Cansu Çamlıbel

21 Kasım 2023

Dr. Rashid Khalidi: Hamas'ı bir fikir, bir siyasi kurum olarak yok etmek imkansız

Filistinliler bugün sadece ölümle değil bir kez daha topraklarından sürülmekle sınanıyor 

Kırk beş gündür Gazze’yi hedef alan bir katliamı canlı canlı izliyoruz. Hamas’ın 1200 İsrailliyi öldürüp 240 sivili rehin aldığı 7 Ekim saldırısından sonra cehennemin kapıları gerçek manada açıldı. Netanyahu hükûmeti tüm dünyadan ve daha önemlisi kendi kamuoyundan gelen “ateşkes” çağrılarına kulak tıkayarak yaklaşık 12 bin Filistinli sivili katletti, bu rakam bu satırlar yazılırken artmaya devam ediyor. Sadece bir buçuk ayda daracık Gazze Şeridi’nde yaşayan neredeyse her 200 Filistinliden birinin bombalanarak öldürüldüğü, şimdilik hayatta olanların da açlıkla, salgınla, sürgünle sınandığı bu orantısız savaşı durdurmaya ne hikmetse dünyada kimsenin gücü yetmiyor!

Dr. Rashid Khalidi Amerika Birleşik Devletleri’nde bu asırlık çatışmayı çalışan önde gelen akademisyenlerden. Kendisi New York’ta doğup büyümüş olsa da meşhur bir Filistin ailesi olan Khalidi’lerin memleketi aslında Kudüs. Rashid Khalidi, kök ailesinin evinin Kutsal Topraklar'daki en tartışmalı mekanlardan Kubbet-üs-Sahra'nın hemen yakınında olduğunu anlatıyor. 

Filistin asıllı bir Amerikalı olan Rashid Khalidi, konunun doğaldır ki kuvvetli bir tarafı. Ancak bu, bir tarihçi olarak iki toplumun geçirdiği süreçleri gerçekçi bir biçimde analiz edebilmesine engel olmuyor. Benim için kendisiyle konuşmayı mühim hale getiren de bu yanı. Gençliğinde Filistin Kurtuluş Örgütü saflarında mücadele etmiş olsa da Arafat’ın hatalarını yazıp konuşmaktan imtina etmiyor. Ya da Hamas’ı İsrailli istihbaratçıların kurdurduğunu anlatırken gelinen noktada Hamas’ın bir siyasi kurum olarak neden yadsınamayacağını sansürsüz izah edebiliyor. 

Rashid Khalidi, İsrail’in kurulduğu sene olan 1948’te doğmuş. Dolayısıyla kendi kişisel tarihi de İsrail-Filistin çatışmasının tarihine denk. Üç sene önce yayımlanan kitabı “Filistin'e Karşı Yüz Yıllık Savaş: Yerleşimci Sömürgeciliği ve Direnişinin Tarihi” sadece klasik bir tarih anlatısı değil, kişisel yolculuğuna ve ailesinin tarihine de detaylarıyla yer veriyor. Kitap, 7 Ekim’den beri ABD’deki tüm “çok satanlar” listelerinde ilk üçte. Ancak henüz Türkçeye çevrilmedi. 

Büyük-büyük-büyük-amcası, modern Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl ile yazışan siyasi bir figür. Kendisi ise 1991 Madrid Barış Konferansı'nda FKÖ liderliğine oynadığı danışmanlık yapmış. Yine 90’larda Chicago'daki Orta Doğu Çalışmaları Merkezi'ni yönetirken Barack Obama ile dost olmuş. Obama’nın başkanlığı döneminde Khalidi’nin fikirlerinden epey etkilendiği siyasi kulislerde çok dillendirilen bir mevzuydu. Ancak bugün sorulduğunda Khalidi, “Başkanlık koltuğunun kendisine önerebileceğinden çok daha fazlasını anladı. Denedi ama başaramadı” demekle yetiniyor. 

Bu söyleşiyi kabul etmeden önce hakkımda ufak bir araştırma yaptığını gülerek itiraf ediyor. “Bir aydır o kadar çok gazeteci arıyor ve o kadar saçma sapan şeyler yazılıyor ki kiminle konuşacağımı seçmem gerekiyor” diye ekliyor. Columbia Üniversitesi’ndeki odasında video konferans üzerinden söyleştiğim Khalidi’nin büyük büyük amcasının Kudüs mebusu olarak Meclis-i Mebusan’da iki dönem görev yapan Halidazade Yusuf Ziya Efendi olduğunu öğrenmek de bu konuşmanın sürprizi oluyor.

Filistinliler bugün sadece ölümle değil bir kez daha topraklarından sürülmekle sınanıyor 

-Bir tarihçi olarak bugün Gazze’de yaşananları işin insani trajedi boyutunun ötesinde tarihe kalacak bir siyasi olgu olarak nereye oturtuyorsunuz? 

