Cansu Çamlıbel

11 Ekim 2024

Malcolm Gladwell: Bir ülke ancak zayıf halkalarını güçlendirdiği kadar güçlü olabilir, Atatürk bunu daha 1920’lerde görmüş

"Atatürk’ün kuşağından birinin eğitime bu kadar takıntılı olması sıra dışı bir durum. Onun yaptıklarını bugün akıllı bir liderin yapmasını beklersiniz, 100 sene önceki liderlerin değil... Kutuplaşma bu çağa özgü bir şey değil ancak eskiden bizi bölen değil, birleştiren şeylerin üzerinde duruyorduk. Elon Musk’ın söylediklerini okumayın, görmezden gelin"

İş dünyasının ve pazarlama işinde olanların adeta bir ‘guru’ muamelesi yaptığı meşhur gazeteci-yazar Malcolm Gladwell iki hafta önce bir kez daha Türkiye’deydi. Bu kez kendi kitaplarından birinin promosyonu ya da bir markaya stratejik danışmanlık yapmak için değil, İş Bankası’nın ‘Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış’ başlıklı uluslararası konferansına katılmak için İstanbul’a gelmişti. Üzerinde epey çalıştığı belli olan bir sunum yapan Gladwell, Atatürk’ün geniş vizyonu üzerine beylik laflar etmek yerine Atatürk’ün cumhuriyet projesinin kalbindeki eğitim reformu üzerinden bir analiz yaptı. Bunu yaparken de Atatürk’ün 1924’te fikir almak için Türkiye’ye davet ettiği eğitimcilerden Amerikalı John Dewey’nin temsil ettiği değerler üzerinden örnekler verdi. Meraklısı için şu notu düşeyim; Dewey kendi ülkesinde ‘reformcu’ olarak tanınan bir eğitimciydi, aynı zamanda da bir psikologdu. Demokrasinin bir toplumda tam yerleşebilmesi için eğitim ve sivil toplumun rolüne önem atfetmesiyle tanınan Dewey, ziyaretin ardından ülkesine döndü ve bir rapor hazırlayarak Atatürk’e gönderdi. Raporun kritik noktalarından biri şuydu: “Okulların öğrencilere yalnız ders konularını öğretmesi yeterli olmayacaktır, okul topluluk yaşamının merkezi olmalıdır.”

Atatürk-Dewey ilişkisini çalışan Malcolm Gladwell’e göre bu ikiliyi kendi dönemlerinin kanaat önderlerinden farklı kılan, ikisinin de ülkedeki en üst düzey performansı olan kişilere, yani güçlü halkalara değil zayıf halkalara odaklanmış olmalarıydı. Gladwell ne anlatmaya çalıştığını şöyle özetledi: 
Futbolda yetkin olmayan tek bir oyuncu, bütün takımı geriye düşürebilir. Basketbolda ise yetkin sporcuların bulunduğu bir takımda bir zayıf oyuncunun bulunması, takımın başarısına olumlu ya da olumsuz etkide bulunmaz. Atatürk, basketbol değil futbol oynadı. 1923-1938 arasında inanılmaz işlere imza attı. Atatürk bugün bu sahnede konuşuyor olsaydı yine yetişmiş geniş bir insan gücü oluşturulması için en zayıf halkaların iyileştirilmesi gerektiğini söylerdi.”

Gladwell’in Atatürk sunumunu, örneklendirme, bağlam kurma ve argüman konusunda ne kadar kuvvetli bir yazar olduğunu göstermesi açısından etkileyici bulduğumu söylemem gerek. Ancak şunu da Amerikan basınının yaptığı saha araştırmaları sayesinde biliyoruz; Malcolm Gladwell'in bu tür kurumsal konuşmalar için ABD'deki kaşesi yaklaşık 350 bin dolar imiş. Dolayısıyla her konuşması öncesinde aldığı paranın hakkını vermek için sıkı bir hazırlık yapıyor. Gladwell'in yurt dışında bu tür sunumlarda ne tür bir ücret talep ettiğiyle ya da İş Bankası'ndan ne kadar aldığıyla ilgili bir bilgimiz ise yok. 

