ZOR KONUŞMALAR |
Geçen hafta bu köşede yayımlanan söyleşinin ülkenin deprem gerçeğini ana akımda alıştığımız seslerden daha farklı analiz eden bir bilim insanına kulak vermenin ötesinde bir motivasyonu yoktu. Ancak söyleşi yayına girdiği andan itibaren okurlardan aldığım mesajlar Prof. Dr. Cenk Yaltırak’ın söylediklerinin zaten dağılmış olan psikolojilerini iyice dağıttığına yönelik serzenişlerle doluydu. Temel sebebi de Yaltırak’ın vakti zamanında hocası konumunda olan Türkiye’nin en tanınan yerbilimcilerinden Prof. Dr. Celal Şengör hakkındaki iddialarıydı. Şengör’ün ekranlardaki tarzından hoşlanmayanlar dahi kendisini alanın öne çıkan bir uzmanı olarak önemsediklerini, dolayısıyla yanıtlarını merak ettiklerini söylüyordu. Herkesten çok da kendim merak ediyordum kuşkusuz.
Celal Şengör detaylı bir soru-cevap yapmayı başta hiç istemedi. Telefon mesaimizin ardından nezaket gösterip beni Anadoluhisarı’ndaki evine davet etti. “Bir de bizim haritalara bak bakalım tatmin olacak mısın?” diyerek ev halinde karşıladı. Sanıyorum siz de onu ilk defa eşofmanlı göreceksiniz. Belki de söyleşi vermeyeceğini düşündüğü için alıştığımız papyonu ve blazer ceketi yoktu üzerinde.
Sitemkardı ama kızgın değildi. “Cenk’e kesinlikle yanıt vermem ama sen istediğini sor” diyerek başladı. Bu sözlerini Yaltırak ile bizzat bir yüzleşmeye asla sıcak bakmayacağı şeklinde yorumladım. Bu nokta önemli zira ikisini televizyonda canlı yayında tartışırken görmek isteyenlere dolaylı bir yanıt vermiş oldu. Yaltırak’ın iddialarını külliyen yok saymak gibi bir niyeti ise yoktu.
Eşi Oya Hanım konuşmamız boyunca bize eşlik etti. Hatta bazı noktalarda Şengör’ü “fazla açılmaması” konusunda tatlı tatlı uyardı. Sanıyorum eşine atıfla sosyal medyada dolaştırılan laflardan ziyadesiyle yorgundu. Bu arada ben eve gelen misafirlere yapılan N95 maske ikramına pek sevindim. Virüsler konusundaki kaygı eşiği düşmemiş olan tek kişi ben değildim, tuhaf bir rahatlama!
Şengör’ün yanıtlarını dinlerken yerbilimi tahsiline başlamadığım sürece çözemeyeceğimi düşündüğüm anlar oldu. Aynı kaygıyı geçen hafta Cenk Yaltırak ile konuşurken de yaşamıştım esasen. Karar alıcı konumda olan kişi ve kurumlara olan güvensizliğin yurttaşlar olarak bizi bıraktığı araf can sıkıcı. Bilimdeki çok seslilik ise ürkütücü değil ortak akıl çabası için itici kuvvet olmalı.
Tüm bu konuşmaların Türkiye’nin deprem alanında çalışan yetkili kurum ve kurulları açısından kamuoyunun hassasiyetlerini hatırlatan bir işlev görmesini umut ederek sormaya devam edeceğiz.
“Deprem tahmini hava tahmini gibidir tahmin yaparsın, çıkmaz”
-İki hafta önceki Kahramanmaraş merkezli depremleri tartışırken konu hep ister istemez İstanbul depremine geliyor. Tarih veren yerbilimciler var. Şimdi burada tekrar etmeyeceğim ama televizyonlara çıkan bazı isimler farklı tarihler telaffuz ettiler. Herhangi bir deprem için net bir tarih hesaplanabilir mi?