Bugün olan şey çok basit biçimde şudur; Gazze nüfusunun bir kısmı Gazze dışına doğru sürülüyor. Balfour Deklarasyonu'ndan bu yana bu çatışmanın gidişatına bakıldığında açıkça görülen şeylerden biri bunun diğer şeylerin yanı sıra demografik bir mücadele olduğudur. Çoğunluğa sahip bir Yahudi devletinin yaratılması için insanları Filistin'den sürmek her zaman gerekliydi. 1947'de, Arap nüfusunu dışarı itmediğiniz sürece, bölünmüş Yahudi devletine ayrılan bölgede bile çoğunlukta bir Yahudi devletine sahip olamazdınız. Bu gerçeklik her zaman her iki taraftaki herkes tarafından anlaşıldı; bu demografik bir mücadeleydi.

Bugüne kadar Gazze’deki nüfusun yüzde 80 kadarı zaten 1948'de sürüldükleri bölgelerden gelen mülteci Filistinlilerden oluşuyordu. İsrail, kuzey Gazze’deki nüfusu hedeflediği ölçüde güneye ya da hatta Sina’ya itmeyi başarırsa bu 80 senedir devam eden etnik temizliğin bir devamı olacaktır. Mümkün olduğu kadar topraklarının ötesine itilmek de bugün Filistinliler için yaşamsal bir korkudur. Sadece ölümle değil sürülmekle sınanıyorlar. Son bir buçuk aydır yaşananlar, Filistinliler için 1948’te evlerini nasıl terk etmeye zorlandıklarına dair anıları geri getirdi. Aynı filmi tekrar görmekten korkuyorlar. Umarım bu korkular gerçekleşmez. Umarım bu insanlar Filistin'i kalıcı olarak terk etmek zorunda kalmazlar ve eninde sonunda evlerine dönebilirler.

Biden yönetimi, Netanyahu'nun etnik temizlik planına ortak oluyor 

-Filistin’in tarihi konusunda bilgisi sınırlı olan okuyucularımız için kullandığınız “etnik temizlik” ifadesine açıklık getirmenizi rica ediyorum. Bu terimi ilk kez şimdi yani 7 Ekim’de başlayan süreçte kullanmadınız. Bu ifadeyi kullanan tek tarihçi de değilsiniz. Yakın zamanda İsrailli meslektaşınız Ilan Pappe’nin “Filistin’in Etnik temizliği” isimli kitabını okudum. Ancak etnik temizlik iddianız yeni olmasa da bugün yaşananların bu uğurda “yeni bir aşama” olduğunu düşünüyorsunuz. Neden? 

Bakın, İsrail Gazze’de yaşayan Filistinlilerin yarısından fazlasını başka bir bölgeye taşıyacağını ilan etti. Daha önce Gazze özelindeki hiçbir çatışmada İsrailli yetkili ağızlar nüfusun bir kısmını Filistin'den Mısır'a taşımak istediklerini söylememişti. Adeta “İkinci bir Nakba istiyoruz, 1948'deki gibi ikinci bir sınır dışına atma operasyonu istiyoruz” diyen aşırı sağcı bir hükümet var İsrail’de. 

-Ve bu hükümet Batı dünyasının genelinden ama en önemlisi de Amerika Birleşik Devletleri’nden neredeyse koşulsuz destek görüyor. ABD’deki Biden yönetimi, Başkanı Biden’ın İsrail ziyaretinden beri, topyekûn kara saldırısı konusunda zayıf uyarılar yapsa da Washington Netenyahu’nun stratejisini onaylar gözüküyor. 

Biden yönetimi İsrail’e savaşı sınırlamaları gerektiğini söylüyor mudur? Söylüyor olabilir evet. Ama bana kalırsa bundan daha çok şunu söylüyor; “Ne yaparsanız arkanızdayız.” Daha Biden İsrail’e gitmeden ABD Dışişleri Bakanı Blinken Mısır nezdinde “Filistinlileri alın” şeklinde bir diplomasi başlatmadı mı? Gazzeliler aslında Gazze’nin kuzeyinden güneyine değil, Gazze’den Mısır’a sürülmeye çalışılıyor, Sina Yarımadası’na sürülmeye çalışılıyor. Buna destek vererek de ABD, İsrail’in yaptığı etnik temizliğe destek vermiş oluyor. ABD’nin Mısır nezdindeki girişimleri İsrail’in etnik temizlik planına ortaklıktır. Ve aslında bu yeni bir şey. 

"ABD, iki devletli çözüm istiyor" demek ezberdir

-ABD hem İsrail'in bu “yeni” dediğiniz Filistinlileri Sina’ya sürme stratejisine destek verip hem de “iki devletli çözüm” demeye devam edebilir mi? Tabii bu soruyu uzun zamandır Batı’daki kimsenin Filistin-İsrail sorununun kapsamlı çözümünden bahsetmediğinin bilinciyle soruyorum. 

