Candan Yıldız

23 Ocak 2011

Sel gitti ne kaldı?

Avustralya; yüzölçümü Türkiye’nin 7-8 katı büyük kıta tarihinin büyük doğal felakatlerinden birini; sel afetini aşmaya çalışırken, geride hem yıkım hem çıkarılacak iyi dersler bıraktı

Avustralya; yüzölçümü Türkiye’nin 7-8 katı büyük kıta tarihinin büyük doğal felakatlerinden birini; sel afetini aşmaya çalışırken, geride hem yıkım hem çıkarılacak iyi dersler bıraktı. Queesland Eyaleti’ndeki yıkımı sayılara boğmadan, rakamlara indirgemeden söylemek gerekirse; 20 kişi sel olup gitti, artık yoklar, 14 kişi ise hala kayıp. 30 binden fazla ev selden etkilendi ağır ya da hafif olarak. Yollar, demiryolları, köprüler zarar gördü. Sel öncesi döneme dönebilmek için 2 yıl gibi bir zamana ihtiyaç olduğu belirtiliyor. Almanya ve Fransa büyüklüğündeki bir alanda etkili olan selin verdiği maddi zarar ise henüz hesaplanamıyor.


Queesland kıtanın turistik, tropikal iklime sahip, tarımın güçlü ve kömür madenlerinin çok olduğu bir bölge. Uzmanlar 10 yıldan fazla bir zamandır süren kuraklığa karşı bu miktarda aşırı yağışın tarım ürünlerine zarar verdiğini, gıda fiyatlarının etkileneceğini söylüyor. Zira Avustralya’nın tarım üretiminin yüzde 25’ni bu eyalet karşılıyor. Bunun yanı sıra kömür yatakları zengin bölgede bu işletmeler de zarar gördü. Günde 8 milyon dolarlık bir zarardan bahsediliyor. İş yerlerinden hala açılmayanlar var. 2008’deki global ekonomik krizin etkisiyle artan işsizlik bu doğal afetle daha da artabilir. 12 bin kişi 400 dolar tazminat başvurusu yaptı. Ancak sigorta şirketleri “doğal afet tanımımıza uymuyor” gerekçesiyle deyim yerindense çamura yatıp, selzedeleri daha da zedeliyor. Selin yarattığı maddi zararın tazmini için Avustralya şimdi yeni vergilerin olup olmayacağını konuşuyor. Federal Hükümet yeni plan üzerinde çalışırken, selden zarar görenleri yürekten hisseden eyalet başbakanı Anna Bligh ise bu plana temkinli yaklaşıyor.

Tonlarca çamur, anıları, fotoğrafları, emekleri, planları, düzeni bir anda yok etti. Ancak felaket boyunca öyle enstanteneler vardı ki; olağanüstü bir durumu, kamu yararı adına nasıl yönetmek gerektiğini gösteriyordu. Kriz merkezinin başındaki isim Başbakan Bligh’ti. Böylesi durumlarda, bilgi kirliliğine yol açmayacak şekilde, merkezi ve doğru bilgilendirmenin hayatiyeti Türkiye’nin de kulağına küpe olmalı. Zira 2009 yılında THY’e ait bir uçağın, Amsterdam’da havaalanına inerken düşmesinin ardından en yetkili ağız Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın, “can kaybı yok” açıklamasının yanlışlanması hafızalardadır sanırım. Ya da Rize’deki sel felaketinde ölenlerin ardından “dere yatağına yapmasalardı” gibi “hırsızın hiç mi suçu yok” kolaycılığına kaçmak, “nasıl, kim için yönetim” sorularını her daim taze tutan yaşanmışlıklar. Konumuza dönersek; bir haberci gözüyle, geçmiş deneyimler ışığında, şunu söylemek isterim; özellikle doğal fekaletlerde güven duygusu çok öne çıkan bir duygu. Bunun doğru yönlendirilmesi, doğru kanalize edilmesi riskleri azaltan bir faktör. Şaşkınlık, kaygı, korku, ne yapacağını bilememe halinin egemen olduğu bir durumda, sürekli ve doğru bilgilendirme ilkesini hayata geçirmek, empati kurulabildiğini de ortaya koyuyor, güven duygusunu perçinliyor. Enstantenelerden biri bahsettiğim empati duygusuyla ilgiliydi. Kritik 48 saatlik bir zaman diliminde, sık sık basın karşısına çıkarak, “kayıplar, riskler, neler yapıldı, panik halinin kaybettirecekleri, alınan önlemler vs” konusunda bilgilendirme yapan Anna Bligh, doğrulanmış bir bilgi olarak ölenlerin kim olduğunu açıklarken; ağladı. Ekrandan onu izleyenler, siyasi ya da medyatik bir show ile karşı karşıya olmadıklarını çok iyi hissediyorlardı. Zira günlerce selin vereceği zararı minimize etmek için çabalayan bir ekip vardı karşılarında. Ağlamak; “yaşananları biliyorum, anlıyorum ve sizi hissediyorum”u anlatan bir sonuçtu sadece.


Başka bir kare ise eski başbakan yeni dışişleri bakanı Kevin Rudd’un seçildiği bölge Queesland’e giderek, selzedelere ait eşyaları taşımasıydı. Suyun insan gövdesine ulaştığı bir seviyede, başında taşıdığı valizle selzedelerin yanında olduğunu gösteren, hatta daha sonra ayağından enfeksiyon kapan Rudd, göstermelik ya da değil, “başka tür siyasetçi olmak mümkün” ün mütevazı bir örneğiydi.

İsmet Özel’in “her yangından arta kalan şey, gerçek şey; çoğalt beni” dizesindeki gibi, selden arta kalan şey; bütün kaybedilmişliklere rağmen, dayanışmaydı. Oradan, buradan 5 bin olarak açıklanan bir gönüllüler ordusu Queesland’e gitti, ellerinde fırçalar, kürekler, paspaslar temizlik harekatının öncüleriydi. Para yardımından, iaşe toplamaktan daha öte birşeydi. Fiziken yanlarında olmak, enkazın altına elini koymak, bir anda etrafında seni sarıp sarmalayan çok sayıda insan görmek, “selden arta kalan gerçek şey” gibiydi. Sırtında iki aylık bebeğiyle gelen mi dersiniz, 85 yaşında olsa da günlük olarak yaptığı 2 bin Anzak biskiviti dağıtan mı, uluslararası olarak “kek hareketini” başlatan mı?

Her felaket alınacak derslerle dolu. Bütün eleştirilere rağmen, 2008 yılındaki orman yangın felaketinden sonra devreye sokulan “erken uyarı” sisteminin ne kadar hayati olduğu anlaşıldı. Cep ve ev telefonlarına gelen uyarılar binlerce hayatı kurtardı. Her ne kadar bazı kişilere ulaşmasa da uyarılar genel olarak işlevseldi. Erken uyarı sistemine dahil olmayalar da sonrasında hemen kayıtlarını yaptırdılar.

Queesland klasik deyimle yeniden “normale” dönmeye çalışıyor. Sel bu kez Victoria eyaletini vuruyor. Tarım ve hayvancılığın yapıldığı kasabalarde etkili olan sel, şu ana kadar yüzlerce evi su altında bıraktı. Uzmanlar sel baskını tehdidinin 10 gün daha süreceğini söylüyor.

İşte bir sel felaketinin geride bıraktıkları.