Feridun Ertaşkan
Cazkolik.com, Editör
İstanbul Caz Festivali Danışma Kurulu üyesi
Yazının başına oturana kadar bütün gün kendimi İstanbul Caz Festivali'nin 25 yılına dair her yıldan bir konser hatırlamaya adadım ama nedense aklıma ilk gelen 4 temmuz 2003 akşamı oldu. Simply Red'in Açıkhava Tiyatrosu konseri, bir caz konseri bile değil. "Stars" sanatçının 1991 albümüydü. Tıpkı albüm kapağı gibi yıldızlı güzel bir gece hatırlıyorum. Zaten Mick Hucknall'ı severim. 1985 yılı albümü "Picture Book"ta "Holding Back the Years"ı söylediğinde henüz 25 yaşındaymış, yani, benden sadece üç yaş büyük, hiç öyle düşünmemiştim.
* * *
Şimdi Mick de ben de ellileri aştık, hayatımın yarısında İstanbul Caz Festivali varmış ama özgül ağırlığı 25 yıldan çok daha fazla. Mick gibi arada başka müziklere meyletsem de ben tutkulu bir cazseverim. Bu yüzden caz festivalleri benim için bayram tatili gibidir. Zaman, alışkanlıklar ve hayatın akışı inanılmaz hızla değişse de caz festivalleri ne anlamından ne öneminden hiçbir şey kaybetmedi. Bunu söylerken acaba başkaları için kaybetmiş midir diye düşündüm, sanmıyorum, zira caz festivalleri mevsimler gibi gelip geçer değil, hiç olmadı. Caz müziğinin yazgısıyla paraleldir festivaller. Hayatımızda var olmak ve yaygınlaşmak için üretmiştir kendini. Müzikle ilgili bildiğimiz her şey zamanla değişime uğradı ama insanla ilgili olanlar ve festivaller hariç. Eğer, 1954 dünyanın ilk caz festivali kabul edilen Newport Caz Festivali ile 1994 1. Uluslararası İstanbul Caz Festivali arasında hayali bir düz çizgi çizseniz arada 40 yıl değil kocaman bir caz tarihi bulursunuz. Dünyanın ne kadar uzak iki ucu değil mi? Newport'a kadar bir anlamda kendi içinde kavrulan, küçük mekanlara sıkışmış caz dışarda çok büyük bir dünya olduğunu keşfetti. Yüzyılın başından itibaren elli yılda New Orleans Storyville'den ancak Chicago ve New York'a varabilen caz on yılda bütün dünyaya ulaştı. Attila İlhan'ın cızırtılı radyo istasyonlarında uzak bir hayal gibi aradığı o devasa sanatçıları biz kısa zamanda kanlı canlı karşımızda bulduk.
* * *
Seksenler İstanbul’da caz festivallerinin başladığı yıllar oldu. Altmışlardan itibaren yer altı ırmağı gibi akan bir talepti bu sevgi. Bir şekilde yeryüzüne çıkıp kendini belli etmeliydi. Bir nevi toplum dinamiği. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı bu dinamiği yetmişlerin başında ilk gerçek müzik festivalimize yönlendirmişti, klasik müzik festivali bir tür koza gibi müzikseverin hayatına girdi, İstanbul Caz Festivali geleceğini adım adım bu kozanın içinde ördü. 1994 yılına geldiğimizde caz festivalleri hayatımıza artık girmişti, daha iyisini, daha büyüğünü, daha etkilisini istiyorduk. Aradan 25 yıl geçti ama hâlâ talep ediyoruz çünkü bu doğamızda var.
İstanbul Caz Festivali’ni
25 yıldır hayatta tutuyorsanız mütevazı olmanız gerekmez, omuz veren herkes
gerçek birer kahramandır
.* * *
Aynı yıl, yani 2003’de üç konsere daha gitmiştim. Buena Vista Social Club’un ilk Türkiye konseriydi, yer gök inlemişti, Ornette Coleman’ı çok merak ediyordum, kaçıramazdım ve Esbjörn Svensson Trio, yeni bir heves gibiydi, neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. İki sene önce, yani 2001’e dair hayal meyal Christian McBride, Joshua Redman, John Scofield konserlerini hatırlıyorum, daha başkaları da vardı, doksanlarda her festival konseri bir macera gibiydi, bütün gün onunla yaşardınız ve nihayet akşam olur, İstanbul’un her yerinden insanlar Açıkhava Tiyatrosu’na akar ve konser başlardı. Bugün bütün o isimlerin çoğu yine var, onlar da biz de festivalle büyümüşüz, yaşlanmışız. Bizim anılarımız kadar onların anıları da önemli. Gencecik bir Christian McBride’ı sahnede izlerken acaba o ne düşünmüştü? Ya Branford Marsalis? İstanbul Caz Festivali bizim olduğu kadar onların da festivali ve festival duygu haritamızdaki her noktayı bir şekilde birleştirmekle meşgul.
* * *
Amacım anılar galerisinde festival gezintisi yapmak değil ama geriye doğru baktığımda müzikal kimliğimi bulmamda İstanbul Caz Festivali’nin birinci dereceden belirleyici etkisi olmuş. Birçok ismi festival sayesinde ilk kez dinlemişim, keşfetmişim, sonra albümlerini almışım, müziklerine hayran kalmışım. Bugün cazseverler için temmuz ayı caz demek. Festivaller zaman içinde kendini sürekli yenilemek durumunda kalsa da, müzik sürekli değişse de en tutucu cazseverler bile müziğini paylaşmak zorunda kalsa da festivalin değişmeyen tek özelliği oldu, başkalarını belki göz ardı edebilirsiniz ama beğeni haritamızdaki yönlendirici etkisini kabul etmelisiniz. Bir insanı sahnede bizzat izlemenin kimyamızda yarattığı etkinin eşi benzeri yoktur, müzisyenle sizin aranızdaki dolaysız bir ilişkidir, tekildir, bencildir, hele ki festivalin ilk on beş yılının cazın dev isimlerin çoğunu ilk kez sahnede gördüğümüz, hayatta göremem dediğimiz insanların bizim için çalmaya gelmeleri bu ülkede kendimizi yapayalnız hissettiğimiz duygu ikliminden kurtulmamıza sebep oldu. Biz, ben, hepimiz bunu İstanbul Caz Festivali’ne borçluyuz. Festival artık ülkemizin en önemli demirbaşlarından biri. Ne sıkıntılar, sarsıntılar silsilesinden geçtiğini biliyorum, kimine tanık oldum, kiminin bizatihi içindeydim, hepsini beraber yaşadık, eğer Türkiye gibi zorlukların hayatın sıradanlığı içinde günbegün gelip geçtiği bir ülkede Müzik Festivali’ni 45 yıldır, İstanbul Caz Festivali’ni 25 yıldır hayatta tutuyorsanız mütevazı olmanız gerekmez, omuz veren herkes gerçek birer kahramandır.
İstanbul Caz Festivali 25. yaşını kutluyor.
Bu vesileyle her hafta sürpriz bir isim, 25 yıldır cazı ve çok daha fazlasını İstanbul’a taşıyan festivalin unutulmaz konserlerini, perde arkasını, caza dair bilgi ve birikimlerini T24 okurları için yazıyor. Yazıların ardından sohbet, #25YıldırCazveDahası etiketiyle sosyal medyada da devam ediyor.