Evet, şu anda zaten kimse herhangi bir tür barıştan söz etmiyor. “İki devletli çözüm” çabaları da epeydir rafa kalkmış durumda. En az 10 yıldır, belki de 20 yıldır Batı bu yönde bir çaba göstermiyor. Son iki Amerikan yönetimi bu konuda kılını kıpırdatmadı. Bugün ABD’nin yaptığı tek şey İsrail'i silahlandırmak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde İsrail'e koruma sağlamak, ABD’deki Yahudi hayır kurumlarını vergiden muaf tutmak, yeni yerleşimler için ABD’den finansman sağlanmasına izin vermek. ABD bu politikasıyla İsrail’in işgaline destek vermiş oldu, diplomatik çözüm için hiçbir çaba göstermedi. Bu son sürece girmeden önce de bir barış süreci yoktu zaten. İki devletli çözüm çabaları 20 senedir rafta. Tam tersine ABD, İsraillilerin “iki devletli çözüm” aleyhine yaptığı her şeye destek veriyor. 

İşin bir de şu boyutu var; İsrail zaten Batı Şeria'nın yüzde 60'ını kontrol ederken, ABD tarafından sağlanan silahlarla ve ABD’den gelen vergiden muaf bağışlarla Filistinlileri yerlerinden sürerken ikinci devlet nerede olacak? Dolayısıyla ben, ABD'nin barış sürecine dahil olduğu düşüncesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. ABD sadece sömürgeci yerleşimcilerin desteklenmesi sürecine ve İsrail’in Filistin’i işgaline dahil olmuştur o kadar. 

-Belki söyledikleriniz son dönem için geçerli ancak ABD’nin İsrail ve Filistin arasında bir mutabakat için çeşitli diplomatik süreçler yürüttüğünü siz de biliyorsunuz. En önemlisi de ABD’nin eski başkanlarından Clinton’ın himayesinde imzalanan 1993 Oslo Anlaşmalarıdır. 

Önceki ABD yönetimlerin çözümsüzlüğü değiştirmeye çalışmadığını söylemiyorum. Ama bence başarısız oldular ve sonra da uzun yıllardır hiçbir çaba gösterilmedi. Dolayısıyla ABD'nin bugün hala iki devletli çözümü desteklediğini söylemek zor. “ABD iki devletli çözüm istiyor” lafı sadece ezberdir. Demokrasi gibi aynı. Batı’nın demokrasi konusundaki ezberi şudur; baskıcı rejimlerini iktidarda tuttuğumuz demokratik olmayan ülkeler dışında demokrasiyi destekliyoruz. Zaten gelinen noktada artık kimse ABD’nin iki devletli çözümü istemediğini görüyor. Bizim yıllardır söylediğimizi bugün artık herkes görüyor. 

-7 Ekim saldırısına dönersek…Hamas'ın zamanlaması ve uyguladığı yöntemler bir yana İsrail istihbaratının bu kadar habersiz ve gafil yakalanmasının tuhaf olduğu çok tartışıldı. Bu sorduğum şey şu ana kadar tartıştığımız trajedinin doğasını değiştirmiyor ama İsrail’in bu ölçüde büyük bir saldırının hazırlığından habersiz olmasına siz de şaşırdınız mı? 

Kısa cevabım evet. İsrail güvenlik güçlerinin o kadar uzun zaman ortada olmamasını, Hamas’ın Gazze Şeridi’nden o kadar kolaylıkla çıkmasını ve o kadar savunmasız insanı öldürebilmesini ben de şaşırtıcı ve şok edici buldum. Sadece saldırının boyutu değil şok edici olan. Dünyanın en büyük beşinci ordusunun buna maruz kalabilmesi de şok edici. İsrail ordusunun donanımını, yazılımlarını, gözetleme malzemelerini falan düşününce insan evet hayrete düşüyor. Düşünsenize dünyanın pek çok önde gelen ülkesi -Rusya’dan Çin’e- İsrail’in askeri doktrinini, teknolojisini ve teçhizatını satın alıyor. Ve böyle bir ülkenin başına böyle bir şey gelebiliyor. Bunun tam açıklaması nedir bilemeyiz belki ama bir yorumum var. Bunu ancak ırkçılığa dayalı sonsuz bir kibre, sınırsız bir üstünlük duygusuna bağlayabiliriz. Demek ki sahte bir güvenlik duygusuna kapılmış halde yaşadığınızda zekice bir aldatma operasyonu sizin askeri felaketinize yol açabiliyor. Bu dediğim 1940’ta Fransız ordusunun başına geldi. Almanların onu yapamayacağı düşünülüyordu. 1941'de Pearl Harbor'da ABD’nin başına geldi. Japonların öyle bir şey yapamayacağı düşünülüyordu. İki büyük güce şok yatan iki diğer büyük güç. 

-Nazi Almanya’sı ve Japonya ile kıyasladığınızda Hamas o ölçüde büyük bir güç mü ki?  