Sahnedeki sunumunun ardından kendisiyle jet hızıyla yaptığım söyleşi ise bana başka şeyler düşündürdü. Türkiye’nin kuruluş hikâyesinin önemli bir boyutuna dair sahnede büyük büyük laflar eden adam, bugünün Türkiye’sine dair iki satır izlenim bile paylaşamayacak kadar büyük bir fanus içinde yaşıyordu hayatını. On küsur saatlik bir uçuşla henüz o sabah gelmişti İstanbul’a ve aynı günün akşamı aynı yolu yaparak geri dönecekti. Kusura bakmamalıydık, zira katıldığı toplantıların bulunduğu salonlar ve havaalanları dışında bir şey görmüyordu. Toplumların ve bireylerin davranış kalıpları üzerine argümanları dünyayı sallayan ‘pazarlama tanrısı’ gittiği ülkelerde sokağa dokunmayı gündemine bile almıyor oluşundan hiç de rahatsızlık duymuyordu.

2000’de yayımlanan ve ortalığı kasıp kavuran Kıvılcım Anı (The Tipping Point) kitabının güncellenmiş versiyonu diye lanse edilen Kıvılcım Noktasının İntikamı (The Revenge of the Tipping Point) ismini verdiği son kitap geçtiğimiz hafta raflarda yerini aldı. Türkçe tercümesi de yakın zamanda memleketimize ulaşır diye tahmin ediyorum. Bu söyleşiden sonra yeni kitabını okuma konusundaki hevesimi bir miktar kaybetmiş olabilirim. Belki de kurgu dışına çıktığında da aynı etkileyicilikte olmasını bekleyerek kendisine haksızlık ediyorum. Zira Gladwell’i 18 dakika içinde ve kuvvetle muhtemel jetlag etkisi altında sorularıma verdiği yanıtlarla tartmak adil olmaz. Ayrıca Türkiye toplumundaki zayıf halkaları güçlendirmeden belimizi doğrultamayacağımızı hatırlatarak -farkında olmasa da- ülkemizdeki depresif gündemin kökenine dokunmuş oldu.

Malcolm Gladwell ve Cansu Çamlıbel

"Atatürk daha 1924’te dünyanın nereye gideceğini görmüş, ülkesinin zayıf halkalarını güçlendirmeye çalışmış"

- İş Bankası’nın ‘Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış’ konferansında yaptığınız sunumda 1900’lerin başında bir ülkenin lideri olmakla bugün lider olmayı kıyasladınız. “Atatürk bugün hayatta olsaydı muhtemelen toplumun güçlü halkaları yerine yine zayıf halkalarına odaklanırdı ve zayıf halkaları ilerletmeye çalışırdı” dediniz. Neden bugünün Türkiye’si hâlâ toplumdaki ‘zayıf halkalarına’ odaklanması gereken bir ülke?

Çünkü dünya giderek zayıf halkalara bağımlı hale geliyor. Benim iddiam da şu; böyle bir dünyada ancak zayıf halkalarınızı geliştirdiğiniz durumda güçlenebilirsiniz. Dünya bugün artık zaten tamamen bu yönde ilerliyor. Yani gelecek nesillerin ekonomik yarışında kazananların kimler olacağına dair sorunun yanıtı buna bağlı olacak; zayıf halkalarınızı ne kadar kuvvetlendirebildiğinize.

Bana göre, Atatürk de 1924’ten itibaren kendi ülkesinde bunu yapmaya çalışmış. Belki bugün bu yaklaşımın doğru olduğunu savunmak o kadar devrimci değil ama 1920’ler için yepyeni bir yaklaşımdı. Yani dünyanın gidişatının bu yönde olacağını görmüş. Gelecek nesillerin ekonomik yarışında kolektif başarıyı ne tür bir kazanımın getireceğini görmüş. Dediğim gibi bu yaklaşım 1920’lerde çok ortada olan bir yaklaşım değildi.