Bunu kimse söyleyemez. Bunun hesabı 2000 yılında yapıldı ve o zaman denildi ki yüzde 67 ihtimalle önümüzdeki 50 yıl içinde İstanbul’u 7’den büyük bir deprem vurabilir. Bu hava tahmini gibidir. Tahmin yaparsın, çıkmaz. Çünkü deprem bir kırık olayıdır, çok derinde oluyor. Bunun önden kestirilmesi mümkün değildir. Önden kestirmek ne demektir? Yer ve zamanı söyleyeceksin. Bunu söylemek mümkün değildir.
-Sizin okulunuz İTÜ Jeoloji Mühendisliği’nden Prof. Cenk Yaltırak’a göre depremlerin olduğu tarihleri üzerinden periyodlar -yani aynı fayın üzerindeki iki deprem arasındaki süre- hesaplanabiliyor. Yaltırak diyor ki; “Doğanın döngüsü bir takvim çıkartıyor. Bizim çalışmamız bunu çözdü. Bu bölgedeki bütün depremlerin nerede olduğunu biliyoruz. Periyodları da biliyoruz. Bu algoritmaları uygulamak için kod yazıldı.”
Böyle hesaplayamaz. Çünkü bu istatistik bir hesaptır ve 1900’lerden bugüne kadar olan veri çok yetersiz bir istatistiki hesap için. Bizans’tan bu yana olan veriler bile yeterli değil. 1509 depreminden önce 500 sene büyük bir deprem yok. Zaman-mekân grafiğinde aralıklar nasıl gözüküyor onu gösterebilirim. Fotoğrafını çekebilirsin.
“250 senede bir İstanbul’u büyük bir deprem vuruyor"
-Kuzey Anadolu Fayı ile Marmara fayı arasında bir korelasyon var mı?
Var, direkt.
Marmara Fayı, Kuzey Anadolu Fayı’nın devamıdır.
-Benim anlayabildiğim kadarıyla Yaltırak’ın analizi bu iki fayın kırılması arasında tarihsel olarak aşağı yukarı 20-30 senelik bir aralık olduğu tezine dayanıyor.
O doğru değil.
-Doğru değil ise sizler neden 1999’daki Gölcük Depremi’nden sonra teyakkuza geçtiniz ve İstanbul’u vuracak depremin çok yaklaştığı öngörüsünü dile getirmeye başladınız?
Çünkü burada bir gerilme hesabı yapıldı. İstanbul’un hemen güneyinde Coulomb Teorisi’ne dayanan bir maksimum gerilme tespit edildi. Bizans’tan bu yana gelen zaman aralıklarına bakarsan yaklaşık her 250 senede bir büyük bir deprem vuruyor İstanbul’u. Bu hesabı ya Rockwell ya da Tom Parsons yapmıştı. Buna göre 2000’de yapılan ve hem tarihsel depremleri hem de Coulomb teorisini birlikte içeren analiz size söylediğim ihtimal hesabını gösteriyor. Daha başka bunun üzerine konabilecek bir veri yok.
-En son büyük deprem 1766’da olmuştu. Bu hesaba göre üzerine 250 yıl koyarsak 2016 yapıyor.
E işte eli kulağında. Ama bir tarih telaffuz edemeyiz. Mümkün değil. Dünyadaki bütün deprem camiasında hâlâ konuşulan; depremin önden kestirilmesi mümkün değildir. Hâlû da bu böyle.
“Yaltırak’a sorsaydınız; çok önemli bir buluş ise neden alakasız bir dergide yayımladılar”
-Cenk Yaltırak geçen hafta kendisiyle yaptığım söyleşide doktora öğrencisi Murat Şahin ile 22 bin kilometrelik bir veri tabanı geliştirdiklerini anlattı. Bu veri tabanı üzerinden ortaya çıkan bir algoritma sayesinde noktasal spektral ivme hesaplayabildiklerini söyledi.
Bunu neden yayınlamıyor? Bu çok önemli bir buluş olurdu.
-Bu konudaki tam ifadesi şöyle: “750x750 m pikselde etkin yer ivmesini Murat bunları hesapladı. Bunlar bina bazında olmasa bile ada bazında fikir veriyor.”
Asıl soru şu; yayınladınız mı?