Biliyorsunuz ABD Başkanı Biden gülünç bir şekilde Hamas'ı Putin'e benzetti. Ne söylenebilir ki? 

1948'den beri hiçbir Arap ordusu İsrail topraklarına girmemişti; savaşlar hep dışarda yapıldı

-Hamas'ın gururu okşanmış olmalı. 

Ben onları övmeye çalışmıyorum. 7 Ekim’in askeri anlamda İsrail’in başarısızlığı, Hamas’ın başarısı olduğunu söylüyorum. Bu konuda söylenecek diğer bir şey daha var. İsrail hükümeti, aylardır dikkatini özellikle Batı Şeria'da yerleşimcilerin arazi almasına ve yerleşim projesinin çok agresif bir şekilde genişletilmesine vermişti. Çünkü o yerleşimcilerin İsrail ordusu tarafından korunması gerekiyor. Filistinlileri dövdüklerinde, arabalarını yaktıklarında veya topraklarını çaldıklarında, onları koruyacak askerlerin orada olması gerekiyor. Bunun içinde üç tabur Gazze’den Batı Şeria'ya kaydırılmıştı. İsrail askeri birliklerinin dikkati dağınıktı yani. Gazze Şeridi boyunca asker bulunmamasının en önemli sebebi buydu sanırım. Öte yandan bir bayramın ikinci günüydü, Yahudilerin kutsal saydığı Şabattı. Ama sonuçta ben İsrail’in 7 Ekim’e o şekilde yakalanmış olmasının arkasında bir komplo görmüyorum. Hamas liderlerinin ifadesiyle “hayal bile edilemeyen bir başarı” olarak görüyorum. Bence onlar da bunu başarabileceklerine inanmıyordu. Başladıktan sonra olan her şeyi kontrol ettiklerini de sanmıyorum. Ama sonuçta onlarca yıl süren büyük ölçekli Arap-İsrail savaşlarında bile savaşlar dışarıda yapılıyordu. 1948 savaşından bu yana hiçbir Arap ordusu İsrail topraklarına girmemişti. O açıdan Hamas saldırısı İsrail için çok büyük bir stratejik sürpriz oldu. 

Hamas'ı IŞİD ile kıyaslayamazsınız 

-Bu arada, biraz önce söylediğimi sanırım yanlış anladınız. “Hamas’ın gururu okşanmıştır” cümlesini Biden’ın onları Rusya ile kıyasladığını hatırlatmanız üzerine kurdum. Sizin övmeye çalıştığınızı kastetmemiştim. 

Pearl Harbour’dan sonra Roosevelt’in “rezil biçimde hatırlanacak bir tarih” demiş olmasını hatırlayın. O her şeye rağmen harika bir retorikti. Biden’ın bugün söyledikleri ise çok amatör ve gereksiz bir kıyamet çağrısı gibi. Hamas’ın yaptıklarının yanlış ve kötü olduğunu söyleyebilirsiniz ama onları Nazilere benzetmek ya da IŞİD ile kıyaslamak olacak şey değil. 

Hamas özünde milliyetçi bir harekettir 

-Hamas’ın neden IŞİD'le kıyaslanamayacağını düşünüyorsunuz? 

Kıyaslanamaz çünkü Hamas İslami milliyetçi bir harekettir. Hamas açıkça insanları ve sivil hayatları hiçe sayarak hareket etti, ediyor. Ama onların hedefi Filistin’i yaşatmak. Oysa IŞİD’in tüm İslam dünyasında bir İslam halifeliği gibi eskatolojik (sona dair olan) bir kıyamet vizyonu vardı. Hamas özünde milliyetçi bir harekettir. Evet İslamidir ama öncelikle Filistin’in kurtuluşunu hedefleyen milliyetçi bir harekettir. Bunu 7. yüzyıla ait bir halifelik idealinin olağanüstü bir şekilde yeniden canlandırılmasını hedefleyen IŞİD gibi bir örgütle kıyaslamanın manası yoktur. 

Hamas ile IŞİD'i kıyaslamak Martin Luther ile Engizisyonu kıyaslamak gibi...

-Konu İslam olduğunda Batı'nın ne kadar indirgemeci ve oryantalist bakış açılarıyla olgulara yaklaşabildiğini siz benden daha iyi biliyorsunuz. Bu açıdan, her iki örgütü de şiddete başvuran “İslamcı” terör örgütleri olarak tanımlamaları şaşırtıcı değil. Siz ise motivasyon ve hedef farkının önemine dikkat çekiyorsunuz. Bu neden önemli? 

Şöyle anlatmaya çalışayım; Engizisyon da Hıristiyanlık üzerinden giden bir şeydi, Martin Luther King de Hıristiyanlık üzerinden gitti. Biri insanları kazıkta yakıyordu, diğeri ise şiddete karşıydı. E bunların ikisi de Hıristiyan. “Hamas ve IŞİD aynı biçimde İslamcıdır” demek Martin Luther King ile İspanyol Engizisyonu'nun aynı biçimde Hıristiyan olduğunu söylemek kadar aptalca. 