"Bir ameliyatın başarısı için deha bir doktor tek başına yeterli değildir"

- Güçlü halkalara değil zayıf halkalara odaklanma üzerinden büyüme ve gelişme yaklaşımını savunmanızın sebebini açar mısınız?

Mesela kritik bir ameliyata giren 15 kişilik bir hastane ekibini düşünün. O ameliyatın başarılı geçmesi için tek bir dehanın, dünyaca başarı kazanmış tek bir doktorun iyi olması yetmez. O ameliyathanedeki herkesin üst düzeyde performans sergilemesi gerekiyor. Genel yeterlilik seviyesinin herkes için yüksek olmasından bahsediyorum. En başarılı kişilere değil çoğunluğun başarısının yükseltilmesine odaklanan bir yaklaşımın bütün mesleklerde verimliliği arttıran bir durum olduğu bugün artık ortada. Geçmişte bunu çoğunluk göremiyordu ama bugün çoğunluğun kabul ettiği bir durum.

"Atatürk’ün kuşağından birinin eğitime bu kadar takıntılı olması sıra dışı bir durum"

- Muhtemelen kulağınıza yabancı gelecek bir şey söyleyeceğim. Türkiye’de eski kuşakların günlük konuşmalarında, “Memleketi bugün ancak Atatürk gibi biri kurtarabilir” ya da “Atatürk yattığı yerden kalkıp gelse içi kan ağlardı” gibi söylemlere denk gelebilirsiniz. Bu cümleler aslında Türkiye toplumunun ‘güçlü halkalara’ olan düşkünlüğünün de tezahürü bir anlamda. İnsanların ‘güçlü halkalara’ ya da ‘güçlü siyasi figürlere’ yönelmeye devam ettiği tek ülke de Türkiye değil. 21. yüzyılın siyasi trendlerinden biri Avrupa ülkelerinde ve ABD’de dahi toplumun otoriter liderlere yönelmesi oldu. Bu sosyolojik durum, sizin argümanınız ile biraz çelişmiyor mu? 

Türkiye siyaseti hakkında akıllıca yorum yapacak kadar bilgim yok. Ben Atatürk ile ilgili yorumlarımı da son derece dar bir alanda tuttum. Eğitim sistemini yapılandırmak için benimsediği yaklaşım üzerine odaklandım. Ben Atatürk’ün orada benimsediği bakış açısının hâlâ önemli olduğunu düşünüyorum. Atatürk’ü ve o dönemi incelerken çok etkilendim. Elbette kendisiyle ilgili biraz bilgim vardı ama bu sunum öncesinde onu çalışmaya başlayınca aslında ilk kez tam anlamıyla keşfetmiş oldum kendisini. Eğitim onun gerçek manada takıntısıymış. Bana kalırsa bu gerçekten büyüleyici. O kuşaktan birinin eğitime bu kadar takıntılı olması çok sıra dışı bir durum.

"Atatürk, gelecek nesillerin ekonomik yarışında kolektif başarıyı ne tür bir kazanımın getireceğini görmüş"

- Sanırım özellikle de onun her şeyden önce bir asker olduğunu ve hayatının büyük bölümünü cephelerde geçirdiğini düşünürsek…

Evet, bu da onun eğitim merakını daha sıra dışı hâle getiren bir şey. Yaptıkları 1920'lerde yaşayan birinden beklenecek şeyler değil. Onun yaptıklarını bugün akıllı bir liderin yapmasını beklersiniz, 100 sene önceki liderlerin değil.