Bir akademisyenin lafının dinlenmesi için uluslararası ciddi hakemli bir dergide yayınlanması lazım. Neye dayanarak hesapladı? Kullandığı faylar İstanbul’u tehdit eden fay mı?
-E yayınlanmışlar zaten. 9 Kasım 2022’de Earth, Planets and Space dergisinde yayınlanan makalede Murat Şahin, Cenk Yaltırak, Fatih Bulut ve Aslı Garagon’un imzası var. Yaltırak o çalışmanın geçerliliğini üç ay önce Düzce Gölyaka Depremi’nde test ettiklerini de ekledi.
Neden acaba Journal of Geolphysical Research veya Geophysical Journal International veya Bulletin of the Seismological Society of America’da yayımlamadılar da alakasız bir dergide yayımladılar? Neyse.
“İvme hesaplanamaz sadece gerilme hesaplanabilir”
-Siz, dünyanın en gelişmiş bilgisayar programları kullanılıyor olsa da Cenk Yaltırak’ın söylediği gibi bir depremin yaratacağı noktasal spektral ivmenin hesaplanmasının mümkün olmadığını mı savunuyorsunuz?
Hayır hesaplanamaz. Gerilme hesaplanabilir. Ama o kadar.
-Gerilme ile noktasal ivme arasındaki fark nedir?
Bu gerilme kayayı nerede kıracaktır? Kırıldıktan sonra ne büyüklükte bir deprem üretecektir? O büyüklükteki deprem yüzeye gelirken karşılaşacağı aspariteler nelerdir? Çünkü ivmeyi asparite tayin ediyor. Bunu Mustafa Erdik güzel anlattı geçen akşam. Gölcük Depremi'nde ivmeler çok büyük değil. Kuzey Anadolu Fayı çok hızlı hareket eden bir fay, dolayısıyla da faylar düzlemlerini tıraşlamış zaten. Küçük aspariteler kalmış, onlar depremi yaratacak. Ama Kahramanmaraş’ta fay daha kısa olduğu halde ivme çok yüksek çünkü aspariteler çok fazla. Çünkü yüzlerce yıldır kırılmamış orası.
-Asperite dediğiniz nedir?
Pürüz. Depremin yüzeyde gerçekleşeceği yerdeki pürüz. Pürüzler kırıldığında deprem oluyor. Bütün bunların hesap edilmesi lazım. Bu da mümkün değil. Dünyada da bunun örneği yok. Tövbe yav! Gerilme hesabı yapılabilir. Gerilmenin üzerine bir sürü varsayım yaparsın “ben şöyle bir ivme buldum” diyebilirsin. O da hiçbir şey ifade etmez. Biz bunu 1509 depremi için yapıp Cumhuriyet Bilim Teknik’te bile yayımlamıştık Xavier ile. Sadece kabaca bir fikir vermesi için o zaman.
“İki sokak ötedeki farkı yaratan zemindir”
-Ben basite indirgeyerek kendi anladığım şekliyle söyleyeyim; Cenk Hoca depremin her noktayı aynı ivmeyle vurmadığını anlattı. Yani “ivme sebebiyle iki sokak arkada bizim sokaktan tamamen farklı bir tablo ortaya çıkabiliyor” diye anladım ben.
O kesinlikle doğru değil çünkü deprem dalga halinde geliyor. “Ben burayı seçtim, orayı seçmedim” diyemez deprem. İki sokak arkada zemin önemlidir. Binanın yapım şekli önemlidir. Roma’da Colosseum’a gittin mi?
-Evet.
Hatırla, Colosseum’un yarısı yok. Neden biliyor musun? Çünkü o yarının altından eski bir nehir yatağı geçiyor. Yani alüvyon. Colosseum’un yarısının zemini sağlam ayakta kalmış, yarısınınki alüvyonlu, yıkılmış.
-Yaltırak diyor ki; “Depremin şiddeti noktasal olarak farklı hissedilir.” Pardon, o beni uyardı “şiddet diye bir şey yok ivme” dedi.