Sorun şu bakış: İsrail, Filistinli bebek öldürebilir ama Hamas, Nazidir 

-Martin Luther gibi şiddet karşıtı bir aktivistle Hamas’ı da kıyaslayamayız hehralde. Filistin’i özgürleştirmek gibi bir motivasyonları olsa da binlerce genci öldürüp, çocukları ve yaşlıları kaçırıp, kadınlara tecavüz emri veren bir Hamas’tan bahsediyoruz nihayetinde. Bugün Netanyahu hükümetine en ağır eleştirileri getirenler yakınları Hamas tarafından hala rehin tutulan İsrailliler. Her gün “derhal ateşkes” çağrısı yapıyorlar. Ama Gazze’de yaşanan dramın büyüklüğü nedeniyle o ailelerin dramını tam konuşamıyoruz. İsrail’deki protestolara bakın; orada yaşayan herkes Yahudi olduğu için otomatikman Netenyahu ve ekibinin politikalarını onaylamıyor. Bu kadar zor bir tablo karşısında bizler -bir an önce kanın durmasını ve barış isteyenler- nasıl aklıselimle bakacağız bu olaylara? Uluslararası kamuoyu barış için hakikaten bir araya gelebilecek mi?  

Çok zor bir soru sordunuz. Ne demek istediğinizi çok iyi anlıyorum. Bence buna verilebilecek tek bir yanıt var; her hayata eşit değer vermeniz ve savaşçılar ile savaşçı olmayanlar arasında kesin bir ayrım yapmanız gerekir. Ve eğer sivillerin öldürülmesini veya sivillerin rehin alınmasını kınıyorsanız, diğer sivillerin öldürülmesini yargılamak için de aynı standardı kullanmanız gerektiğini söylemelisiniz.

Şunu söylemenin meşru olduğunu düşünüyorum; İsrailli sivillerin öldürülmesini kınıyorum ama aynı zamanda Filistinli sivillerin öldürülmesini de kınıyorum. Bunlar ahlaki açıdan aynı şeydir. Ama Batı’da bakış bu değil. Kahverengi bir bebek, Filistinli bir bebek de aynı İsrailli beyaz bir bebek gibi el üstünde tutulup korunmalıdır. Bebeklerin öldürülmesi renginden bağımsız olarak ahlaki bir trajedidir. Ama Batı yönetimleri İsrail’in “kendini savunma hakkı” için Filistinli -bebekler- de dahil herkesi öldürebileceğini söylüyor. İsrail’in bebek öldürmesi kabul edilebilir ama Hamas Nazidir ya da IŞİD’dir ve şeytandır. Asıl sorunlu olan bu bakıştır, sivil ölümleri farklı ahlaki düzeylerde ve farklı dillerle ele almaktır. Sivillerin öldürülmesini, esir alınmasını kınayan insanlarla hiçbir sorunum yok. Bu, doğru bir ahlaki konumdur. Yalnızca İsraillilerin hayatlarına değer veren insanlarla ise sorunum var.

Hamas'ın neyi ne kadar umursadığından emin değilim 

-Size en başta “Hamas 7 Ekim gibi bir saldırıyı güçlü İsrail istihbaratına rağmen nasıl yapabildi?” diye sormuştum. Ama bu saldırıyı neden tarihin bu anında yaptıklarını tam konuşmadık. Hamas sonucunda binlerce sivil Filistinlinin ölümüne sebep olacağını bile bile İsrail’i kışkırtacak bu tür bir sivil katliamı neden düzenledi? 

Bu saldırıyı yapmaya karar verenlerin zihniyetine dair hiçbir fikrim yok. Saldırı günü Hamas’ın askeri komutanı yaptığı açıklamada bazı şeyler söyledi. Filistinlilerin nasıl görmezden gelindiğini anlattı. Kudüs'ten bahsetti. Gazze kuşatmasından bahsetti. Mahkûmlardan bahsetti. Devlet desteğiyle genişleyen İsrail yerleşimlerinden, Filistinlilere yönelik taciz ve saldırılardan, Batı Şeria'daki baskılardan bahsetti. Gerçek nedenlerin bunlar olup olmadığını bilmiyorum ama bence Filistin'i tekrar tartışmaya sokmaya çalıştılar. Bunu başardılar mı? Öyle düşünmüyorum. Umursuyorlar mı? Neyi ne kadar umursadıklarından emin değilim açıkçası. Vahşete “kaos vardı ondan” diye açıklama getirmeye çalıştılar. “Biz bunu yapmak istemedik” dediler. Şimdi de bebekleri kucaklayan savaşçıların fotoğrafları gösteriliyor. Yani bir şeylerin ters gittiğini açıkça fark ettiler.