"Türkiye hakkında toplumsal analiz yapacak bilgim yok"

- Merak etmeyin, size Türkiye’nin güncel siyasetine dair bir şeyler sormak niyetinde değilim. Ama açıkçası Türkiye toplumu hakkındaki gözlemlerinizi merak ediyorum, çünkü ilk kez gelmiyorsunuz. Pek çok defa farklı organizasyonlarda konuşmak için Türkiye’ye geldiniz. Kuzey Amerika’da büyüyüp yetişmiş ve düşünceleri oranın kültürüne göre gelişmiş ama bütün dünyaya hitap edebilen şeyler yazabilmiş biri olarak Türkiye sizde nasıl bir izlenim yaratıyor?

Türkiye hakkında derin bir şeyler söyleyebilmek benim için çok zor. İş toplantıları için geliyorum, dolayısıyla sadece iş dünyasından insanlarla tanışıyorum ve onlar hakkındaki izlenimlerim çok olumlu. Ama toplumsal analizler yapabileceğim düzeyde bilgiye sahip değilim.

"Şimdiki gençler bizlerden daha hızlı olgunlaşmak zorunda kaldı"

- Kendinizden sonraki kuşaklara mensup kişilerle birlikte yayınlara katılmayı ya da o yaş gruplarından yayıncılara söyleşi vermeyi sevdiğinizi gözlemliyorum. Bu karşılaşmalarda "Z kuşağı" diye tabir edilen kuşağa karşı çok empatik, toleranslı ve sevecensiniz. Bu yeni nesillerle dünyanın nasıl görüneceği konusunda kendi yaşıtlarınızın pek çoğunda gördüğüm umutsuzluk yok sizde. Hatta neredeyse umutlusunuz. Doğru mu anlıyorum?

Evet doğru anlıyorsunuz. Ben bir iyimserim ve ‘devamlı gençlerden yakınan bir yaşlı insan’ klişesine de düşmek istemiyorum. Bir şirketim var ve 20’li yaşlarında olan pek çok insanla birlikte çalışıyorum. Onların ne kadar etkileyici ve ne kadar bilgi sahibi olduklarına hayret ediyorum. Bu gençlerin bizlerden çok daha hızlı olgunlaşmaları gerekti, şu anda karşı karşıya oldukları dünya bizim onların yaşında karşı karşıya olduğumuzdan çok daha karmaşık ve daha korkutucu bir dünya. Bu yüzden de onları grup olarak olağanüstü derecede etkileyici buluyorum.

"Gazetecilerin rolü hiçbir zaman bu dönemdeki kadar önemli olmamıştı"

- Yeni nesillerin bizlere kıyasla çok daha hızlı büyüdüğü ve olgunlaştığı tespitinize kendi küçük örneğim üzerinden katılıyorum. Dokuz yaşında bir çocuğum var ve benim belki 12-13 yaşındaki hâlim gibi görüyorum onu. Dünyaya dair farkındalığı açısından daha büyük bir insanla konuştuğum hissine kapılıyorum çoğu kez. Ve şu anda onunla yaptığımız konuşmalar beni biraz korkutuyor. Daha fenası, kendimi ‘zamana uygun’ hissedemiyorum. Bizim kuşakların ‘zamanın ruhuna uygun’ hissedebilmesinin bir formülü var mı sizce?

Gazeteciler olarak yaptıklarımız bugün her zamankinden daha önemli. Biliyorsunuz, bir gazetecinin görevi, halkın bilgiye ulaşması için aracı olmaktır, güç ile halk arasındaki iletişim için aracı olmaktır. Tüm bunlar arasındaki uçurumun giderek büyüdüğünü hissediyorum. Dolayısıyla ortada durup tercümanlık yapacak birine duyulan ihtiyaç çok arttı. Gazeteciliğin son yıllardaki düşüşünün paradoksu, gazetecilerin oynadığı rolün hiç bu kadar önemli olmadığı bir çağda yaşıyor olmamızdır. Oysa hem gazetecilerin sayısı hem de kurumların onlara verdiği önem azalıyor. Bu gerçek bir paradoks.