Anladım da kardeşim. İş ivmenin tabiatına göre değişir. İvmeyi nasıl hesapladın? Asperite var mı, yok mu? Asperiteyi nasıl kırıyor? Bütün bunlar bilinebilirse deprem hesap edilir. İvme deprem olduktan sonra hesap edilir, önce değil.
Yalnız bir dakika Cenk başka yalanlar da söylemiş. İhsan Ketin ile ilgili.
"Bu, Türkiye yerbiliminin en önemli katkılarından birini karalamaktır"
-Pekala oraya gidelim o halde. O konudaki ifadesi şöyle: “Celal Şengör, Kuzey Anadolu Fayı’nı (KAF) İhsan Ketin keşfetti diyor. Bu tam doğru değil. 1944’te Egeran ve Lahn ‘Şimali Anadolu Deprem Havalisi ve hattı’ diye haritalamış ve bu fay sistemi Marmara’dan geçiyor.”
Hayır, onlar sadece kendilerinden önce Wilhelm Salomon-Calvi’nin, Ernst Nowack’ın söylediği gibi “Kuzey Anadolu’da bir deprem çizgisi var” diyorlar. Bunu da kuzey-güney daralmaya, yani dağ oluşumuna, yani orojeneze bağlıyorlar. Daha sonra Blumenthal buna kratonik kırık diyor. Buna ha elma demişsin, ha kratonik kırık demişsin. Bir şey ifade etmiyor.
İhsan Bey ilk defa diyor ki; “KAF bir yanal atımlı faydır ve bu fay boyunca Orta Anadolu batıya doğru kaymaktadır.” Bunun için Westdrift terimini kullanıyor. İhsan Bey’in makalesini yayımladığı 1948 yılında San Andreas’ın bile yanal atımlı olup olmadığı tartışılıyordu. Yani İhsan Beyinki dünya çapında çok önemli bir keşifti. Zaten o yüzden de 1988 yılında Almanlar ona en büyük jeoloji madalyaları olan Gustav Steinmann madalyasını verdiler.
Ve İhsan Bey öldükten sonra dünyanın en önemli yer bilimcilerinden, levha tektoniğini geliştirenlerden Dan McKenzie şunu söyledi: İhsan Ketin’in yaptığı iş ilk defa levha tektoniğinin ortaya çıkmasından sonra kıt’asal tektoniği anlayabilmek için kullanılan verilerden biridir. Her deprem kuşağı bir yanal atımlı fay değildir. Ben Kuzey Anadolu Fayı’nın keşif hikâyesini Türk meslektaşlarımız da bilsin diye 1996’da TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisinin Ocak sayısında yayımlamış, orada Ernst Nowack, Salomon-Calvi, Necdet Egeran ve Erwin Lahn’ın, Hamit Nafiz Pamir’in fikirlerini detaylı olarak tartışmıştım. Cenk o yazıyı okumamış mı? Orada çok zengin kaynak listesi vardır.
Cenk bu fikirler arasındaki farkı anlamamış. Zaten yabancı dillere hâkim olmadığı için onların çoğunu okuyamamıştır bile. İhsan Bey’in meşhur 1948 makalesi de Almancaydı. Kendisi bir yıl sonra Türkler de okuyabilsin diye o makaleyi Türkçe de yayımladıydı. Cenk ya bundan bihaber ya da okuyup anlayamamış.
Bu kendine şöhret istiyor. İstiyordu ki benim adamım olsun, ben bunu kollayayım. Şengör ekibi diyor ya… Kimse istemiyordu onu. Şimdi ne kadar iftira atabilirse atacak. Mesela İhsan Bey’in ne alakası var? Onu niye katıyorsun? Maksat bana çamur atmak ama bu arada Türkiye yerbilimlerinin en önemli katkılarından birini karalamak, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli bilim insanlarından biri olan İhsan Ketin’i kötülemek. Bu en hafif ifadeyle vicdansızlıktır.
-Peki Cenk Yaltırak’ın bizzat sizinle ilgili söyledikleri doğru mu? Yani haritasından faydalanıp onu sistem dışında bıraktığınız iddiası?
Külliyen yalan. Hangi haritası? Ben öyle bir haritayı hiç görmedim. Kim görmüş? Nerede yayımlanmış?