-Tüm bu süreçte uluslararası medyanın başat kuruluşlarının da -istisnalar var elbette- belki de her zamankinden çok daha tarafgir davrandığını izledik, izliyoruz. Beni en çok şaşırtanların başında ise BBC geliyor. Bir İsrail gazetesi olarak Haaretz hepsinden daha dengeli bir yerde durmaya çalışıyor sanki. Bu tespitime katılır mısınız? 

Ah, BBC berbat. Daha bu sabahki haber bülteninde yedi sekiz dakika boyunca kesintisiz İsrail propagandası dinledim. Arka arkaya İsrail sözcülerini yayına aldılar. Söylediklerini çürütecek zor sorular olmadığı gibi Filistin tarafına yer vermeden İsrail istihbaratının kendisine verdiği bilgileri aktaran bir muhabire bağlandılar. Belki biliyorsunuz ben uzun süre Sovyetler’in Ortadoğu politikası üzerine çalıştım. Bugün New York Times’ı ya da Washington Post’u okurken sanki Pravda okuyormuş gibi hissediyorum. Pentagon’un kendilerine verdiği bilgileri hilafsız yazan kalemler. Ukrayna savaşı için de benzer bir tutum izlediler, tam bir Pentagon propagandasıydı. Şimdi aynı şeyi Gazze için yapıyorlar. Bu gerçekten bir rezalet. Bu medya kuruluşlarının çoğunun yaptığı şey gazeteciler için utanç verici.

Sisi, Gazze üzerinden rejimi temize çekmeye çalışacak 

-Türk hükümetinin yapmaya çalıştıklarını takip etme şansınız oldu mu? Tabii bu mecrada Türkiye yalnız değil. Kolaylaştırıcı ya da uzlaştırıcı rol izlemeye çalışanlar arasında Mısır da var, hatta Rusya bile var. Gerçek manada bir etki gösterme ihtimali olan bir devlet var mı size göre? 

Mısır, Katar, Türkiye, Rusya var…hatta başkaları da. Rusların Hamas’ın bir grup rehineyi serbest bırakmasında bir rol oynadığını öğrendik mesela. Ama bana kalırsa asıl ilginç gelişme şu; Arapların Filistin davasını artık umursamadığı yönündeki ezber bozuldu. Fas'tan Cezayir'e, Tunus'tan Yemen'e, Mısır'dan Sudan'a, Yemen'den Irak'a, Suriye'den Lübnan'a, Ürdün'den Bahreyn'e kadar gösterileri ve halk öfkesini izliyoruz. Normalde kamuoyunun hiçbir şey yapmasına izin vermeyen baskıcı askeri rejimler, baskıcı mutlak monarşiler gösterilere izin vermek zorunda kalıyor. Biliyorsunuz Mısır'da 10 yıldır gösteri olmuyordu, olamıyordu. Ama bir buçuk aydır her üniversitede ve Tahrir Meydanı'nda gösteriler yapılıyor. Artık Sisi rejimi kamuoyuna boyun eğiyor. Buna bayılmıyorlar elbette ama işlerin kontrolden çıkmasını istemiyorlar. Bu şu an Arap dünyasının her yerinde oluyor, halklar her gün Filistin konusunda kaygılı olduklarının haykırıyor. Dolayısıyla da hükümetlerini 7 Ekim öncesinde almadıkları pozisyonları almaya zorluyorlar. Suudi Arabistan olsun, Ürdün olsun, Mısır olsun, mecbur bırakıldılar. Mısır ABD’nin istediğini yapıp Filistinlileri sığınmacı olarak almayı reddediyor, Suudi Arabistan bu operasyonu finanse etmeyi reddediyor. Yarın ne olacağını bilmiyorum, bu değişebilir. Bu rejimler bir anda kamuoyu üzerinde baskı kurmaya karar verebilirler. Ama bu kamuoyu baskısı çok önemli şu an. Mısır, Türkiye ve Katar'ın ol oynamaya çalışmalarının asıl nedeninin bu olduğunu düşünüyorum. Hepsi kendilerini bölgesel lider olarak görüyor. Halk nezdinde popülerliklerini korumak adına ön almaya çalışıyorlar. Biliyorsunuz Sisi aralık ayında seçim yapılmasını istiyor. “Ben Filistinlilere yardım ediyorum” diyerek yarışacak. Şimdi bu durumu, rejiminin başarısızlıklarını örtbas etmek için kullanacak. 

Hamas, bütün aktörleri birbirine karşı oynuyor; bu, trajik çünkü rehinelerin hayatı tehlikede 

-Sadece Sisi’nin değil bölgedeki her liderin Filistin davasında ön alan olmak için ağırlıklı olarak iç politika kaynaklı nedenleri olduğu malum.  Peki sizce bu diplomatik yarışmanın kazananı kim olur?