"Bir şirketim var ve 20’li yaşlarında olan pek çok insanla birlikte çalışıyorum, onların ne kadar etkileyici ve ne kadar bilgi sahibi olduklarına hayret ediyorum"

- Bir gazeteci olarak hayattaki misyonumla ilgili bir sorunum yok. Ama tabii okuyucu tepkileri bazen neden bu işi yaptığımı sorgulamama neden olabiliyor. Çok sadık okurlarım var ama bir de yazımın sadece başlığına bakarak sosyal medyada altına yorumlar döşeyenler var. Tek bir cümleden, tek bir fotoğraftan bir kanaate sahip olan ve kendini mutlak otorite sanan milyonlar hevesimi kırıyor bazen evet. Bundan şikâyet ettiğimde de arkadaşlarım “Neden YouTube kanalı açmıyorsun?” diyorlar. Çünkü derinlikli okumanın manasız olduğunu düşünenler her toplumda çoğunlukta. Ama böyle bir çağda sizin kitaplarınız dünyanın pek çok yerinde milyonlarca satılıyor. Ekranda görsel kaydırarak yaşayanların dünyasında kitap satmanın sihirli formülü nedir?

Artık insanların çeşitli şekillerde tükettiği çok farklı medya türü var. İnsanların neye, ne zaman, nasıl tepki verdikleri hakkında genelleme yapmak çok zor. Sosyal medya mecraları arasında süreye dikkat etmeden mekik dokuyan bir kişi, aynı zamanda hiç sıkılmadan iki saatlik bir podcast dinleyebiliyor. Ya da bir oturuşta 10 bölümlük bir televizyon dizisini bitirebiliyor. İnsanlar artık çok sayıda etkileşime aynı anda girebiliyor. Bu, zamanımızın gerçeği.

"Gazete okumak önemli ve gerekli ama beni mutsuz ediyor"

- Geçenlerde Britanya’daki The Guardian gazetesi size sordukları kısa soruların yanıtlarını yayımlamıştı. “Sizi mutsuz eden şey nedir?” diye sorumuşlar, cevabınız “Gazete okumak” olmuş.

Gazeteleri sevmediğimi söylemek istemedim. Demek istediğim şu; gazetelerde okuduklarım beni mutsuz ediyor. Gazete okumanın önemli ve gerekli olduğunu biliyorsunuz, ancak bu her zaman mutluluk getirmiyor. Gazete okuyarak öğrendikleriniz hep zor, zihni zorlayan ve uğraştırıcı şeyler. 

- Ama gazetecilik okullarında öğretilen şey de buydu yıllarca; bir köpeğin bir insanı ısırması haber sayılmaz, tam tersi olsun ki haber olsun.

Bu gazeteciliğin doğasıdır elbette. İyiyken doktora gitmezsin, hastayken doktora gidersin. İnsanın içinde bulunduğu sıkıntılı durumu ele alan pek çok meslek var ve gazetecilik de bunlardan biri.

"Atatürk’ün kuşağından birinin eğitime bu kadar takıntılı olması sıra dışı bir durum"

"Kutuplaşma bu çağa özgü bir şey değil, ancak eskiden bizi bölen değil, birleştiren şeylerin üzerinde duruyorduk"

- Dünyada pek çok ülkede toplumsal gruplar arasındaki kutuplaşmaların çok keskinleştiği bir dönemde yaşıyoruz. Sizin yaşadığınız ABD’de de durum farklı değil. Siyasetçilerin kullandıkları üslup kadar sosyal medya platformlarının kullandığı algoritmaların da kutuplaşmayı artırdığına dönük pek çok çalışma var. Kamuoylarının algısı bilgisayar kodlamalarındaki gibi kategorik olarak şekillendiriliyor bir nevi. Bu kutuplaşma mevzusunu aşabilecek mi insanlık ya da nasıl aşar?