“1999 TPAO verisini yayımladık Muzaffer Siyako imzasını görüyor musun?”
-Yaltırak’ın bir diğer iddiası da şu:
“1999’da TPAO diyor ki Marmara’da tek ve basit bir fay yok. Biz TPAO olarak 4300 kilometre veri topladık. Bu verilere göre yaptığımız harita budur ve Marmara çok faylı bir alandır, öyle tek bir fay yok. Ama bunu yapan adamlar mühendis olduğu için. Bu da İngilizce yayınlanmadığı için kimse bunu bilmiyor veya gündeme getiremiyor. Ve medya sadece tek fayı biliyor.”
Nasıl bir yalan! Biz yayımladık bunun bir kısmını. Muzaffer Siyako’yu görüyor musun? Yazarlardan biri o çünkü TPAO verisi kullandık. O zaman Siyako TPAO temsilcisiydi.
“Yanıldıysam, söyleyip yayınlama konusunda meşhurum”
-Diyelim ki bugün bir araştırma sonucunda 40 senedir söylediklerinizden farklı bir bilgiye ulaştınız. Bunu saklar mısınız?
Anında yayınlarım. Bu var ya sansasyon olur. Nature’lık ya da Science’lik bir makaledir öyle bir şey. Bilim zaten böyle yapılır. Ben kendimin yanıldığına dair bir makale yazıyorum tam şu an. Afganistan konusunda. Ben bu konuda çok şöhret sahibi bir adamım.
-Hangi konuda?
Yanıldığını çok rahat söyleyip bunu yayınlama konusunda. İhsan Ketin Bey de öyleydi.
“‘Tek fay’ diyoruz çünkü kök aynı, diğerleri kolları”
-Cenk Yaltırak’ın “dört fay” dediği size göre nedir?
Bunların hepsi Kuzey Anadolu Fayı’nın branşlarıdır. İngilizce olarak buna “flower structure” (çiçek yapısı) denir. Tek bir fayın üzerinde yukarıya çıktıkça dallanan ve yukarda bir bloku sınırlayan faylara verilen isimdir “flower structure”. Onun söyledikleri güney branşın parçaları ve bunlar tehlike arz etmiyor. Esas tehlikeyi arz eden tek fay kuzeydeki branş. Onun için biz “tek fay” deyip duruyoruz.
-Yani Yaltırak’ın “4 ayrı fay” dediği sizin tek fay dediğinizin kolları mı? Doğru mu anlıyorum?
Aslında kolları evet. Yeniçağa çöküntüsünde Kuzey Anadolu Fayı ikiye ayrılıyor. Bir güney branş var, bir de kuzey branş var. Bizim korktuğumuz kuzey branş. Kuzey branşta ana fay tek. Ve onun dalları Çınarcık havzasını sınırlıyor, merkezi havzayı sınırlıyor, Tekirdağ havzasını sınırlıyor vesaire.
“Cihazlar iç içe geçen depremleri ölçemiyor mu? yok daha neler!”
-Cenk Yaltırak 6 Şubat’taki Kahramanmaraş merkezli ilk depremde aynı anda iki fayın kırıldığını söyledi. Bana yazan depremzedelerin bazıları böyle hissettiklerini paylaşmışlar. Yaltırak diyor ki: “Bir tane 7.4 oldu, bir tane 7.6 oldu aynı anda. İkisinin toplam enerjisi yaklaşık 7.8. Bunu tam hesaplamak için daha çalışmamız lazım ama üç aşağı beş yukarı böyle oldu diyebiliriz.”
Mümkün değil. Öyle bir şey olsa iki tane ayrı fay çözümü çıkardı karşımıza.
-İç içe geçtikleri için ölçüm cihazlarının onu göremediklerini savunuyor.
Yok daha neler yani!
“Atımı ve büyüklüğü depremden önceden bilemeyiz hepsi varsayımdır”
-Şu iddiasına ne diyeceksiniz: “Bu kurduğumuz sistemde herhangi bir depremde oluşacak ivmeyi her yerde hesaplayabiliyoruz. Bina bazında olmasa bile ada bazında fikir veriyor”?