Bu gerçekten iyi bir soru. Muhtemelen Hamas en iyi anlaşmayı elde etmek için hepsini birbirine karşı oynuyor. Maalesef bu trajik bir durum çünkü rehinelerin hayatları tehlikede. Rehineler esaret altında acı çekiyor. Bir İsrail bombardımanında ölebilirler. Görünüşe göre bu durum büyük olasılıkla birçoğunun zaten başına gelmiş durumda. 

-Hamas bir yandan elinde kuvvetli bir müzakere pozisyonu tutuyormuş gibi gözüküyor ama bir yandan da tarihinin en büyük askeri sınamasıyla karşı karşıya. İsrail hedeflediği gibi Hamas’ı bitirebilir mi? 

İster tüm liderlerini öldürsünler ister tüm silahlı militanları öldürsünler, İsrailliler Gazze'yi işgal etse de çekse de Hamas siyasi bir güç olarak kalacaktır. Dolayısıyla Hamas'ı siyasi bir kurum olarak yok etmek, bir fikir olarak Hamas'ı yok etmek imkansızdır. Askeri yeteneklerini yok etmek mümkündür, ancak yalnızca sınırlı bir kapsam ve süre için.

-Acil dikkat gerektiren bir durum yaşandığı için Gazze’nin maruz kaldığı bombardımanlara odaklıyız ama Türkiye’nin Filistin ile uzun bir tarihi var. Hazır sizi bulmuşken Filistinlilerin genel olarak Türkler ve Türkiye hakkındaki duygu ve algılarını anlatmanızı isterim. Son dönemde Arap ülkeleri Filistin’i çok yalnız bıraktığı için Erdoğan’ın ve Türkiye’nin Filistinlilerin kalbinde başka bir yeri olduğunu biliyorum. Ancak Filistinlilerin Türklerle ilgili tarihsel anıları da hep pembe olmadı, değil mi? 

Zamanla bazı şeyler değişti. Sanırım bugün Türkiye'ye cumhuriyetin ilk yıllarına ya da göre çok daha olumlu bakılıyor. Çünkü insanların farklı görüşleri vardı ama zamanla değiştiler. Söyleyeceğim şey şu ki; Osmanlı’nın son döneminde sizde mesela daha özgür bir basın vardı. 1908’den Osmanlı’ya anayasa geldi, nispeten özgürce faaliyet gösteren siyasi partileriniz oldu. Elbette pek çok başka sorununuz vardı ama İngilizlerin manda yönetimine kıyasla Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde Filistinliler açısından daha fazla özgürlük vardı diyebiliriz. 1920'lerde, 1930'larda Filistinlilerin genel kabul görmüş bir temsilcisi vardı; Arap Yüksek Komitesi. Ama İngilizler 1937'de amcam ve Kudüs Baş Müftüsü de dahil olmak üzere bu komitenin üyelerinin çoğunu sürgüne gönderdi. O andan itibaren Filistinliler tanınmış bir merkezi temsilciye sahip olmamanın sıkıntısını çektiler. Ve bu, 1964'te Filistin Kurtuluş Örgütü’nün  (FKÖ) kuruluşuna kadar devam etti. 1974'te BM Genel Kurulu'na hitap etmek, Filistinlilerin kendi adlarına konuşmalarına izin verilen ilk olaylardan biriydi.

Filistinliler, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu altındaki pek çok ulus gibi çok büyük acılar çekmelerine rağmen, birçok bakımdan 1918'den bu yana daha kötü bir durumda yaşıyorlar. Osmanlı’nın son döneminin Filistinliler için altın bir çağ olduğunu söylemiyorum sakın yanlış anlaşılmasın. Ama yüz yılda işler o kadar kötüye gitti ki…İsrail Gazze’de 2005’ten beri seçim yapılmasına izin vermiyor. Bugün öyle bir yerdeyiz. Benim büyük amcalarımdan biri Meclis-i Mebusan’da Kudüs vekilliği ve başkan yardımcılığı yapabilmişti. 


-Gerçekten mi? Kimdir kendisi? 

Yusuf Ziya Al Khalidi. Meclis-i Mebusan’da ilk ve ikinci dönem mebusluk yapmıştır. 1913'te savaştan hemen önce öldü. Durun size fotoğrafını göstereyim şimdi. (Gidip raftan alıp geri dönüyor.) 

Gazze'de seçim yaptırmama İsrail'in bir bölme taktiği 

-Son bir konu olarak biraz önce Gazze’de seçim yapılamaması konusunda söylediklerinize dönmek istiyorum. Gazze’yi yöneten Hamas 2006’daki o son seçimi kazanmıştı. Tersten okuyunca Netenyahu Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin seçimlere katılımına izin vermeyerek Hamas’ın iktidarda kalmasını sağlamış olmuyor mu? Bu bilinçli bir tercih değil mi? 