Üzerinde kutuplaşmaya eğilimli olduğumuz tartışma ve konu türlerinin kesinlikle arttığını düşünüyorum. Ama bana kalırsa kutuplaşma sadece bu çağa özgü bir durum değil, her zaman vardı ama biz eskiden bizleri bölen şeylerin üzerinde bu kadar durmuyorduk. Şu anda dikkatimiz, daha önce hiç olmadığı kadar çok bizi bölen şeylerin üzerinde. Nesiller boyu insanları bölen büyük şeyler oldu ama insanları bir araya getiren şeyler de oldu. Hangisine odaklanacağınız size kalmış. Eskiden dünyada daha çok bizleri bir araya getiren şeylere odaklanma eğilimi vardı. Bugün ise hepimiz tam tersini yapıyoruz.

Modern medyanın bizi bölmesine de odaklanabiliriz, bizi birleştirmesine de. Twitter bana kalırsa bir birleştirme aracı olabilir. Ama çoğunluk bugün orayı o şekilde kullanmayı tercih etmiyor. Yeni medya platformlarının neden illaki kutuplaştırıcı olmak durumunda olduğunu anlamıyorum. Bu mecralar illaki bu amaç için kullanılmak durumunda değil. En azından bizler bireysel olarak bu mecraları kullanma şeklimizi değiştirebiliriz. Bu, kendinizi nasıl ifade etmeyi tercih ettiğinizle ilgili bir durum nihayetinde.

"Elon Musk’ın söylediklerini okumayın, görmezden gelin"

- Sahibi Elon Musk gibi ayrıştırıcı söylemler kullanmaktan kaçınmayan birisi olsa da Twitter’ı kullanma şeklimizi yine de değiştirebilir miyiz hakikaten? Amerikan toplumundaki kutuplaşmaya oynayan bir figür değil mi Musk’ın kendisi?

Kimsenin okumasına gerek yok, görmezden gelin. Tüm sosyal medya mecralarıyla ilgili olarak hatırlamamız gereken şey şu; çok genç ve yeni mecralar bunlar. Hâlâ sosyal medyayı nasıl kullanacağımızı ve ne anlama geldiğini çözmeye çalışıyoruz. Gelecek yıllarda bunları kullanma şeklimizin çarpıcı biçimde değişeceğini umuyorum. Oysa kitaplar binlerce yıldır hayatımızın içinde.

Cansu Çamlıbel kimdir?

Cansu Çamlıbel, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor.

NTV'de diplomasi muhabirliği, 2005- 2008 arasında da Brüksel muhabirliği yaptı. 2008'den Şubat 2019'a kadar Hürriyet ve Hürriyet Daily News gazetelerinde muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, köşe yazarlığı görevlerini üstlendi.

Yaklaşık 5 sene boyunca, "Yüz Yüze Pazartesi" köşesinde, Hürriyet'in haftalık siyasi söyleşilerini yaptı. 2015- 2016 döneminde ABD'de Harvard Üniversitesi'nin Nieman Bursu'nu kazandı.

Nisan 2017- Şubat 2019 döneminde ise Hürriyet Washington Temsilcisi olarak görev yaptı.

Gazetenin, siyasi baskı sonucu el değiştirmesinden sonra istifa ederek, Türkiye'ye döndü. Gazete Duvar'daki köşesinde, dış politika alanında yazılar kaleme almaya başladı. Eşzamanlı olarak Gazete Duvar'ın İngilizce edisyonu Duvar English'in kurucu Yayın Yönetmeni oldu. Bu görevi, Ekim 2021'e kadar sürdürdü.

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Türkiye Ulusal Komitesi üyesi olan Çamlıbel, IPI için hazırlayıp sunduğu, "Özgür Sohbetler" isimli podcast serisinde, günümüz Türkiyesi'nde gazetecilik yapmanın bedeline, içeriden bir bakış sunmaya çalışıyor.
Ocak 2023'te, T24 ekibine katıldı. 
Lulu'nun annesidir.