp "Oh" mu çekeceklerdi? Oysa, bir 'zaman'lar zulme ortak olsalar da bugün onlara zulüm yapan despotlara karşı çıkma günüydü. Zulmü fırsat bilip hesaplaşma günü hiç değildi.

Yani ne farkımız vardı Arap Baharı'nın dinamiklerini tanımlarken kurulan "Bu coğrafyada yaşayan halklar insanca yaşamak, demokrasi ve özgürlük istiyordu" cümlesinde kastedilen ülkelerden?

Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ında roman kahramanının zaman zaman konuştuğu hayali bir kişi vardır "Olric" adında. Son günlerde en çok güldüğüm sosyal medya diyaloğu, bu romandaki kalıbı kullanarak yazılan bir diyalogdu:

"-Kobanê düşer mi Olric ?

-Hayır efendimiz,Kürtler düşmeyen Kobanê yapmış :)"

Şimdi yine Olric'e sormanın zamanı geldi galiba:

- Söyle Olric, bunlar 'demokrasi, özgürlük istiyoruz, hukuka, demokrasiye darbe yapılıyor' diye diye yoksa bir Türk Baharı mı tezgahlıyor?

- Evet efendimiz, milleti "baharı bekleyen kumrulara" çevirdiniz, sonunda, bu işi Türk Baharı temizler!