Bu aslında Netanyahu hükümetlerinden daha eski bir İsrail politikası. Bu söylediğiniz Filistinlileri bölme, bir araya gelmelerini önleme politikası. İsrail’in buradaki taktiği de şu; “Gazze'yi Batı Şeria'dan ayrı tutun. Gazze'yi hükümet olarak Hamas'la birlikte kafeste tutun. Böylece hem Filistinlileri bölün hem de “Hamas teröristtir, onlarla müzakere etmeyiz” diyerek müzakereden kaçın.” 

FKÖ'ye karşı Hamas'ın yaratılması İsrailli istihbaratçıların işi

-Filistinlilerin neden bölünmüş, parçalı bir yönetim sistemiyle yaşadığı konusunu nedenleriyle birlikte işin tarihini bilmeyen okuyucularımız için hatırlatır mısınız? 

Filistinlilerin uzun zamandır aslında en büyük sorunu ulusal davayı sürdürecek hareketin 1990’lardan sonra bölünmüş olması. İzhak Rabin'in 1992'de yeniden İsrail başbakanı olmasının ardından FKÖ’nün tanınmasıyla Filistinliler altın bir dönem yaşamıştı. 1990'ların sonlarına kadar da FKÖ, Filistinlilerin çoğunluğun siyasi iradesini temsil etmeye devam etti. Ta ki 1993’teki Oslo Anlaşmalarının aslında statükoyu dondurmak ve Filistinlilerin durumunu daha da kötüleştirmek için tasarlandığını anlamaya başlayıncaya kadar. Çünkü Filistinliler şunu fark ettiler; Oslo aslında İsrail işgalini bitirmek yerine işgali güçlendiriliyordu. Nitekim, Gazze 1993'ten itibaren ablukaya alındı. Gazze'ye giriş ve çıkışta ilk kısıtlamalar o zaman başladı. 1993’ten önce Filistin plakalarıyla Golan Tepeleri'ne, Eilat'a (İsrail'in Kızıldeniz'deki en güney noktası) veya Gazze'ye hiçbir engel olmadan gidebiliyordunuz. Filistinliler birdenbire apartheid Güney Afrika'sında Bantustanlara ayrılan alanlar gibi yerleşim bölgelerine hapsolmaya başladı. Zaten Hamas da o zaman kuruldu ve FKÖ için ciddi bir rakip haline gelmeye başladı. 

Oslo'nun sağladığı varsayılan siyasi ufkun FKÖ açısından tıkanması Hamas'ın ekmeğine yağ sürdü. İsrailliler bir bakıma 1980'lerin sonlarında FKÖ'ye karşı Hamas'ın yaratılmasına yardımcı oldular. Bunu İsrail istihbaratçıları yazdı. İsrail, FKÖ'nün altındaki halıyı çekti ve İkinci İntifada yaşandı. Tabii FKÖ o dönemde İsrail’in taleplerine boyun eğmedi. Bu sefer de ABD devreye girdi ve “O zaman İsrail'in kontrolü altındaki geçici statüde kal” dedi. Hamas 2006 seçimlerinde Yasama Konseyi'nde çoğunluğu kazandı. İlk başta istemediler ama sonra Hamas ve Mahmud Abbas’ın El Fetih’i, müzakere yapmalarına izin verecek ve iki devletli çözümü destekleyecek bir birlik hükümeti üzerinde anlaştılar. Hamas 100 yıllık bir ateşkesten bahsediyordu. İsrail ilgilenmedi.

Cansu Çamlıbel kimdir?

Cansu Çamlıbel, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor.

NTV'de diplomasi muhabirliği, 2005- 2008 arasında da Brüksel muhabirliği yaptı. 2008'den Şubat 2019'a kadar Hürriyet ve Hürriyet Daily News gazetelerinde muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, köşe yazarlığı görevlerini üstlendi.

Yaklaşık 5 sene boyunca, "Yüz Yüze Pazartesi" köşesinde, Hürriyet'in haftalık siyasi söyleşilerini yaptı. 2015- 2016 döneminde ABD'de Harvard Üniversitesi'nin Nieman Bursu'nu kazandı.

Nisan 2017- Şubat 2019 döneminde ise Hürriyet Washington Temsilcisi olarak görev yaptı.

Gazetenin, siyasi baskı sonucu el değiştirmesinden sonra istifa ederek, Türkiye'ye döndü. Gazete Duvar'daki köşesinde, dış politika alanında yazılar kaleme almaya başladı. Eşzamanlı olarak Gazete Duvar'ın İngilizce edisyonu Duvar English'in kurucu Yayın Yönetmeni oldu. Bu görevi, Ekim 2021'e kadar sürdürdü.

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Türkiye Ulusal Komitesi üyesi olan Çamlıbel, IPI için hazırlayıp sunduğu, "Özgür Sohbetler" isimli podcast serisinde, günümüz Türkiyesi'nde gazetecilik yapmanın bedeline, içeriden bir bakış sunmaya çalışıyor.
Ocak 2023'te, T24 ekibine katıldı. 
Lulu'nun annesidir.