Bakmayın uzak olduğuna, Suriye’deki gelişmeler Avustralya’da da yankısını buluyor. Asya-Pasifik ekseninin önemli aktörlerden bu kıta, ABD’nin sarsılmaz destekçisi olarak, Ortadoğu ile de ilgili. Zira Çin-ABD çekişmesinin doğrudan tarafı.
Ancak merkez medyanın ve resmi politikaların dışında farklı sesler de yükseliyor Avustralya’da. http://australiansforsyria.wordpress.com/ oluşumu bunlardan biri. Suriyeli Avustralyalıların kurduğu bu grup, farklı inanç ve etnik gruba sahip Suriye’nin seküler özelliğini korumasını, demokratik reformların toplumsal barış için şart olduğunu savunuyor, Esad’ı da bu konuda ciddi olmaya çağırıyor. Bu amaçla Senoto’ya gönderilmek üzere dilekçe kampanyası başlattılar. Dilekçede “barışçıl çözümden yana olduklarını, Annan Planı’nı desteklediklerini (ki sizlere ömür), binlerce Suriyeliyi öldüren ve terörize eden El-Kaide, Cihadist Selefiler gibi grupları destekleyen ülkeleri ise kınadıklarını” belirtiyorlar. Federal Hükümet’in Suriye karşıtı yaptırımlarını ve devlet kanalları ABC ve SBS’in tek yanlı, yanlış bilgilendirici haberlerini de eleştiren grubun temel kaygısı seküler Suriye, doğal olarak da Özgür Suriye Ordusu militanları üzerine odaklanıyor.
Johns Hopkins Üniversitesi’nin önemli Ortadoğu uzmanlarından, Beyaz Saray danışmanı, New York Times, Washington Post’a yazılar yazan İran kökenli Prof. Vali Nasr da ABC televizyonuna verdiği röportajda (Avustralya’nın devlet kanalı) benzer kaygıların altını çiziyor.
Nasr, azınlıktaki Nusayri yönetiminin hemen kaybetmeyeceğini, çünkü politik ve askeri olarak desteklendiğini söylüyor. Buna karşın Esad karşıtı güçlerin kırılgan olduğunu, mezhepsel ve bağnaz yanlarından dolayı ayaklanmanın daha da kanlı bir hale dönüşeceğini belirtiyor. Mevcut savaşın demokrasi ile ilgili olmadığını, bu nedenle de liberal demokrasinin kardeş katlinin olduğu bir yerde yeşeremeyeceğini savunuyor.
Esad’ın düşmesi durumunda Suriye’de katliamların, kan banyosunun uzun bir süre devam edeceğine inanıyor: “Alevilerin, Hristiyanların, Esad’ı destekleyen Sunnilerin nasıl korunacağı belli değil. Yeni yönetimin de otoriter olma olasılığı yüksek. Çünkü demokrasiye getirecek kurumlar ve bunu tartışıcak uluslararası kurum ve asker yok Suriye’de”.
Nasr’a göre; Esad rejimi eskisi gibi yönetemez, çoğunluğun rızasını almak zorunda buna Kürtler de dahil. Nüfusun en az yüzde 40’ı hala Esad’ı destekliyor. Bu yüzden de belli bölgeleri elinde tutmaya devam edecek.
Özgür Suriye Ordusu içindeki El-Kaide ve diğer Cihadist gruplara da değinen Nasr, “Suriye Afganistan’dan çok Irak örneğine benziyor. Saddam’ın düşme sürecinde El-Kaide gibi unsurlar Irak’a geldi. Oradakiler şimdi Suriye’deler. İntihar eylemlerinin yükselmesinden sonra uluslararası medya bunu fark etmeye başladı. Esad sonrası El-Kaide’nin nasıl ve kimler tarafından önleneceği belli değil” diyor.
Nasr, Suriye’nin kötü bir şekilde düşmesi durumunda çevresindeki hiç bir ülkenin bu düşüşten izole olamayacağı, Lübnan, Ürdün ve Irak’ın da savunmasız bir hale geleceği, bu ülkelerin tamamen istikrarsızlaşacağı, Sunni ve Şii tansiyonunun daha da yükseleceği tespitinde bulunuyor.
Peki İran nerede duruyor bütün bu karmaşada?
“Suudi Arabistan-İran çekişmesinin izdüşümü olarak Suriye’nin gittiği yönde kazanan olmayacak. İran da buna dahil. Herkes kaybedecek” diyor Prof. Nasr.
Baas Rejiminin kimyasal silah tehdidini “Libya gibi bir senaryoyu, araya girmeyi, dış müdahaleyi, uçuşa yasak bölgeleri düşünmeyin” mesajı olarak yorumlayan Nasr’a göre, uluslararası toplum daha çok Esad ve onun bireysel geri çekilmesine odaklandı. Oysa durum Esad’ı da aşan bir çatışma. Esad gitse bile bu kavga durmayacak.