Bir sürü varsayım yaparsa tabii hesaplar. O varsayımlar neye dayanıyor?
-Kendi açıklaması şöyle; “Biz herhangi bir fay haritası üzerinde atımı ve büyüklüğü biliyorsak 3D geometrisi var ise oluşan ivmeyi biliyoruz.”
E yani! Onları biliyorsanız deprem oldu demektir zaten. Atımı ve büyüklüğü biliyorsan deprem oldu demektir. Atımı ve büyüklüğü biz sadece tahmin edebiliriz. 160 kilometrelik fay kırılırsa 7.6 ya da 7.8’lik deprem üretebilir. Kumburgaz’dan bu yana olursa 7 ile 7.6 arası olabilir. Bunların hepsi varsayım.
“Mevcut tehlike haritaları yanlış değil ama eksik”
-Benim Yaltırak’ın anlattıkları içinde en önemsediğim mesaj şu oldu: İBB’nin ve AFAD’ın kullandığı deprem tehlike yanlış, haritalar üzerinden çalışılan senaryoları da yanlış. Tam bu konuda yüzlerce İstanbullu okurdan soru ve mesajlar aldım. Nedir deprem haritalarının durumu?
Güncellenmesi gerekiyor doğru. Yanlış değil eksik.
Güncellemek için çok ciddi çalışma yapmak lazım. Bütün aktif faylar göz önüne alınır, o aktif faylar üzerindeki deprem ihtimalleri hesaplanır. Bunu yapmak çok zor. Türkiye’nin bütün deprem haritalarının bugün baştan yapılması lazım. Ama buna çok mesai lazım. Seneler sürecek bir çalışmadır bu. Marmara’yı birkaç senede toparlarlar. Şimdi diyecekler ki, “biz yaptık”. Jeolojik harita yaptılar, üzerinde eğim ve doğrultu yok. 1/10.000’lik detaylı yapı haritalarının çıkartılması lazım İstanbul’da.
“Benim gibi adamlar devletle çalışmak istemiyor”
-2019 Silivri depreminden sonra da mı devlet bu işe başka türlü bakmaya başlamadı?
Hayır, bakmıyor. Adamı yok.
-Nasıl yok?
Liyakat. Kaliteli yerbilimci Türkiye’de çok az. Bir elin parmakları kadar. Mesela benim gibi adamlar başına bir şey gelir korkusuyla devletle çalışmak istemiyor. Her şeye ve her şeye rağmen güvendiğim bir kurum var benim; Türk Silahlı Kuvvetleri.
“Bu kadar kısa zamanda yetişmez”
-Böyleyse eğer bu çalışmalar nasıl yapılacak, nasıl olacak?
Olmayacak. Bu kadar kısa zamanda ne yapabilirsiniz?
-Bu şu mu demek; İstanbul depremini de bugünkü koşullarda yaşayacağız.
Evet.
“Ordunun canına okudular, herkes birbirinden korkar oldu”
-Son depremde “askerden çok geç faydalanıldı” diye bir eleştiri var.
E kardeşim canına okudular ordunun. O Balyoz’lar falan ne rezillikti. Ne istediler de vermedik dendi, hatırla! Orduda da herkes birbirinden korkar oldu.
-Ama konu daha ziyade talimatla ilgili. Hükümet talimat verseydi?
Koşa koşa giderlerdi. Nitekim gittiler de.
“Neden yokuz İBB’ye sorun”
-Dikkatleri çok çekti. İBB’nin geçen hafta topladığı bilim kurulunda siz niçin yoksunuz? Mustafa Erdik niye yok. Marmara’da en detaylı tsunami hesaplarını yapmış olanlar Sinan Özeren ve Nazmi Postacıoğlu neden yok?
Bu sorunun cevabını ancak o kurulu toplayanlar verebilir.
TIKLAYIN | Prof. Dr. Cenk Yaltırak: Türkiye'nin deprem haritaları da senaryoları da yanlış
Cansu Çamlıbel kimdir?Cansu Çamlıbel, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor. |